Milliyetçilik Nedir, Akımı, Tarihi, Tanımı, Hakkında Bilgi

Belirli bir coğrafyada ortak kültürel ve / veya etnik kökene sahip toplulukların si­yasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dinî düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlam­da millî devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak milliyetçili­ğin 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından ge­liştiği kabul edilir. Kısa zamanda meyda­na getirdiği yeni devlet örgütlenmeleri iti­bariyle bütün zamanların en etkili siyasî ideolojisi olan milliyetçiliğin modern bir kavram olmasına karşılık kişinin üyesi bu­lunduğu sosyal gruplara ve kültürel un­surlara sevgi ve bağlılık göstermesi insan­lık tarihiyle başlayan tabii bir süreçtir.

Avrupa’da parçalanmış feodal yapılar­dan mutlak monarşilere geçiş aşamasıyla belirginleşmeye başlayan kimlik homo­jenleşmesi ve Fransız İhtilâli’nden sonra bir bakıma ulus olgusu ile devletin aynî-leşmesi biçiminde olarak ortaya çıkan ye­ni devlet örgütlenmesi daha önceki feo­dal, dinî ya da imparatorluk idealleri et­rafında teşekkül eden siyasal yapılanma­lardan farklı bir oluşumdu. Bu yeni olu­şum, bir yandan halkı egemenliğin kayna­ğı şeklinde tanımlayarak din veya hane­dan kaynaklı iktidar haklarını devre dışı bırakırken öte yandan her ulusun kendi devlet örgütlenmesini gerçekleştirmesi anlayışını doğurdu. XIX. yüzyılın hâkim siyasal akımı olan bu gelişme neticesinde son iki yüzyılda 100’den fazla yeni ulus-devlet kurularak geleneksel yapılanma­lar parçalandı. XX. yüzyılda da yeni “mik-ro milliyetçilikler belirdi.

Milliyetçiliğin kökeni ve tezahürleriyle ilgili literatürde, yeni bürokratik devlet formunun meşrulaştırmasına matuf si­yasal boyutla bir millete ait olma duygu­su, din, dil, etnik yapı gibi kültürel ve ikti­sadî menfaat gibi maddî unsurlara sık sık vurgu yapılmaktadır. Milliyetçiliği bes­leyen duygu kanalları ve bunların önceli­ği şartlara göre değişmekle birlikte mil­liyetçiliğin meşruiyet zeminini oluşturma­da vatan fikri, tarihî derinlik ve dinî aidi­yet özellikle baskındır. Bu durum, gele­neksel biçimde insanların dünyayı ve ha­yatı anlamlandırmasında birinci derece­de değerlendirdikleri dinle milliyetçilik ilişkisinde ve etkileşiminde daha belirgin olabilmektedir. Bu çerçevede modern milliyetçilik, hiyerarşik değeri yüksek kül­tür unsurlarından biri olarak yücelttiği kurumlar arasında dine yer verdiği zaman eklektik bir muhteva da kazanmıştır. Bu husus, özellikle sömürgeciliğe direniş sü­recinde bazı Asya ve Afrika ülkeleriyle gü­nümüz Doğu Avrupa ülkeleri Örneğinde açıkça görülür. Böyle durumlarda genel­likle dinî inanç ve sembollerin milliyetçi­lik hedefleri doğrultusunda yeniden yo­rumlanıp siyasallaştırılması söz konusu­dur.

Günümüzde dünyanın hâkim siyasî ya­pılanmasının milletler ve siyasî sınırları­nın da millî devletler temelinde belirlen­miş olması, siyasî düşünceler tarihinin en girift konularından biri olan milliyetçiliği en liberal çeşitlerinden sol düşünce ile birlikte anılanlarına kadar bütün türleriy­le hâlâ en çok tartışılan bir vakıa şeklinde gündemde tutmaktadır. Bu alanda mev­cut geniş literatürün işaret ettiği ana hu­sus her zaman ve zeminde geçerliliği olan, sınırlan, mahiyeti ve esasları belirli bir tek millet ve milliyetçilik anlayışının ve dü­şünce sisteminin mevcut bulunmadığı­dır.

İslâm Dünyası, Batı’da gelişen siyasî milliyetçilik düşüncesinin müslüman top­lumlara intikalinde müslümanların dil ve zihniyet dünyasında daha çok dinî inanç birlikteliğine işaret eden millet kelimesi­nin bu mahiyetinden soyutlanarak etnik temelli “kavim, ırk” anlamlarında kulla­nılması ve bu anlamda bir milliyetçiliğin İslâm kültürüyle bir arada bulunup bulu­namayacağı daima tartışılmıştır. İnsan topluluklarının etnik özellikleri sebebiyle farklılaştıkları ve bunun onlar arasında statü ve değer farklılıklarına da yol açtığı şeklindeki yaklaşımın, insanlar arasında takva dışında bir farklılık sebebi tanıma­yan İslâmî düşünceye [Hucurât 49/13] aykırı olduğu açıktır. Ancak başlangıcı iti­bariyle anlam kaymasına uğrasa da za­manla sosyolojik bir mahiyet kazanan mil­liyetçilik üst kavramıyla meselâ Türkçe’­de atıfta bulunulan bütün duygu, düşün­ce ve siyasî tavır formlarını sadece bu şe­kilde değerlendirmek mümkün değildir. Esasen İslâm toplumlarında gelişen ve aşırı yorumlar içeren kavmiyetçilik, ırkçı­lık gibi yaklaşımlar marjinal akımlar ola­rak kalırken İslâ­miyet’in bir vakıa şeklinde farklı kavim ve milletlerin varlığını tasdik ettiği ve kim­lik yönünden bunlara ait olmanın bir hik­met taşıdığı da Kur’an’da açıkça zikredil­miştir.[Hucurât 49/13]

Siyasî bir hareket olarak milliyetçiliğin müslüman toplumlarda gelişmesi Batı’-dan farklı bir seyir takip etmiştir. Bu sü­reç, ya Osmanlılar’da olduğu gibi dağılmaya yüz tutan bir yapının unsurlarını bir arada tutabilmek için düşünülen Os­manlıcılık ve İslamcılık hareketlerinin ya­nında hiç olmazsa bu yapının bakiyesin­den sağlam bir bünye çikarabilme gaye­sine matuf veya somürgeleşmiş Asya ve Afrika müslüman toplumlarında önce sömürgeciliğe direniş, ardından bağımsız­lık hedefinin tahakkuku için öngörülen bir düşünce olarak gündeme gelmiştir. Ancak sonraki aşamada bu tür milliyetçi­likler varlıklarını meşrulaştirabilmek ama­cıyla giderek laikleşmiş, Batı’da olduğu gibi kendilerine uygun bir dil, tarih ve hatta ırk inşası ve gelecek tasavvuruyla farklı mecralara sürüklenmiştir.

  • Milliyetçilik Akımı, Hareketleri -İranda, Farslarda-
  • Milliyetçilik Akımı, Hareketleri -Araplarda-
  • Milliyetçilik Akımı, Hareketleri -Osmanlıda, Türkiye’de-

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski