Meriç. Bulgaristan’ın iç kesimlerinden doğup Türkiye-Yunanistan sınırından Ege denizine ıdaşan akarsu.
Meriç adı Bulgarca Maritsa’dan gelmektedir. İdrisî de Grekler’in Hebros (bugün Evros] dedikleri akarsudan “nehru Mârisu” diye bahseder ancak haritasında onu “nehru Ahilu” olarak gösterir.
Rodop dağlarının kuzeybatı kesimindeki Rila dağının Musalla tepesinden doğan Meriç Balkan yarımadasının en büyük akarsuyudur (490 km.). Balkan ve Rodop dağlan arasındaki batı-doğu doğrultulu tektonik kırıkları fay hattı] izleyerek ilerleyen nehir Seymenli’den sonra güneydoğuya yönelir ve Cisr-i Mustafa Paşa ile (Svilengrad) Kapıkule arasında Yunanistan-Bulgaristan, Edirne civarında Arda ve Tunca ile birleşip kuzey-güneyyönünde ilerleyerek Türkiye-Yunanistan sınırını teşkil eder; ancak Karaağaç kesimi Meriç yatağının batısında bulunmasına rağmen Lozan Antlaşması uyarınca Türkiye sınırları içinde kalmıştır. İpsala’nın kuzeyinde sol tarafından Ergene çayını da alan Meriç, İpsala hizalarından itibaren yatak eğimi çok azaldığı için yavaş bir akımla ve bunun sonucu olarak çevresinde bataklıklar meydana getirip deltasını yayarak Ege denizine ulaşır; denize ulaşmadan önce Çatal mevkiinde doğudaki sınırı izleyen batıdaki Yunanistan topraklarına yönelen iki kola ayrılır. Geniş bir saha kaplayan ve yansı Türkiye’de, yarısı Yunanistan’da bulunan Meriç deltası, bugün denizden içeride yer alan Enez’in yakın çağlara kadar bir liman şehri oluşunun da ortaya koyduğu gibi jeolojik açıdan çok genç bir deltadır. Düzensiz bir rejim gösteren nehrin suları mayıs ayında kabarır, temmuz ve ağustos aylarında en düşük seviyeye iner. Bu ortalama durumun dışında kışın kar yağışının fazla, yağmurların da sağanak şeklinde olması halinde taşkınlar görülür. Meselâ 27 Ocak-5 Şubat 1947 tarihleri arasında Edirne’nin Yıldırım, İmaret ve Saraçhane gibi alçakta bulunan semtleri, 18 Ocak 1958’de İpsala ovasında geniş bir çeltik üretim alanı sular altında kalmıştı.
Meric’in tarihteki önemi kendisinin ve kollarının ana yollara güzergâh teşkil etmesinden gelmektedir. Osmanlı döneminin Rumeli’deki ünlü “orta yol”u Edirne’den ötede Meriç vadisini izliyor, daha ötede Morava vadisini boydan boya geçerek başşehir İstanbul’uAvrupa’nın başlıca merkezlerine bağlıyordu. Karayolları vadinin tabii koridorlarını takip ederken nehrin kendisi de özellikle Edirne’nin güneyinde kalan kesimiyle Eskiçağ’da Ege denizi kıyısında kurulan Enez’e (Ainos) kadar yoğun bir nehir taşımacılığına sahne oluyordu. Enez bütün Doğu Trakya’nın en önemli liman şehriydi ve bunu her şeyden Önce Meriç nehrine borçluydu. Çünkü Karadeniz kıyısında Miletoslu Greklerin kurduğu Odessos kolonisinden güneye ilerleyen ticaret yolu yukarı Meriç vadisine ulaştıktan sonraya nehri takip eden karayolundan ya da belli bir kesimden itibaren teknelerin seyrettiği nehrin üzerinden Ege denizine ulaşıyordu. Eskiçağ’da kısalığından dolayı Karadeniz’i Ege’ye bağlamak açısından Boğazlar yoluna tercih edilen Meriç su yolunun Ortaçağ’da da kullanıldığına dair bazı bilgiler bulunmaktadır; meselâ Aydınoğlu Umur Bey, 1343 yılında savaş gemilerini Meriç üzerinden Dİmetoka’ya çıkarmayı başarmıştı Meriç çevresi Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra ise bu nehir üzerindeki gemicilik teşvik edilmiştir. Dimetoka’nın Sülemişve Sofularmehmedi adlı köyleri, Meriç üzerinde gemicilik yapmak için Yıldırım Bayezid’den “ahkâm-ı şerife” almıştı ve bu hizmetlerine karşılık avarız vergisinden muaf tutuldukları gibi Yıldırım Bayezid vakfında da payları vardı. Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye-si’nden edinilen bilgilere göre XV ve XVI. yüzyıllarda Enez’de Meriç sayesinde gelişen ticarî faaliyetin devam ettiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Evliya Çelebi’den XVII ve Şemseddin Sami’den XIX. yüzyıla kadar Meric’in su yolu olarak kullanılmaya devam ettiği öğrenilmektedir. Bu dönemlerde 300’den fazla küçük çaptaki gemi Meriç üzerinden Edirne’ye kadar gidip geliyor ve Trakya’nın tahıl ürünleri Edirne’den Enez’e kadar Meriç yolu, Enez’den İstanbul’a kadar da deniz yolu ile taşınıyordu.
Meriç havzası tarih boyunca bir nüfus toplanma alanı olmuş ve Enez’den başka nehrin kıyılarında ya da çok yakınında kurulan Tatarpazarcığı, Filibe, Dimetoka gibi şehirler Meriç su yolu ticarî faaliyeti sayesinde gelişmiştir. Kuruluş yerinin seçiminde Meriç ve kollarının etken olduğu en önemli şehir Edirne’dir. Edirne, Tunca’nın Meric’e kavuşmadan önce çizdiği yarım daire şekilli bir yayın içinde kurulmuş ve bu yay şeklindeki nehir mecrası tabii bir savunma hendeği görevi yapmıştır. Ayrıca Tunca ve Arda’nın Edirne önlerinde Meric’e kavuşması bu üç vadiyi İzleyen yolların da bu mevkide birleşmesini sağlamış, böylece şehri yolların önünde düğümlendiği bir merkez durumuna getirmiştir. Tabu olarak Meriç Tunca İle birlikte Edirne’nin mimarisini de etkilemiş ve âdeta buraya köprüler şehri dedirtecek kadar çok sayıda köprü yapılmasına yol açmıştır. Meriç ve kollan, bazı şehirlerin kuruluşuna ve gelişmesine sebep olduğu gibi bunlardan bazılarının üzerindeki tarihî değeri yüksek köprüler vasıtasıyla isimlerini de etkilemiştir. Meselâ Bulgaristan’ın Svilengrad şehri Osmanlı dönemindeki adını Meriç üzerine yapılan Cisr-i Mustafa Paşa’dan, yine aynı şekilde Cİsr-i Ergene de hem Osmanlı dönemindeki hem bugünkü adını (Uzunköprü) Ergene üzerine yapılan 174 kemerli Osmanlı köprüsünden almıştır.
Meriç ve kollarının çevrelerindeki topraklar bu nehirlerin etkisiyle bölgenin en verimli tarım arazileri haline gelmiştir. Meriç vadisinin Bulgaristan ortalarındaki batı-doğu doğrultulu kesimi, Balkan dağlan vasıtasıyla kuzeyin soğuk baskınlarından da korunduğu için ülkenin tarımsal ürünlerinin en bol olduğu kesimidir (hububat, tütün, pamuk, pirinç, çeşitli meyveler, üzüm bağları…). Arda’nın çevresindeki topraklar ise en önemli tütün üretim alanlarıdır. Meriç vadisinin Türkiye’deki bölümünde de yine tarımsal çeşitlilik söz konusudur (şekerpancarı, sebze, yonca, ayçiçeği, kavun, karpuz). Vadinin İpsala civarındaki kesimi pirinç üretiminde önemli bir yere sahiptir. Günümüzdeki baldo gibi yeni tip pirinçler tanınmadan önce 1950 ve 196O’lı yılların ünlü “Kulaklı” pirinçlerinin başlıca yetişme alanı bu topraklardı. Meriç ve kollarında yapılan balıkçılık da her üç ülkenin ekonomisine önemli katkılarda bulunmaktadır. Meriç deltasındaki Gala gölü Türkiye’nin daha çok dış ticaretine konu olan yılan balığının üretim alanıdır.
Balkanlar’ın elden çıkmasından sonra yapılan bütün sınır anlaşmalarında Meriç adı muhakkak gündeme gelmiştir. 6 Eylül 1915 te Sofya’da imzalanan Osmanlı-Bulgar Antlaşması’nda Meric’in sol kıyısındaki 2 km. genişliğinde bir şeridin Bulgaristan’a verilmesi (Enez Osmanlı topraklarında kalmak üzere) kararlaştırılmıştır. Mudanya Mütarekesi [11 Ekim 1922] görüşmeleri sırasında Yunanlılar’ın hangi çizginin gerisine çekileceği tartışılırken “Meric’in batısına dek” gibi muğlak bir ifade kullanılmış ve sınırın tesbiti için nehrin neresinin esas alınacağı ancak Lozan Antlaşması’nda [24 Temmuz 1923] kesinlik kazanmıştır. Fakat sonuca ulaşıncaya kadar Batılılar’ın Meric’in sol kıyısının sınır kabul edilmesinde direnmeleri sorun yaratmıştır. Sol kıyının sınır çizgisi kabul edilmesi halinde Meriç ırmağı tamamıyla Yunanistan’a ait oluyordu; bu takdirde Türkiye’nin nehirden herhangi bir şekilde faydalanması mümkün değildi. İsmet Paşa (İnönü), “Çağıran devletler” dışişleri bakanlarına gönderdiği 8 Mart 1923 tarihli mektubunda Meric’in sol kıyısının değil “talveg hattf’nın (vadinin en derin noktalarını birleştiren çizgi) sınır olmasını istedi. Türkiye’nin bu isteği uzun süren görüşmeler sonucunda benimsendi ve talveg hattının batısında kalan Karaağaç kesimi de on beş sayılı protokol ile Türkiye’ye bırakıldı. Burada dikkat çeken bir nokta, sol kıyıtalveg hattı konusunun uzun tartışmalara sebep olmasına karşılık nehrin denize dökülmeden önce Çatal mevkiinde ayrıldığı İki koldan hangisinin sınıra esas teşkil edeceği hususunun hiç tartı-şılmamasıdır. Batı kolunun varlığı hiç dile getirilmeden (veya bilinmeden) doğrudan doğruya doğu kolunun sınır kabul edilmesi şaşırtıcıdır. O toplantıda eğer batı kolunun varlığı bilinse ya da görüşülüp bu kol sınır kabul edilseydi Türkiye 75 km2 civarında fazla bir araziye ve bu arada bazı delta göllerine (Nimfos gölü gibi) sahip olacaktı. Sonraları Meric’in yatak değiş-tirmeleriyle ilgili bazı sorunlar ortaya çıkmış ve bunlar 19 Ocak 1963 ve 7 Aralık 1971 (yürürlüğe girmesi 29 Mart 1979) tarihlerinde imzalanan protokollerle çözümlenmiştir.
TDV İslam Ansiklopedisi