Milliyetçilik, Osmanlı Devleti’nin müslüman unsurları arasında XIX. yüzyılın ikinci yansından itibaren gelişmeye başlayan siyasî-fikrî düşünce akımları içerisinde en geç ortaya çıkanıdır. Bu akım, Batı’daki örneklerinin aksine bir kısım müslüman tebaanın mevcut devlet yapılanmasından ayrılıp kendi devletlerini oluşturma arzularının sonucu değil, farklı iç ve dış dinamiklerin etkisiyle parçalanma ihtimali beliren bir yapının tebaasını meydana getiren nisbeten farklı kimliklerin yeni şartlar altında varlıklarını ve bağımsızlıklarını devam ettirmek istemeleri şeklinde değerlendirilmelidir. Bu çerçevede siyasî-felsefî anlamda bir Türk milliyetçiliği hareketinden bahsedi-lebilmesi ancak XX. yüzyıl başlarına ait bir keyfiyet olmakla birlikte buna zemin hazırlayan gelişmeler XIX. yüzyılın ikinci yarısına aittir ve öncelikle dil ve kültür ağırlıklı bir Türklük bilinci oluşturmaya yöneliktir.
Bir Tanzimat projesi olup farklı dinî [müslim-gayri müslim] ve etnik [Türk-gayri Türk] gruplardan teşekkül eden tebaayı bir millet haline getirme ve yeni şartlarda bir vatandaşlık oluşturma (millet icat etme) teşebbüsü olan Osmanlıcılık(ittihâd-ı anâsır) fikri savaşlar, ekonomik çöküntü, Balkanlar’daki toprak kayıpları, Kafkasya ve Balkanlar’dan göçmen akını gibi gelişmeler sebebiyle yerini fiilen İslâm dayanışması (ittihâd-ı İslâm) siyasetine bırakmıştı. Adı İttihâd-ı İslâm olan (1873) Osmanlıca matbu ilk risalenin yazarı Çorlulu Esad Efendi’nin ittihâd-ı İslâm’ı bir tür milliyetçilik veya müslüman milliyetçiliği olarak da yorumlaması dikkat çekicidir. Esad Efendi’ye göre Avrupa devletleri Amerika ve Rusya’da bir zamandan beri millî birlik (ittihâd-ı milel) fikri, siyasî birliği sağlamak ve yeni bir vatandaş tipi ortaya çıkarmak için gelişmiş bir fikirdir. Burada başka unsurlar yanında mezhep (din) ve ırk unsurları da birer vâsıta-ı ittihâddır. İslâm dünyasında ise vâsıta-ı ittihâd Avrupa’dakilerden farklı şekilde İslâm’dır, dindir. Böyle olunca millî birlik (milliyetçilik) îttihâd-i İslâm çerçevesinde teşekkül edecek, yeni Osmanlı vatandaşları / vatandaşlığı da aynı fikir etrafında oluşabilecektir. İttihâd-ı İslâm fikri etrafında teşekkül edecek milliyetçilik siyasî olarak halifede ve Osmanlı Devle-ti’nde temsil edilecek, fakat bütün müs-lümanları da kuşatacaktır. II. Abdülha-mid döneminin İç ve dış siyasetinde de baskın olan bu yaklaşımın hâkim atmosferinde “Türk, vatan” gibi modern milliyetçiliğin yeni anlamlar yüklediği kelimeler, gelişen basın hayatında yeni içerik-leriyle daha yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Henüz sosyolojik keyfiyetini kazanmamış olan Türk kelimesinin bu yeni dönüşümünde Batı’daki Türkoloji çalışmalarının da katkısının yanı sıra Polonyalı Mahmud Celâleddin Paşa. Ahmed Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Buharalı Şeyh Süleyman Efendi ve Ahmed Mithat Efendi gibi yazarların Türklüğe ve Türk dilinin önemine dair neşriyatı, İlmî ve kültürel Türkçülük devrinin başlangıcı olarak literatürde özellikle vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan Kafkasya ve Orta Asya’da Rus hâkimiyetinin yerleşmesinden sonra ümitlerini Osmanlılarca bağlayan Osmanlı dışı Türk unsurların faaliyetleri de bu süreçte etkili olmuş, özellikle Kırım ve Kazan aydınlan arasında panslavizme karşı geliştirilen pantürkizm akımı yankılarını çok geçmeden Osmanlılar’a da ulaştırmıştır. Yusuf Akçura’nın Jön Türkler’in boş yere Osmanlıcılık üzerinde ısrar ettikleri gerekçesiyle 1904 yılında Mısır’da Türk gazetesinde yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyâset” başlıklı meşhur makalesi Osmanlılar arasında siyasî Türkçülüğün ilk ciddi işareti olarak değerlendirilir.
Balkanlar’da gelişen Sırp, Bulgar, Makedon milliyetçiliklerine karşı Osmanlı subayları arasında Türk kimliğine giderek artan bir eğilim söz konusudur. Bu şartlar içerisinde gerçekleşen II. Meşrutiyetin nisbî hürriyet havasında 1908’de Türk Derneği, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu. Selanik’te Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi isimler tarafından yayımlanan Genç Kalemler dergisiyle önce Türk Yurdu Cemiyetİ’nin ve daha sonra Türk Ocağı’nm yayın organı olan Türk Yurdu dergisi, Türkler’e İslâm ve Osmanlı kimliği yanında ayrıca bir Türk kimliği kazandırmaya yönelik yazılarla dikkat çekti.
Bu yeni dönemde ana fikir, asrın ruhunun milletleşme olduğu ve dünyanın bu en müessir akımından Türkler’in istisna edilmesinin imkânsızlığı idi. Yusuf Akçu-ra buna “kâbil-i tatbik” olma unsurunu da ekledi. Bu durumda izlenecek tek siyaset önce Osmanlı dünyasındaki Türkler’in millî kimliğini tesis etmek, ardından bütün Türkler’i birleştirmeye (Turan) yönelik bir yol tutmaktı. Türkçülüğe Özellikle İslâmcılar’ın, “İslâm’da dâvâ-yı kavmiyyet yoktur” gerekçesiyle yönelttikleri eleştiriler Türkçüler tarafından İslâm’ın millet gerçeğini Kabul ettiği, Türkler’in millet mefkuresinin Türklük, ümmet mefkuresinin de İslâm olduğu, Türkçülüğün nihaî bir dünya görüşü değil mevcut gerçekliğin dayattığı siyasî bir yol sayıldığı gibi Türkçü – İslamcı denilebilecek bir tavırla cevaplandırılmıştır.
İslâm dünyasında ve Osmanlı topraklarında yeşermeye başlayan milliyetçilik etrafındaki fikirler kavramsal çerçeveyi de etkileyecektir. Tartışmaların başladığı XIX. yüzyılın son çeyreğinde aynı anlam dairesi içinde yer alan üç kavramdan millet din ekseninde, kavim kan bağı, akrabalik-kabile ekseninde, cins ırk ekseninde tanımlanıyordu. Avrupa’da gelişen milliyetçilik hareketleri için kavim-kavmiyet kelimelerinin kullanılması da bu çerçeve içinde doğruydu.[Mehmed Akif’in [Ersoy] 1913 tarihli, “Hani milliyyetin İslâm idi… kavmiyyet ne!” mısraı bu çerçeveye atıfta bulunur] Fakat İslâm dünyasında yükseliş gösteren milliyetçilik hareketlerine hem meşruluk kazandırmak hem de onları dinî bir çerçevede yorumlayabilmek için “nation” karşılığı olarak kavim kelimesinin değil milletin ısrarla tercih edildiği görülecektir. Bu süreçte millet kavramı kavim kavramına doğru yaklaşacak, buna paralel olarak ümmet din eksenli siyasî ve içtimaî bir millet fikri için kuvvet kazanacaktır. Ümmetçilik fikrinin giderek daha fazla milliyetçilik fikrinden uzaklaşması sürecinin kaynağı da bu kavramsal kaymalardır.
İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e geçişte Türkçülük milliyetçilik, millî kimliğin oluşması ve İslâm’ın bu kimliğin aslî bağlayıcı unsuru olduğu tezi üzerine bina edilmiştir. Bu yaklaşım, Cumhuriyet’in mübadeleye esas teşkil eden Türk tanımlamasında da kendini göstermiştir. Ancak Cumhuriyet’in giderek modern, seküler ve devletçi eksende Osmanlı geçmişinden soyutlanmış yeni bir devlet formu üzerinde yoğunlaşmasıyla bir İttihat ve Terakkî bakiyesi olarak değerlendirilen bu anlayış etkisini kaybetmiştir.
Cumhuriyet devrinde en azından 1930′-lara kadar olan zaman diliminde milliyetçilik, bir millî kimlik inşası hedefinden ziyade siyasî bir millet meydana getirme düşüncesi olarak hâlâ ümmet şuuru baskın olan halkı modernleştirmeye ve yeniden şekillendirmeye dönük, dış Türkler’i devre dışı bırakan bir karakter arzetmektedir. Bu şartlarda Cumhuriyet’in ilk yıllarında millet anlayışı etnik değil kültürel esaslıdır ve bir bakıma Tanzimat’ın bütün tebaayı Osmanlı kimliği altında birleştirme projesinin benzeri olarak Cumhuriyet de Türkiye sınırları içerisinde kalan bütün müslüman tebaayı Türk üst kimliği altında toplamayı hedeflemiştir.
Resmî bürokrasinin dışındaki aydınlar tarafından temsil edilen ve tek parti döneminin şartlarında İslâmî referansları neredeyse tamamıyla dışlayan, ayrıca komünizm düşmanlığına yönelik ırkçı-Turancı siyasî açılımlar teklif eden en güçlü eğilim, 1930’ların başında yayın hayatına giren Atsız mecmuası etrafında gelişmeye başlamıştır. Bunu Reha Oğuz Türkkan. Rıza Nur, Necdet Sancar gibi isimlerin çıkardığı veya yazılar yazdığı Çağatay, Ergenekon, Bozkurt, Gökbörü, Tanrıdagı gibi dergiler takip etmiştir.
1924’ten 1960’lı yılların sonlarına kadar İslâmî ve muhafazakâr gruplar bir ölçüde dönemsel öğeler dolayısıyla, bir bakıma da yakın tarihî kaynaklarında bulunduğu için kendilerini milliyetçilik şemsiyesi altında ifade etmişlerdir. Türkçü-Turancı milliyetçi çizgiden ayrı olduklarını vurgulamak için kullandıkları ifade “muhafazakâr milliyetçilik”tir. Bu terkipteki muhafazakâr kelimesi bir tarafıyla İslâmî endişeleri, diğer tarafıyla da millî-dinî öğeleri ifade etmektedir. Siyasî merkezin bu milliyetçilik anlayışına verdiği isim “mutaassıp mil!iyetçilik”tir.
Cumhuriyet devrinde en az üç farklı yorumu bulunan Anadoluculuk fikriyatı da Türk milliyetçiliği içinde önemli bir damarı oluşturur. Fikrî-edebî yönden Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir), akademik yönden arkeoloji ve bazı sanat tarihi uzmanlarının temsil ettiği Anadolu milliyetçiliği genel olarak Anadolu’daki İslâmiyet öncesi kültür ve medeniyet birikimine (Hitit, Yunan) vurguda bulunuyor ve bunları kurucu unsur haline getiriyordu. Bu tezin Cumhuriyet ideolojisinin resmî teziyle yakınlaşan tarafları da vardır. Yahya Kemal’in (Beyatlı) başını çektiği,
Dergâh mecmuası çevresiyle temelleri atılan ikinci Anadoluculuk fikri tarihi, tarihî gerçekleri hissî ve kültürel bir formda yorumlayarak inşa edilmiştir. Bu milliyetçilik yorumunda İslâm ve müslüman Türkler’in Anadolu’ya gelişi (1071 vurgusu da var) önemli sayılmakla beraber kurucu bir unsur olmaktan ziyade diğer bütün unsurları bünyesinde toplayan ve devamlılıklarını sağlayan önemli bir şemsiye veya koruyucu daire mahiyetindedir. Akademik yönden bu çizgiyi sürdüren kişilere örnek olarak Hilmi Ziya Ülken verilebilir. Üçüncü Anadoluculuk yorumunun kurucusu Nurettin Topçu’dur. Milliyetçilik ve muhafazakârlık yorumunun merkezine İslâm’ı, özellikle tasavvufu yerleştiren Topçu’da, tasavvufî İslâm, hem başat kurucu ve devamlılığı sağlayıcı temel unsur hem de kriz dönemlerini anlamak ve aşmak için müracaat edilecek ana kaynaktır. 1071 vurgusu burada da güçlü bir unsurdur. Fakat tarih ve coğrafya merkezli Anadoluculuk yorumlarına ciddi tenkitler yöneltilmiştir. Modernleşme döneminde ağırlıklı biçimde tenkit ve tasfiye alanı olarak görülen tasavvufun hem bir felsefe hem de bir içtimaî yapı şeklinde Anadolu milliyetçiliğinin merkezine yerleştirilerek yeniden inşası ve yorumlanması Topçu’ya özel bir yer kazandırmıştır.
Daha çok devletin güçlenmesi ve bekası ile komünizm düşmanlığına odaklanan 1950 sonrası Türk milliyetçiliği fikriyatı, İslâmî köklerini tekrar kazanma eğiliminde olup milliyetçiliği dinî bir çerçevede tanımlamakta, ırkçı-Turancı eğilimlerin tesirinin giderek zayıfladığı bir karakter arzetmektedir. Bu tarihten sonraki Türk milliyetçiliğinin hâkim özelliklerini yansıtan ana çizgi zaman zaman maneviyatçı, mukaddesatçı ve muhafazakâr gibi tanımlamalarla birlikte zikredilir.
- Milliyetçilik Akımı, Hareketleri -İranda, Farslarda-
- Milliyetçilik Akımı, Hareketleri -Araplarda-
- Milliyetçilik Nedir, Akımı, Tarihi, Tanımı
TDV İslâm Ansiklopedisi