Misafir Nedir, İslamda Misafir Ağırlamak, Hakkında Bilgi

Arapça’da “yolcu” anlamındaki müsâfir kelimesi Türkçe’de “konuk” karşılığın­da kullanılır. Arap dilinde bu mânada dafıa çok dayf kelimesi [çoğulu adyâf, duyûf, dîfân, dıyâf] geçer. Aynı kökten tü­reyen diyâfe (ziyafet) “misafir ağırlama, konuklara ikramda bulunma” demektir. Âyet ve hadislerde infakta bulunulacak kimseler arasında sayılan “ibnü’s-sebîl” “dayf” ile yorumlanmıştır. Arap­ça’da zâir de “misafir” anlamında kullanı­lır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. İbrahim’e İshak’ı müjdelemek ve Lût kavmini helak etmek için insan şeklinde gelen melekler “dayf” olarak anılır.[Hûd 11/78; el-Hicr 15/51, 68; Zâriyât 51/24; Kamer 54/37] İbrahim onlar için bir dana kesip ik­ramda bulunmuş, fakat onlar yememiş­tir.[Zârîyât 51/26] Misafir ağırlama ge­leneğini ilk başlatan kimse olduğu nakle­dilen Hz. İbrahim “ebü’d-dîfân” diye meşhurdur. Meleklerin Hz. Lût’u ziyaretleriyle ilgili âyetlerden ev sahibinin misafirini ağırla­ması yanında onu her türlü tecavüze kar­şı korumasının da görevi olduğu anlaşıl­maktadır. Yine Kur’an’da “tadyîf” (misafir etmek) fiili bir âyette, Hz. Mûsâ ile onun arkadaşının bir köy halkı tarafından ağırlanmak istenmemesi anlatılırken geçer.[Kehf 18/77] Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, kötü sözü açıkça söylemesine izin verilen zulme uğramış kimseyle ilgili âyetin [Nisâ 4/148] bir kavme misafir olup da ağırlanmayan bir kişi hakkında nazil oldu­ğu rivayet edilir.

Mekârim-î ahlâktan olan misafirperver­lik Türk ve Arap toplumlarında övünç ve­silesi bir haslet sayılmıştır. Kâşgarlı Mahmud’un verdiği örneklerde şöhretini du­yurmak isteyen kimsenin misafirini iyi ağırlaması gerektiğinden ancak konuk ağırlamayı uğur sayan nesillerin kaybolup geriye bir karartı gördüğünde çadırını yı­kan kişilerin kaldığından söz edilir. Dede Korkut hikâyelerinin daha başında konuğu gelmeyen kara evlerin yıkılması dilenir ve kocası olmadığı halde eve ge­len misafirleri ağırlayan kadın takdir edilir.

İslâm öncesi göçebe Arap toplumunda, çölün çetin şartlarında yolculuk yapan kimselerin misafir edilip ihtiyaçlarının karşılanması hayatî bir önem taşıdığın­dan misafirperverlik şeref ve asaletin ge­reği sayılmış, mürüvvet kelimesiyle ifade edilen ahlâkî erdemlerin en önemlilerin­den kabul edilmiş, Arap şiirinde övünme konularından biri olmuştur. Ancak bu­nun ardında genellikle kişilerin veya ka­bilelerin şeref ve övünç duygularını tat­min etme. şöhret kazanma ve hayranlık uyandırma arzusu yatmaktaydı. Öte yan­dan bunu Hz. İbrahim’den beri devam eden erdemli bir davranış olarak sürdü­renler de vardı. Hac ibadetinin misafirlik âdabı ve misafire ikram konusundaki an­layış ve gelenekler üzerinde önemli etki­sinin bulunduğu muhakkaktır. Mekke’ye gelen hacılar Allah’ın misafiri kabul edi­lirdi. Sikâye ve rifâdeyi Kureyş”e bir görev olarak veren Kusay. Mekke’de oturanları Allah’ın komşusu (cîrânullah) ve Ehl-i beyt’i, hac için gelenleri de Allah’ın misafirleri (dîfânullah) ve evini ziyaret edenler diye tanımlamış, onlar için hac günleri yiyecek ve içecek hazırlanmasını istemişti. Bir rivayete göre zemzemin ilk bulunuşunda Cebrail, Hz, Hacer’eonun Allah’ın misafirlerine bir ikramı olduğunu söylemiştir. Araplar’ın mi­safirperverlik konusunda övündükleri bir husus da “nîrânü’l-Arab”dan Arap ateş­leri biri olan “nârü’l-kirâ”dır. Kıra ve iktirâ” “misafire ikramda bulunma” anlamı­na gelmektedir. Bu şekilde ateş yakanlar “hâdî” lakabıyla anılırdı. Aralarındaki sürekli savaşla­ra rağmen Araplar, çölde yolculuk yapan­ların hem yollarını bulmalarını kolaylaş­tırmak hem de onları misafir etmek ama­cıyla ateş yakarlardı. Misafirliğe dair açıklamaların geniş yer tuttuğu bazı hadislerde Câhiliye kül­türü hakkında da bilgi bulunmaktadır. Ümmü Zer hadisi olarak bilinen, Hz. Âişe’-nin Hz. Peygamber’e geçmişte on bir ka­dının kocalarıyla ilgili konuşmalarını hi­kâye ettiği rivayette bunlardan bazıları­nın kocalarının misafirlerine ikramlarıyla övündükleri görülür.

Bi’setten önce de nezih bir hayatı olan Resûl-i Ekrem misafirperverliğiyle tanın­mıştı. Kendisi, ilk vahyin heyecanını ve duyduğu endişeyi Hz. Hatice’ye anlatınca Hatice onun bazı hasletlerini, bu arada misafirperverliğini de anarak korkmama­sını, Allah Teâlâ’nin kendisini mahcup et­meyeceğini söylemiştir Resûlullah gelen misafirleri asla geri çevirmez, evinde ağırlama imkânı olmadığı durum­larda onu ağırlayacak birini bulurdu. Ayrıca bütün zamanlarını İbadetle geçi­renlere ihmal etmemeleri gereken be­denî, ailevî ve insanî yükümlülüklerini ha­tırlatırken misafirlerin haklarına da dik­kat çekmiş ev sahibinin misafirin yanında güler yüz­lü olmasını, öfke ve üzüntüsünü belli et­memesini öğütlemiştir. Hemen bütün hadis mecmualarında tekrar edilen bir hadiste yer alan “Allah’a ve âhiret gününe inanan kim­se misafirine ikramda bulunsun” ifadesi müslümanlar arasında bir özdeyiş haline gelmiştir. Bu hadisin bir rivayetine göre Hz. Peygamber, “Ev sahibi misafirine ca­izesini versin” demiş, bir soru üzerine de caizenin misafiri bir gün bir gece ağırla­mak olduğunu, misafirliğin üç gün süre­bileceğini, daha fazla devam ettiği tak­dirde yapılan ikramın sadaka sayıldığını söylemiş ayrıca misafirin ev sa­hibini sıkıntıya sokacak derecede misafir­liğini uzatmasının uygun görülmediğini belirtmiştir. İslâm âlimleri bu rivayetleri farklı şekilde yorumlamışlardır. Genel kabule göre ev sahibi birinci gün misafirini gücü yettiğince özel ikramlar­la ağırlar, ikinci ve üçüncü gün aile efradı ne yiyip içiyorsa onu ikram eder. Misafir üç günden fazla kalırsa artık ev sahibinin onu ağırlama mecburiyeti kalmaz ve ye­dirip içirdikleri sadaka yerine geçer. Ha­disteki caize kelimesi, misafir olduğu yer­den ayrılan veya oraya uğrayıp geçen mi­safire verilen bir günlük yol azığı şeklinde de açıklanmıştır. Bazı âlimlere göre üç günden sonraki ikramın sadaka kelime­siyle ifade edilmesi, misafirin hali vakti yerinde ise ev sahibini daha fazla sıkıntıya sokmasının uygun olmayacağına işaret etmektedir.

Bilhassa Tebük Seferi’nden sonra “el­çiler yılı” (senetül-vüfûd) diye anılan hicre­tin 9. (630) yılında Medine’ye gelen kala­balık heyetlerin ağırlanması misafirlik âdabı konusunda birçok tecrübenin ya­şanmasına vesile olmuştur. Onlar için bazan çadırlar kurulmuş, bazan da sahabe­den evleri geniş olanlar bu konuda yar­dımcı olmuştur. Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf, ensardan Remle bint Haris evle­rinde elçileri misafir edenlerin başında gelir. Abdurrahman’in evi “dârü’d-dîfân” olarak anılırdı. Hz. Ömer misafirler için “dârü’r-rakîk” denilen evler yaptırmıştır. Bu­ralarda un, hurma, kuru üzüm ve diğer ihtiyaç maddeleri bulunurdu. Hz. Osman döneminde de dârü’d-dîfânlann kurulması devam etmiştir. Bu gelenek daha sonra vakıf yapılarının ve kervansarayların ortaya çık­masına zemin hazırlamıştır.

Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluk­lar sebebiyle misafirler oruç ve namaz gibi ibadetler konusunda hafifletici hüküm­lere tâbi tutulmuştur. İslâm âlimlerinin dinen teşvik edilen ah­lâkî erdemlerden olduğu hususunda fikir birliğine vardıkları, misafiri ağırlamanın fıkhî hükmü hakkında iki temel yaklaşım vardır. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve ulemâ­nın çoğuna göre misafiri ağırlamak sün­nettir. Ahmed b. Hanbel’den gelen bir ri­vayete ve Leys b. Sa’d’a göre ise misafiri bir gün bir gece ağırlamak vaciptir. Leys b. Sa’d, bu konuda Nisa sûresinin 148. âyetiyle Hz. Peygamber’in, “Kim bir kavmin yanına inerse onu ağırlamak onların üzerinedir” hadisini delil getirmek­tedir. İmam Şafiî, bâdiyede olsun şehirde olsun misafiri mekârim-i ahlâk çerçevesinde ağırlamayı yerine getirilmesi gereken bir görev sayar. Hadis âlimleri misafir ağırlamanın çadır halkı için ol­duğu, şehir halkı (ehl-i hadar) için bunun gerekmediği yolunda Hz. Peygamber’e nisbet edilen sözü uydurma kabul etmiş­lerdir. An­cak çölde yolculuk yapan, zor durumda kalan ve hayatî tehlikeye düşmesinden korkulan kimsenin ihtiyacının karşılan­masının farz olduğunda şüphe yoktur. Kalacak yer ve yeme içme hususunda çe­şitli imkânların bulunduğu şehirlerde ise durum daha farklıdır. Bu gibi yerlerde dahi insanların güç durumlarda kalabile­ceğini ve Hz. Peygamber’İn misafiri ağır­lamayan kişilerde hayır olmadığına dair sözlerini dikkate almak gerekir.

İbrahim el-Harbî, misafire ikramla ilgili 132 hadisi İkrâmü’d-dayf adlı eserinde bir araya getirmiştir. İslâmî literatürde misafirlik konusu ahlâkî yönüyle daha çok İbn Kuteybe’nin Uyûnü’l-ahbâr’ı, İbn Abdülber en-Nemerfnin Behcetü’l-mecâlis’l gibi edep türü eserlerde ele alınmıştır. İslâm kültürünün ve terbiyesi­nin en önemli kaynaklarını oluşturan bu tür eserlerde konuya dair hadislerle âlim, edip ve şairlere ait özlü sözlere yer veril­diği görülür. Ayrıca Ma’mer b. Müsennâ’-nın Kitâbü’d-Dîfân adlı bir eseri vardır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski