Mevdudi (1903-1979) Pakistanlı âlim ve düşünür, Cemâat-i İslâmî teşkilâtının lideri.
3 Receb 1321’de [25 Eylül 1903] Hindistan’ın Haydarâbâd (şimdiki Maharashtra) eyaletine bağlı Evrengâbâd kasabasında doğdu. Kendisine büyük dedesi Ebü’l-A’lâ’nın (ö.935/1529) adı verildi. Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için Seyyid Ebü’i-A’lâ olarak anıldı. Aslen Heratiı olup soyu Çiştiyye şeyhlerinden Mevdûd-i Çiştî’ye ulaşmaktadır. Annesi Rukiye Begüm, Âlemgîr Evrengzîb zamanında Orta Asya’dan Hindistan’a göç eden Türk asıllı bir ailenin kızıdır. İlk öğrenimine avukat olan babası Seyyid Ahmed Hasan’dan Farsça, Urduca, Arapça, mantık, fıkıh ve hadis dersleri alarak başladı. 1914’te Batı tarzında ve geleneksel İslâmî usule göre eğitim veren Medresetü’l-fevkâniyye’nin sekizinci sınıfına kaydoldu. 1915″te ailesinin Haydarâbâd’a taşınmasının ardından eğitimini buradaki dârülulûmda sürdürdü. Kısa bir müddet sonra babasının sağlığının bozulması üzerine okuldan ayrılıp ailesinin geçimine katkıda bulunmaya çalıştı, eğitimine kendi çabasıyla okul dışında devam etti. 1918’de Delhi’ye taşınarak burada çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başladı. 1919’da kardeşi Ebü’l-Hayr ile birlikte Cebelpûr’da Kongre Partisi’ne yakın kişilerin çıkardığı Tâc isimli haftalık gazetenin editörlüğünü üstlendi. 1920 sonlarında sömürge idaresini tenkit ettiği bir yazısından dolayı gazete kapanınca Delhi’ye döndü. 1921 yılı başlarında Cem’iyyet-i Ulemâ-i Hind’in çıkardığı Müslim (1925’ten itibaren Cem’iyyet) adlı gazetenin editörlüğünü yaptı. Cem’ıyyefteki bir seri yazısı el-Cihâd fi’l-İslâm adıyla kitap haline getirildi (A’zamgarh 1930], Bu yazılarında Hinduizm. Budizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki kutsal savaşla İslâmî cihadı karşılaştırıp cihadın güçsüzlerin (müstaz’af) sömürü, baskı ve zulümden kurtuluşunu sağlayan olumlu ve ahîâkî yönlerini ortaya koydu. 1920’li yıllarda Hindistan Hilâfet Hareketi’ne katılan Mevdûdî yazılarında çoğunlukla müs-lümanların içinde bulunduğu kötü durumu ele aldı. Hilâfet hareketinin başarısızlıkla sonuçlanmasının arkasından vuku bulan Hindu-müsiüman çatışmaları Mev-dûdî’nin fikir hayatında derin izler bıraktı. Bir ara, İngilizler’in Hindistan’ı işgaline karşı çıkarak burada yaşayan müslüman-ların Afganistan’a göç etmesi gerektiğini savunan Hindistan Hicret Hareketi’ne katıldı. Bu arada Ebüzziyâd Niyâzî’den “ders-i nizamî” denilen farklı bir yöntemle Arapça, fıkıh, edebiyat, mantık ve kelâm okudu; ardından Fetihpûrî Medrese-si’nden de icazet aldı. Ayrıca İngilizce öğrendi.
1928’de Haydarâbâd’a (Dekken) donen Mevdûdî 1932’de Tercüm&nü’î-Kur^ân dergisinin editörlüğünü üstlendi. Bu dergi vefatına kadar onun fikirlerinin yayılmasında önemli bir işlev gördü. 1938’de Muhammed İkbal’in daveti üzerine Pathankod’a bağlı Cemâlpûr köyüne (Doğu Pencap) gidip bir eğitim ve araştırma kurumu olarak düşünülen dârülislâmın kuruluşunda görev aldı. Bu merkezde ilmî çalışmaların yanı sıra siyasî faaliyetlerde de bulunmak isteyince vakfın kurucularından bazılarıyla arası açıldı. 1939’da dâ-rüiislâmı bırakarak Lahor’a yerleşti.
Mevdûdî 1930’lu yılların sonlarında, Hindistan’ın bütünlüğünü koruyarak İngiliz işgalinden kurtulmasını savunan Di-yûbend merkezli Cem’iyyet-i Ulemâ-i Hind’in Hint milliyetçiliği tavrına karşı çıktı. Öte yandan müslümanların bağımsız bir devlet kurmasını savunan Muhammed Ali Cinnah’ın öncülük ettiği Hindistan Müslümanları Birliği’ne de İslâmî esaslara yeterince hassasiyet gösterilmediği gerekçesiyle mesafeli durdu. Böylece her iki grupla da fikir ayrılığına düşen Mevdûdî yeni bir hareket başlatmaya karar verdi ve kendisiyle benzer düşünceleri paylaşanları toplantıya çağırdı. Toplantıya katılan yetmiş beş âlim ve aydınla birlikte 25 Ağustos 1941’de Lahor’da Cemâat-i İslâmî teşkilâtını kurdu, başkanlığına da kendisi seçildi. 1942’de teşkilâtın merkezi Pathankod’a taşındı. 19 Nisan 1945’te Pathan-kod’daki dârülislâmda Hindistan çapındaki 800 delegenin katıldığı genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada İslâmî hareketin mahiyet ve geleceğini çeşitli boyutlarıyla ortaya koydu. 1947’de Pakistan’ın kuruluşunun ardından Cemâat-i İs-lâmî’nin Hindistan ve Pakistan’da iki ayrı teşkilât haline getirilmesi üzerine Mevdûdî Pakistan tarafında kalan Lahor’a yerleşti ve Cemâat-i İslâmî-i Pakistan’ın liderliğini üstlendi. Teşkilât bundan sonra Pakistan’ın yönetiminde İslâmî kuralların geçerli olması için faaliyet gösterdi. 1948 yılında İslâmî içerikli bir dizi radyo programı hazırlayan ve Lahor Hukuk Fakültesi’nde İslâm hukuku ve anayasasına dair konuşmalar yapan Mevdûdî, İslâmî bîr anayasa talebiyle ulemâ ve diğer müsiüman gruplarla İş birliğine girişti. Cemâat-i İslâmî’nin görüşleri, Pakistan’ın kuruluşundan ilk anayasanın kabul edildiği 1956 yılına kadar müsiüman ittifakın taleplerini yönlendirdi. 1948 Martında cemaatin Karaçi’deki ilk genel konferansında Mevdûdî yeni kurulan Pakistan Devleti’nin şu esaslar üzerine oturtulması gerektiğini açıkladı: Pakistan hükümeti mutlak hâkimiyet sahibi Allah’ın iradesine ve emirlerine uymalıdır; İslâm hukuku ülkenin temel yasasını oluşturmalıdır; İslâm hukukuna aykırı her türlü yasa geçersizdir; hükümet iktidarını ancak İslâm hukuku çerçevesinde kullanabilir. Bu esasların ülke çapındaki bir kampanyaya dönüştürülmesi iktidarı rahatsız etti. Hükümetin politikalarını da eleştiren Mevdûdî ve teşkilâtın önde gelenlerinden bazıları 4 Ekim 1948’de tutuklandı. Kamuoyundan gelen büyük tepkiler sonunda 28 Mayıs 1950’de serbest bırakılan Mevdûdî. 21 Ocak 1951 ‘de farklı görüşlerdeki İslâmî grupları bir araya getirmek düşüncesiyle bunların yirmi bir temsilcisinin Karaçi’de toplanmasını sağladı. Bu âlimler.
Mevdûdî’nin ortaya koyduğu İslâm devletinin ilkeleri hususunda anlaşmaya vardıklarını ilân ettiler. İki yıl sonra düzenlediği benzer bir toplantıda da aynı konuda ulemânın onayını ve desteğini aldı.
Ülkede tehlikeli bir şekilde yayılmaya başlayan Kâdiyânîlik aleyhinde hazırladığı Kâdiyânî Mes’eîe adlı risalesi [Karaçi 1953]yasaklanan Mevdûdî, Cemâat-i İs-lâmî’nin 1953’te Pencap’ta düzenlediği Kâdiyânîiik karşıtı gösterileri yazılarıyla kışkırttığı gerekçesiyle askerî mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırıldı.[11 Mayıs 1953] Dünya çapındaki baskılar üzerine cezası önce sivil bir mahkeme tarafından ömür boyu hapse çevrildi, ardından yüksek mahkemede beraat etti.[22 Nisan 1955] 24 Ocak 1956’dan itibaren İslâm anayasası konusunda seri konferanslar vermek için Doğu Pakistan’ın (şimdiki Bengladeş) önemli şehirlerini gezdi. 1956 anayasasında İslâmî temellere dayanan bir toplum oluşturulmasını, kanunların Kur’an ve Sünnet ışığında düzenlenmesini öngören maddelere yer verilmesinde Mevdûdî’nin ve lideri bulunduğu örgütün etkisi büyüktür. Anayasanın bu yapısı Cemâat-i İslâmî’nin siyasî bir parti haiine gelmesine zemin hazırladı. Ancak 1958’de Eyyûb Han’ın yönetime el koymasıyla anayasa yürürlükten kaldırıldı ve diğer siyasî partiler gibi Cemâat-i İslâmî’nin de faaliyetleri durduruldu.
24 Haziran 1956’da hac yolculuğuna çıkan Mevdûdî. Beyrut ve Dımaşk’a uğrayarak İhvân-ı Müslimîn’in önderleri ve bazı âlimlerle görüş alışverişinde bulundu. 3 Kasım 1959 tarihinde, yazmakta olduğu tefsir için bilgi toplamak ve Kur’an’da adı geçen yerleri görmek üzere Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Mısır’ı kapsayan üç aylık bir seyahate çıktı. Bu seyahati Se-fernâme-i Arzı’l-Kur^ân adıyla kitap haline getirildi.[Lahore 1962] 1960 11 yılların başında Suudi Arabistan kralı tarafından henüz kuruluş aşamasında olan Medine’deki el-Câmiatü’l-İslâmiyye’nin akademik yapısıyla ilgili görüşleri istendi. 1962′-deki açılışından itibaren de üniversitenin ilim heyetinde yer,aldı. 2 Mart 1961’de Lahor’da askerî rejim tarafından yürürlüğe konan aile hukuku kararnamesiyle ilgİİİ olarak yapılan bir toplantıda Mevdûdî, Kur’an ve Sünnet’e aykırı bulunan kararnamenin kınanmasını sağladı. Ekim 1963’te Pakistan’daki siyasî faaliyetlerin serbest bırakılmasından sonra Lahor’da Cemâat-i İslâmî’nin düzenlediği toplantıdaki suikast girişiminden yara almadan kurtulan Mevdûdî,
Eyyûb Han’ın hazırlattığı anayasaya karşı çıkmasının ardından 6 Ocak 1964’te tutuklandı, dokuz ay sonra serbest bırakıldı. 1965 yılı Eylül ayında Hindistan savaşının başlaması üzerine ülke savunmasında Eyyûb Han’a büyük destek verdi. 1967’de kurban bayramı hilâlinin görünüp görünmemesiyle ilgili görüşlerinden dolayı iki ay hapiste kaldı.
Aralık 1970’te yapılan genel seçimlere Cemâat-i İslâmî de katıldı, ancak seçim sisteminden dolayı oyu oranında milletvekili çıkaramadı. 2 Kasım 1972’de sağlığının bozulması yüzünden cemaatin liderliğini Miyân Tufeyl Muhammed’e bırakan Mevdûdî 1975’te cemaat şurasına politikadan çekilme tavsiyesinde bulundu, ancak bu kabul edilmedi. Mevdûdî, Zülfikar Ali Butto yönetimini şiddetle eleştirenler arasındaydı. 1977′-de başlayan Ziyâülhak askerî yönetimini ise destekledi. Mayıs 1979’da tedavi görmek amacıyla oğlunun tabip olarak bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Bir dizi ameliyatın ardından 22 Eylül 1979’da New York Buffalo’da vefat etti. Naaşı Pakistan’a götürülerek 1 milyondan fazla insanın katıldığı cenaze namazının ardından Lahor’daki evinin bahçesine defnedildi.[26 Eylül 1979] Mevdûdî, Mekke’deki Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmî’nin kurucularındandı.
- Mevdudi Eserleri, Mevdudi’nin Kitapları
- Mevdudi Görüşleri, Fikirleri, Etkileri
TDV İslam Ansiklopedisi