Mezalim Mahkemeleri, Mahkemesi, İslam Tarihinde, Hakkkında Bilgi

İstâm devletlerinde en yüksek idari-adlî yargı ve denetleme kurumu.

Mezâlim sözlükte “zalimin elinde bulu­nan başkasına ait nesne, kişinin kendisin­den zulmen alındığından şikâyetçi oldu­ğu şey, mazlum hakkı” gibi anlamlara ge­len mazlime kelimesinin çoğuludur. Hz. Peygamber’in narha dair, “Can ve mal ko­nusunda haksızlığa vesile olan şeyi (maz­lime) benim yapmamı herhalde hiçbiri­niz İstemezsiniz” mealindeki bir hadisin­de geçen kelime bu an­lamıyla diğer bazı hadislerde de kullanıl­mış Buhârî mezâlimin geçtiği hadisleri “Kitâbü’l-Mezâlim” başlığı altında toplamıştır.

Sözlük anlamına bağlı olarak mezâlim fıkıh literatüründe hem şahsa hem mala yönelik haksızlıklar İçin kullanılsa da daha çok malla ilgili hak ihlâllerinde ve “gasp, hırsızlık gibi yollarla kazanılan mal ve el­de edilen gelirler, mükelleflerden kanun­suz olarak tahsil edilen vergiler, hukuka aykırı şekilde el konulan mallar” anlamında yaygınlık kazanmıştır. İdarî ve hukukî bir müessese olarak ise mezâlim “nor­mal mahkemelerin karara bağlamakta zorlanacağı ceza ve hukuk davalarını ka­rara bağlamak ve uygulamak, idarî şikâ­yetleri dinlemek üzere oluşturulmuş yük­sek kurul” şeklinde tanımlanabilir.

Mâverdî. Ferrâ ve Nüveyrî gibi klasik müellifler, mezâlim kurumunun kökenini İslâm öncesinde Mekke’de haksızlığa uğ­rayanlara yardımcı olmak için oluşturu­lan, Hz. Muhammed’in de faaliyetlerine katıldığı, İslâm’ı tebliğe başladıktan son­ra da uygulamalarını tasvip ettiği Hilfü’I-fudûl teşkilâtına kadar götürürler. Fars hükümdarlarının mezâlim uygulamasına da işaret eden bu müellifler, Resûl-i Ek­rem’in ensardan biriyle Zübeyr b. Avvâm arasındaki su hakkı ihtilâfını çözüme ka­vuşturmasını bu uygulamaya örnek gös­terirler. Aynı örneğe atıfta bulunan geç dönem müelliflerinden Kettânî, Resûlul-lah’ın kadı ve âmillerin verdiği hükümleri gözden geçirdiğini söyleyerek mezâlim kurumunun görevini bizzat Hz. Peygamber’in yürüttüğünü belirtir. Ancak Buhârî’nin “Kitâbü’l-Mezâ!im”de yer verdiği, aralarında su hakkı ihtilâfına dair kararın da bulunduğu Resûl-i Ekrem’in kazâî ka­rarlarının hemen hepsi, sonraki devirler­de diğer yargı kurumlarından .ayrılıp ba­ğımsız hale gelen mezâlimin deği! nor­mal adlî mahkemelerin, bazıları da hisbe kurumunun yetki alanına girmektedir. Öte yandan İbnü’t-Tallâ’ el-Kurtubî. Hz. Peygamber’in verdiği kazâî hükümleri derlediği Akzıyetü Resûlillâh adlı ese­rinde bu su davasına ve diğer davalara yer verdiği halde mezâlim konusundan söz etmemektedir. Resûl-i Ekrem’in hukuk ve genel ahlâk ilkeleriyle bağdaşmayan fiil­lere karşı adaletin sağlanması yönünde titizlik gösterdiği bilinmekle beraber me­zâlimin onun döneminde genel yargının dışında bir kurum niteliği kazandığını söylemek mümkün değildir.

Mâverdî, Ebû Ya’lâ el-Ferrâ ve Nüveyrî, İslâmiyet’in ilk yıllarında din hükümlerine samimiyetle uyulmasından dolayı müslü-manlar arasında haksızlık olaylarının pek meydana gelmediğini, bazan doğabilecek haksızlıkları önleme ve giderme hususun­da öğüt ve kınamanın yeterli olduğunu, diğer ihtilâfları çözme konusunda adlî yargının kâfi geldiğini, bu sebeple Hz. Ali’­ye gelinceye kadar ilk halifeler dönemin­de mezâlime ihtiyaç duyulmadığını belir­tir. Kettânî İse Hz. Peygamber’den sonra mezâlim fonksiyonunu dört halifenin de­vam ettirdiğini söyler. Bu tesbitten Mâ­verdî ve diğerlerinin mezâlimi bir kurum olarak düşündükleri, Kettânî’nin ise me­zâlim çerçevesinde değerlendirilebilecek uygulamaları göz önünde bulundurduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Ebû Bekir’in iki yıllık hilâfet döne­minden mezâlime konu olabilecek çok az bilgi ulaşmıştır. İbn Sa’d’ın kaydettiğine göre Hz. Ebû Bekir, umre için Mekke’ye gittiğinde zulüm ve baskı yüzünden şikâ­yeti olanları dinlemek için Dârünnedve yakınında bir yere oturmuş, şikâyetçi bu­lunmayınca halkın huzurunda valiyi tak­dir etmiştir. Hz. Ömer, her yıl valileri hac­ca çağırarak hacılara valilerinden şikâyet­çi olup olmadıklarını sorar, düzenlediği oturumlarda malî yolsuzluk ve usulsüz­lükleri, zulüm ve işkence olaylarının so­rumlularını halkın huzurunda sorgular, valilerine dahi bu yönde kısas uygulamak­tan çekinmezdi. Halife Ömer, her yıl hac mevsiminde yaptığı konuşmalarda vali­lere yetkilerinin sınırlarını hatırlatırken halka da haklarını anlatmıştır. Onun me­murları aleyhindeki şikâyetleri bizzat in­celediği, bazı olayları Muhammed b. Mesleme’ye veya kurduğu tahkikat komisyo­nuna inceletip karara bağladığı belirtil­mektedir. Hz. Osman’ın da onun gelene­ğini sürdürerek valileri hac mevsimlerin­de Mekke’de topladığı anlaşılmaktadır. İbn Haldun, Abbasî Halifesi Mühtedî-Billâh zamanına kadar genelde mezâlim oturumlarını bizzat halifelerin yaptığını, bununla beraber Hz. Ömer’in bazan kadı ile birlikte oturuma katıldığını söyler. Mâ­verdî, Hz. Ali’nin mezâlim davasına konu olan bazı olayları çözüme kavuşturduğu­nu. İbn Haldun ve Makrîzî dört halife için­de mezâlim olaylarını ilk inceleyenin Hz. Ali olduğunu belirtirler. Bu ifadelerden hareketle Hasan İbrahim Hasan, Ali İbra­him Hasan ve Subhî es-Sâlih gibi çağdaş müellifler mezâlimin Hz. Ali döneminde kurulmuş olduğu görüşünü benimsemiş­lerdir.

Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân ilk defa mezâlim oturumları için belli bir gün tayin etmiş ve Kadı Ebû İdrîs el-Evdî’yi bazı davalarda yetkili kılmıştır. Bu uygulamayı daha sıkı bir şekilde sürdü­ren Ömer b. Abdülazîz, kendisinden önce­ki Emevî hanedanı mensuplarının ve va­lilerin beytülmâl ve halk aleyhine işledik­leri suçları, hukuka aykırı olarak elde et­tikleri gelirleri, gasbettikleri arazileri, yandaşlarına sağladıkları menfaatleri biz­zat başında bulunduğu mezâlim oturum­larında yargılamış ve hukuka aykırı yol­larla edinilen mallan sahiplerine iade et­miştir. Hazineye gelir sağlamak amacıyla yapılan haksızlıklar da onun döneminde hazineden ödenmiş, Irak beytüİmâlinde para kalmadığı için Şam hazinesinden pa­ra getirtilmiştir. Bu davaların sanıkları özellikle hane­dan mensupları ve devlet görevlileri oldu­ğundan Ömer b. Abdülazîz kimseye gü­venmeyip mezâlim oturumlarını bizzat yönetmiştir. Emevî hanedanından kendi­sine intikal eden mirası meşru olmadığı düşüncesiyle hazineye ve hak sahiplerine İade etmiştir. Ondan sonra gelen Emevî hükümdarları mezâlim konusuna genel­likle önem vermemişlerse de Hişâm b. Abdülmelik’in bir mezâlim davasına bak­tığı ve onun zamanında Horasan Valisi Nasr b. Seyyâr’ın Mansûr b. Ömer’i Merv’e sâhibü’l-mezâlim olarak tayin ettiği bi­linmektedir. Bununla birlikte mezâlimin Emevîler devrinde kurumsal bir nitelik kazandığını söylemek zordur.

Abbasîler döneminde mezâlim devlet idaresinin önemli unsurlarından biri hali­ne gelmiş ve üçüncü halife Mehdî-Bİllâh devrinde (775-785) kurum niteliğini ka­zanmıştır. Nitekim kaynaklarda Mehdî’-den itibaren mezâlim oturumlarına baş­kanlık eden halifelerin adları zikredilmek­tedir. Ancak Mehdî’nin babası Ebû Ca’fer el-Mansûr devrinde de mezâlim müesse­sesinin bulunduğu. Hasan b. Umâre’nin bu vazifeye tayin edildiği, ardından mezâlim görevinin kadıya verildiği, Man-sûr’un bu görevi Ebû Hanîfe’ye de teklif ettiği belirtilmektedir. Hz. Ömer devrin­de hazine adına yapılan müsadereler doğ­rudan beytülmâle konulurken daha son­ra bunlar için özel bir divan kurulmuş, bu divan Mansûr zamanında “beytü mâii’l-mezâlim” adıyla yeniden oluşturulmuş­tur. Mehdî-Billâh’ın ardından Hâdî-İlel-hak, Hârûnürreşîd ve Me’mûn mezâlim oturumları düzenlemişler, Hârûnürreşîd’-den sonra halifeler mezâlim davalarına bakma yetkisini vezirlere veya kadılara devretmeye başlamışlardır. Bununla bir­likte Muktedir-Billâh’ın. 314 (926) yılın­da mezâlim alanına giren bir davaya biz­zat nezaret ederek Vezir Ebü’l-Abbas el-Hasîbryi kadıların ve fakihlerin de bulun­duğu bir mahkemede yolsuzluk yapma veya buna imkân sağlama suçuyla yargı­ladığı bilinmektedir. Mühtedî-Billâh me­zâlimi geliştirerek kurumsallaştırmış, bu­nun için Kubbetü’l-mezâlim adını verdiği kubbeli, dört kapılı büyük bir bina yaptır­mıştır.

Aynı dönemde mezâlim müessesesi eyaletlerde de yaygınlaşmış, bu bölgeler­de yeni devletlerin ortaya çıkmasıyla bir­likte her devlet ve iktidar kurumda ken­dine göre bazı düzenlemeler yapmıştır. Mısır’da mezâlim oturumu düzenleyen ilk hükümdar olan Ahmed b. Tolun (880-884] iktidarını güçlendirmek için bu mü­esseseye büyük önem vermiştir. Burada Tolunoğulları’ndan İhşîdîler, Fâtımîler ve Memîükler’e, doğuda Kar ah anlılar, Gaz-neliier, Hârizmşahlar ve Selçuklulardan Anadolu beyliklerine kadar bütün Türk devletlerinde ve bu coğrafyada kurulan Sâmânîier’de mezâlim kurumu devlet teşkilâtının önemli bir unsuru olarak gö­rev icra etmiştir. Mahiyet ve işleyişi bakı­mından bazı farklılıklar bulunmakla birlik­te bu müessese Endülüs’te de doğudaki-ne benzer bir gelişme göstermiştir.

Devlet teşkilâtında Abbasî ve İran ör­neğini takip eden Fâtımîler’de mezâlim kurumu özel bir önem taşır. Fâtımîler’de ilk mezâlim oturumu Halife Muİz-Lidînil-lâh’ın başkumandanı Cevher es-Sıkıllî ri­yasetinde yapılmıştır. Fâtımîler’de bu mü­essese büyük gelişme göstermiş, vezir­lerin düzenlediği oturumlar için bazı teş­rifat kuralları yerleşmiştir. Selçuklular’da ağır siyasî suçlular sultanın başkanlığın­da toplanan Dîvân-ı Mezâlim’de yargıla­nırdı. Siyâsetnâme adlı eserinde mezâ­lime geniş yer veren Nizâmülmülk vezir sıfatıyla haftada iki gün Dîvân-ı Mezâlim’e reislik yapmıştır. Anadolu Selçuklu Devle-ti’nde de Mezâlim Divanı kurulduğu, sul­tanların büyük Selçuklu geleneğini sür­dürdüğü, haftada iki gün divana gelerek adalet dağıttığı, şer’î davaları kadıya havale ettiği, örfî davaları divan aracılığıyla çözümlediği kaydedilmektedir. Osmanlılar’da Mezâlim Divanı daha geniş yetki­lerle donatılarak Dîvân-ı Hümâyun adıyla ortaya çıkmıştır. Dîvân-ı Mezâlim aynı ad­la ve tarihteki benzer işlevleriyle Suudi Arabistan’da 1954’te yeniden Kurulmuş, 1963 ve 1970 yıllarında yapılan düzenlemelerle diğer mahkemelerden bağımsız hale getirilmiştir.

Mâverdî ve Ebû Ya’lâ el-Ferrâ eî-Ahkamü’s-sultaniyye’lerinde, Kalkaşendî Şubhu’l-a’şâ’da mezâlimi devletin genel yönetim teşkilâtı İçinde ele almış ve dev­let başkanının görevleri içinde mütalaa etmiştir. İbn Haldun da kurumu halifelik makamının dinî görevlerinden biri olarak yargı yetkisi içinde değerlendirmiştir. Mo­dern yazarlardan bazısı mezâlimi devletin yasama ve yargılama fonksiyonları içinde, bazısı yürütme, bir kısmı da yargı kuru­mu olarak incelemiştir.

Klasik kaynaklarda mezâlim müesse­sesinin görevlen valilerin ve yöneticilerin halka yaptıkları zulümler, maliye memur­larının mükelleflere karşı kanunsuz fiil ve icraatları, malî dairelerde gelir gider kayıt ve hesaplarıyla görevli memurların yanlış­lıkları, memur ve askerlerin maaşlarında gecikme, eksilme veya fazia ödemeden doğan ihtilâflar, İdarecilerin ve nüfuzlu kişilerin hazine yahut kendi adlarına yap­tıkları gasp ve haksız istimlâk davaları, özel veya kamu vakıflarının denetlenme­si, davalıların güçlü olması sebebiyle hâ­kimlerin verilen kararı infaz edemeyecek­leri davalar, cemaatle namaz ve hac gibi topluca icra edilen ibadetlerle ilgili mese­leler, sıradan kişiler arasındaki adlî ihti­lâflar şeklinde on maddede sıralanmıştır. Mezâlim konusunda kapsamlı bir çalışma yapan Emile Tyan kurumun görevlerini idarî ihtilâflar ve bazı kamu görevlerinin idarî denetimi, kadı mahkemelerinin de­netlenmesi ve kararlarının uygulanması, adlî ihtilâfların görülmesi ve diğer görev­ler olarak dört bölümde ele almıştır.

Devlet adamlarının halk ve yüksek dev­let görevlilerinin devlet aleyhine işledikleri suçlarla adlî yargı ve hisbe gibi idarî mü­esseselerinin güçlerini aşan davaların me­zâlim konusu olarak ön plana çıktığı, alt mahkeme kararlarının temyiz için Mezâ­lim Divanı’na sunulduğu görülmektedir. Böylece mezâlim kurumunun yargı işle­vinin genel bir yargı olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra Mezâlim Divanı azil ve ta­yin, mahkeme kararlarının icrası, fiyat ar­tışlarının önlenmesine yönelik tedbirler geliştirilmesi gibi görevler de İfa etmiş­tir.

İlk dönemlerde daha çok halifenin dü­zenlediği oturumlarda gerçekleşen me­zâlim gelişme sürecinde başkan ve üye­lerden oluşan bir kurul haline dönüşmüş­tür. Devletlere ve dönemlere göre Mezâ­lim D\van\’nvn üye ve yardımcı elemanla­rının sayısı makam ve unvanlarında bazı değişiklikler olduğu görülmektedir. Me­zâlim Divanı’nın üyeleri Mâverdî, Ebû Ya’­lâ el-Ferrâ ve Nüveyrî gibi müelliflerin ki­taplarında halife (devlet başkanı), vezir, vali veya onlar adına oturumlara başkanlık yapan mezâlim görevlileri (vâli’l-mezâlim, sâhibü’l-mezâlim / nâzırü’l-mezâlim) şeklinde beş ana sınıf olarak gösterilmekteyse de sayı bunlarla sınırlı kalmamıştır. Bunlar­dan birinin başkanlık yaptığı Mezâlim Di-vanı’nda ayrıca kadılar ve hâkimler, fakih-ler, bilirkişiler, askerî kadı ve ordu tem­silcileri (Fâtımîlerve Memlükler’de), ma­liye temsilcileri (Fâtımîler ve Memlükler’­de), muhtesib ve sâhibü”s-surtanm üye olarak görev yaptığı, hâcib, münâdî, devâdar. kıssadar ve saray çavuşlarıyla gü­venlik görevlilerinin de yardımcı sınıflar olarak çalıştığı kaydedilmektedir.

İlk devirlerde halka açık alanlarda, medrese ve mescidlerde veya hükümdar saraylarında yapılan mezâlim oturumları için Abbasîler döneminde özel mekânlar tahsis edilmeye başlanmıştır. Hâdî-İlel-hak zamanında Bağdat’ta Dârü’l-mezâ-lim adıyla bir bina inşa edilmiş, daha son­ra Mühtedî-Billâh Kubbetü’l-mezâlim’i yaptırmıştır. Fâtımîler’de halifenin sara­yında mezâlim oturumları için özel bir mekân ayrılmıştır. Nûreddin Mahmud Zengî, Halep’te ve Şam’da mezâlim otu­rumlarının düzenlenmesi için inşa ettir­diği binaya Dârüladl adını vermiş, ardın­dan dârüladller Eyyûbîler ve Memlükler’­de yaygınlık kazanmıştır.

Mezâlim, yargı fonksiyonu icra eden kadı mahkemeleriyle hisbe ve şurta teş­kilâtı gibi benzeri kurumlarla karşılaştırılmıştır. Mâverdî, mezâlimle kadı mahke­melerinin birbirinden ayrıldığı noktaları on madde halinde sıralamıştır. Bu farklı­lıkların hemen hepsi yargılama usulüyle ilgili olsa da mezâlim mahkemelerinin gö­rev alanı ve yetkilerinin diğerlerinden da­ha geniş olduğunu göstermektedir. Kadı mahkemelerinin baktığı adlî davaların ya­nı sıra, hem davalıların nüfuz sahibi olma­larından dolayı bu mahkemelerin bak­maktan âciz oldukları hukuk ve ceza da­valarına hem de idarî davalara bakan me­zâlim mahkemesi, gerek yargılama ge­rekse yargı kararlarının yerine getirilme­si açısından diğer mahkemelerden daha geniş imkân ve yetkilere sahiptir.

Mezâlim kurumunu günümüzdeki hu­kuk müesseseleriyle karşılaştıran bazı modern müellifler onu devletin yüksek bvr danışma organı olan damştaym, bir kısmı da görev benzerliğini dikkate alarak yargıtayın karşılığı olarak değerlendirmiş­tir. Devletin malî denetim organı olan sayıştayın ifa ettiği görevin mezâlim kuru­munun görevleri arasında bulunduğuna da dikkat çekilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski