Methiye. Klasik Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kişi ve topluluklarla çeşitli mekânların övülmesi maksadıyla yazılmış şiir.
Sözlükte “övmek, birinin meziyetlerini dile getirmek” anlamındaki medh kökünün sonuna nisbet eki getirilerek yapılmış olan medhiyye kelimesi Türkçe’de “övgü şiiri” mânasında kullanılan bir edebiyat terimidir. Methiye daha çok kaside şeklinde yazıldığından önceleri “kasîde-i medhiyye” olarak anılmış, daha sonra sadece medhiyye şekli kullanılmıştır. Arap edebiyatında ise genellikle medh, medîh, medîha, ümdûha ve midha kelimeleri kullanılır.
Kur’ân-ı Kerîm’de birçok esmâ-i hüsnâ ile zât-ı ilâhiyye, başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberler [Meryem sûresi altı peygamberin övgüsünü içermektedir, 19/12-15,30-34,41-58] çeşitli nitelikleriyle müminler, ayrıca cennet, cennet ehli ve cennet nimetleri övüldüğü gibi Resûl-i Ekrem de ismen birçok sahâbîyi manevî meziyetlerini ifade ederek övmüş, ümmetin kendisi de birçok şair tarafından methedilmiştir. Ancak Hz. Peygamber gerçeklerle bağdaşmayan, fazilet ve ahlâka ters düşecek şekilde abartılı övmeyi menetmiştir. Edebî anlamda medih, takdir ve şükran duygularını dile getirmek ya da maddî bir menfaat elde etmek amacıyla daha çok fertlerle ilgili olmakla birlikte kabile, toplum, millet, ülke, vatan, şehir vb.nin güzel sıfat, meziyet ve erdemlerinin anlatıldığı şiirlere de methiye denilmiştir.
Övülme ve beğenilme arzusu insanın fıtratında bulunduğundan övgü şiirleri İnsanlık tarihi kadar eskidir. Bu sebeple medih Arap şiirinde en çok işlenen konuların başında yer alır. Fahr, mersiye, hamâse, gazel, hamriyyât gibi türlerin temelinde de medih vardır. Eski Arap şiirinin ilk devirlerinde medih yaygın değildi. Yapılan iyiliklere karşı kadirşinaslık ve teşekkür olarak nazmedilmiş methiye niteliği taşıyan bazı parçalar dışında bu dönemlere ait Örnek bilinmemektedir. İslâm’dan önceki övgü şiirlerinde fertlerden çok kabileler methedilmiştir. Ancak milâdî VI. yüzyılda başta Meymûn b. Kays el-A’şâ olmak üzere Nâbiga ez-Zübyânî ve Züheyr b. Ebû Sülmâ gibi şairlerin elinde şiirin bir kazanç vasıtası haline dönüş-mesiyle birlikte methiyelerde hızlı bir gelişme olmuştur. Önceleri kasidenin İçinde küçük bir kıta halindeyken A’şâ’mn kasidelerinde olduğu gibi seksen beyti aşan övgüler yazılmış, zamanla bunları kaleme alan şairlere verilen ödüller arttırıldığından şiirler de uzamıştır. Şiirin saraylara yönelerek kazanç vesilesi haline gelmesi bir taraftan methiyelere daha fazla özen gösterilmesine sebep olmuş, diğer taraftan şiire bir sunîlik getirmiş, hatta Züheyr b. Ebû Sülmâ, övülenlerin daha fazla beğenisini kazanmak amacıyla üzerinde bir yıl çalışılan uzun kasidelerin (havliyyât, münakkahât) ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Şairlerin genellikle kabilelerini, bazan da kendilerini tehdit ve tehlikelerden korumak amacıyla devlet başkanlarına hitaben Hazmettikleri özür beyanı, af ve merhamet dileyen şiirler en eski methiyeler olarak bilinir. Nâbiga ez-Zübyânî (ö. m. 604), Münzirîve Gassânîkrallarına hitaben nazmettiği i’tizâriyyâtı ile tanınırsa da bu nevi şiirlerin ortaya çıkışı daha eskidir.
Kudâme b. Ca’fer eski Arap şiirinde methi insanın doğuştan sahip olduğu kalıcı dört temel erdem olan akıl, adalet, şecaat ve iffet ile bunların birbirleriyle olan münasebetlerinden doğan çeşitli özelliklere bağlamakta, onların dışında taç, taht, zenginlik gibi geçici sıfatlarla yapılacak övgüleri hatalı bulmaktadır. Aslında bu dört özelliği eski Yunan şiirinde ilk defa Eflâtun ve öğrencisi Aristo söz konusu etmiştir. İbn Reşîk el-Kayrevânî bu hususları en ideal medih özellikleri olarak görmekte, geçici ve bedenî niteliklere yönelik olarak yapılacak övgüyü de geçerli saymaktadır. Ayrıca Kudâme ve İbn Reşîk kral, halife, vezir, vali, kumandan, kadı ve kâtiplerin makam ve görevlerine uygun düşecek övgü kalıplarını saymıştır. İbn Reşîk bunların dışında kalanların sadece meslekî başarıları, dinî ve ahlâkî özellikleriyle övülmesinin uygun olacağını belirtmiştir. Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi İslâm filozofları da methiyeyi Aristo’nun sanat felsefesi bağlamında tartışmışlar; onun ahlâkî değerleri yüceltici ve iyi amellerde bulunmaya teşvik edici yönü üzerinde durmuşlardır.
Gelişimini Câhiiiye devrinde tamamlamış olan planlı klasik kasidenin ana bölümünü medih kısmı oluşturur. Diğer bölümler onun mukaddimesi ve hatimesi konumundadır. Çünkü planlı kasidede şair memduhun övgüsüne geçmeden önce hayal ve hâtıralar arasında bir yolculuğa çıkarak bütün insanlığın ortak ilgi alanı olan gençlik ve aşk maceralarının ardından hedefine ulaşmak için yaptıklarını ayrıntılarıyla tasvir eder. Bundan sonra methiye kısmına geçilir ve genellikle kaside kısa bir fahriye bölümüyle son bulur.
Gerek Câhiliye döneminde gerekse İslâm’dan sonra övgü kasidelerinin gele-nekleşmiş olan bu bölümlerine bâdiyeli-şehirli bütün şairler tarafından uzun bir süre özenle riayet edilmiştir. Nitekim İbn Kuteybe ve ona uyanlar bu geleneğin dışına çıkanları eleştirmişlerdir. Konuyu akılcı bir yaklaşımla irdeleyen İbn Reşîk çöl hayatı yaşamamış olan şehirli şairlerin çölden, çöl yolculuğundan, onun sıkıntı ve eziyetlerinden söz etmelerini şiir sanatı açısından gerçekçi ve doğru bulmaz. İslâm devrine girildiğinde Arap şiirinde methiye karşılığında maddî kazanç sağlama geleneği iyice yaygınlaşıp yerleşmiş bir durumdaydı. Mekke’de Hz. Peygamberin ortaya çıktığını duyan Meymûn b. Kays el-A’şâ bir methiye nazmetmiş ve sırf mükâfata nail olmak için Yemâme’den Mekke’ye gelmişti. Bu güçlü şairin müslüman olması ve dolayısıyla İslâm’ın kuvvet kazanmasından endişelenen Kureyşliler kendisine 100 deve vererek şairi geri çevirmiş ve Resûl-İ Ekrem’le görüşmesini engellemişlerdir.
Kur’an’da susuz develer gibi vadi vadi, kapı kapı dolaşan, azgınlarla arkadaş o!an ve gerçek dışı şiirler üreten şairlerin yerilmesi [Şuarâ 26/224-226]çeşitli hadislerde yalan ve bâtıl övgülerle yüze karşı yapılmış medihlerin yasaklanması övgü şiirlerine itidale dayalı gerçekçi bir anlayjş getirmiştir. Bunun sonucunda Hz. Ömer gibi ileri gelen bazı sahâbîler, şairlerin bu tür methiyeler karşılığında bağış almasını hoşgörüyle karşıladıkları gibi Câhiliye devrinin ünlü şairi Züheyr b. Ebû Sülmâ’-yı da övdüklerini sadece onlarda bulunan sıfatlarla methetmesi sebebiyle takdirle karşılamışlardır. Başta “şâirü’n-nebî” Hassan b. Sabit olmak üzere Kâ’b b. Mâlik, Abdullah b. Revâha ve Ma’n b. Evs gibi ilk müslüman şairlerin Hz. Peygamber ve müminler için nazmettikleri methiyelerde bu itidal ve gerçekçi anlayış hâkimdir. Ayrıca şairlere beytülmâlden yardım sağlandığı için menfaat uğruna yalan, abartı ve tekellüf dolu övgülerin naz-medilmesi azalmış, birçok şairin şiirinde İslâmî değerler terennüm edilmiş, övgü fertlerden ziyade yeni dinin tanınmasına ve toplumun sorunlarına yönelmiş, büyük ölçüde çöl hayatıyla ilgili girişler azalmıştır. Bu türün en eski Örnekleri arasında Resûl-i Ekrem için müşrik Meymûn b. Kays el-A’şâ’nın yazdığı kaside yer alır. Ondan sonra Kâ’b b. Züheyr’in kasidesi gelir.[bk. Kasîdetü1-Bürde] Hz. Peygamber’in vefatı için yazılan methiyelerin birçoğunda mersiye özellikleri de yer almıştır. Onunla birlikte Ehl-i beytinin de övüldüğü, Kümeyt el-Esedî, Di’bil el-Hu-zâî, Mihyâr ed-Deylemî ve Şerîf er-Radî gibi şairlerin methiyelerinde bu nitelik açıkça görülür. Resûl-i Ekrem’in vefatının hemen ardından sahabe tarafından naz-medilmiş şiirlerin mersiye olduğunda ihtilâf bulunmamaktadır. Fâtımîler’le Mem-lükler devrinde Peygamber övgüleri doruk noktasına ulaşmış ve VII. (XIII.) yüzyılda Bûsîrî, İbnü’l-Fânz, Emînüddin el-Erbilîve Muhyiddin Jbnü’l-Arabî’nin kasi-deleriyle Peygamber övgülerine tasavvufî coşku ve renk gelmiştir.
Vlll. (XIV.) yüzyılda Safiyyüddin el-Hillî-nin el-Kûiiyetü’l-bedfiyye’sıyte, genellikle adedi 150’ye ulaşan beyitlerin her birinde en az bir edebî sanatın icra edildiği “bedîiyye” adiı uzun kasidelerle Resûl-i Ekrem’e ait methiyeler çığırı açılmış. İbn Câbir el-Hevvârî el-Endelüsî, İzzeddin el-Mevsılî, İbn Hicce el-Hamevî. Şa’bân el-Âsârî, Celâleddin es-Süyûtî, Âişe el-Bâûniyye ve Abdülganî en-Nablûsî gibi birçok kişi nazmettikleri bedîiyyelerine şerh de yazmışlardır. Öte yandan Endülüs ve Kuzeybatı Afrika’nın melik ve halife saraylarında, her yıl Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü kutlamaları münasebetiyle düzenlenen şiir yarışmalarında derece alan ve “mevlidiyye mîlâ-diyye Idiyye” adları verilen, İbn Haldun, İbn Hatime. İbn Zümrekve Lisânüddin İbnü’l-Hatîb gibi müellif ve şairlerin nazmet-tiği kasideler de Peygamber övgüleri arasında önemli bir yer tutar. Ayrıca Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Mustafa Zey-nüddin el-Hımsîve Ca’fer b. İsmâi! e!-Berzencî gibi nâzımların mevlid türü manzumeleri de bu arada sayılabilir. Ancak gerek tasavvufî mahiyette gerekse meviid ve mevlidiyye türündeki methiyeler bazılarınca küfür ve dalâlet olarak nitelendirilebilecek olan abartılar içerir. İslâm’ın ilk yıllarından günümüze kadar Resûl-i Ekrem hakkında methiye yazmayan çok az Arap şairi vardır. Peygamber methiyelerini el-Medâ3ihu’n-nebeviyye gibi isimler altında toplayan ve inceleyen eserler telif edilmiştir. Bu tür kitaplar arasında Zekî Mübârek’in el-Medâ’ihu’n-nebe-viyye fi’I-edebi’l-cArabî, Yûsuf en-Nebhânî’nin el-Mecmûatü ‘n-Nebhâniyye h’l-medffihi’n-nebeviyye ve Sâbikâtü’l-ciyâd fî medhi Seyyidi’l-‘ibâd, Muhammed b. Sa’d b. Hüseyin’in eJ-Meda’ihu ‘n-nebeviyye, Selâhaddin es-Sibâî’nin Gurretü’l-medâ’ihi’n-nebeviyye ve M. Salim Muhammed’İn el-Medâihu’n-nebeviyye adlı eserleri sayılabilir. Mahmûd Sâmî el-Bârûdî ile Ahmed Şevki’nin de bu aiandaki kasideleri meşhurdur.
Emevîler devrinde methiyeler şairlerine verilen bol ve değerli hediyelerin etkisiyle daha da gelişerek Arap şiirinin en itibarlı türü haline geldi. Şairler arasında AhtaS, Nâbiga eş-Şeybânî, Zürrumme. Accâc ve oğlu Ru’be gibi methiyenin bütün bölümlerine yer veren ve çöl hayatının izleriyle Câhiliye devri methiye geleneğini sürdürenler olduğu gibi Cerîr b. Atıyye, Ferezdak, Küseyyir, Kutâmî, A’şâ Hemdân gibi eski övgü kasidelerinin gerek sıralanmasında gerek çöl hayatı izlerinin hafifletilmesinde yaptıkları değişikliklerle birlikte övgüye İslâmî öğeler katmış olan muhafazakâr şairler de vardır. Bunlardan başka şiirlerini köy hayatı, çöl ve tabiat tasvirlerinden arındırıp girizgâhta gazeli hâkim kılmak gibi methiyeye yeni ve şehirli bir zevk getiren İbn Kays er-Rukayyât. İbrahim b. Herme, Zeyd b. Amr el-Ahvas, Nusayb b. Rebâh gibi şairler de olmuştur. Ayrıca Emevîler’i, Zübeyrîler’i (Abdullah b. Ztibeyr taraftarları), Şîave Hâricîler’i öven siyasî, dinî grupların şairleri de bu dönemde önemli eserler meydana getirmişlerdir. Cerîr, Ferezdak ve Ahtal’ın “nekâiz” (atışmalar) türü şiirleri arasında da methiyeler bulunuyordu. Bu dönemde methiyeye mizahî çeşni getiren ilk şair Hakem b. Abdel’dir. Bu tür Abbasîler devrinde Ebû Dülâme ile doruk noktasına ulaşmıştır.
Abbasîler döneminde başta halifeler olmak üzere devlet ricalinin malikâne ve saraylarının kapılarını sonuna kadar şairlere açmaları neticesinde bazılarının küfre vardığı ileri sürülen aşırılık ve abartılarla dolu uzun methiyeler çığın açılmış oldu; zalimler, en ideal sıfatlarla Övüldü. Buhtürî ve Mervân b. Ebû Hafsa gibi şairler bu özellikteki methiyeleriyle büyük mükâfatlar elde ettikleri gibi Mervân b. Ebû Hafsa da Emevî ve Abbasî devirlerinde övgüleriyle yüklü servet elde eden şairlerden olmuştur. Hârûnürreşîd zamanında saraya sunulan methiyeleri değerlendirip ödüllendiren Dîvânü’ş-şi’r dairesi ihdas ediidi. Bu dönemdeki methiyelerin bir kısmı zamanın tarihî olaylarını da yansıttığından birer belge niteliğine sahip olmuştur. Taberî’nin birçoğunu tarihine tam olarak aldığı bu örneklere Seyyid el-Himyerî’nin Hz. Ali’ye dair nakillerini, Eş-ca’ es-Sülemrnin Hârûnürreşîd’in Bizans’a karşı kazandığı zaferini. Ebû Temmâm’ın Mu’tasım-Billâh’ın Ammûriye (Amarİon) seferini anlatan methiyelerini eklemek gerekir. Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle’nin saray şairi Mütenebbî’nin onun hakkında ayrı bir divan teşkil edecek kadar çok olan methiyeleri (Seyfiyyât). Haçlı seferlerine hükümdarın maiyetinde katılan şairin gözlemlerini aktarması bakımından tarihî belge değerindedir.
Memlükler zamanından itibaren caizelerin azalmasına paralel olarak övgü şiirleri eski heyecanını yitirmekle birlikte Trablusşam’da hüküm süren Benî Am-mâr ve bazı Selçuklu emirleriyle ileri gelen birçok devlet adamına methiyeler yazan İbnü’l-Hayyât et-Tağlebî yanında Ba-hâeddin İbnü’s-Sââtî gibi şairler bu geleneği sürdürmeye çalışmıştır.
TDV İslam Ansiklopedisi