Miskin Nedir, İslamda Miskin, Ne Demek, Hakkında Bilgi

Miskin. Yoksul, düşkün anlamında bir terim.

Arapça’da sükûnet kökünden türeyen miskîn “hiç veya yeteri kadar malı olma­yan kimse, zelil, zayıf” mânasına gelir. Kök anlamından hareketle “yoksulluğun kendisini uyuşturduğu kişi” şeklinde açık­lanmasını İbn Manzûr mübalağalı ism-i fail olan kelimenin edilgen kılındığı ge­rekçesiyle isabetsiz bulur. Halk ağzında uyuşuk, tembel, zavallı, hastalıklı, Özellikle cüzzamlı kişiye de miskin adı verilir. Bazı araştırmacılara göre Akkadca’da vatandaşlarla köleler arasında­ki sınıf mensuplarından ihtiyaç sahiplerini ifade eden muşkenu  maşkenu kelimesi Ârâmîce üzerinden Arapça’ya miskin şek­linde geçmiştir. Kelime Ârâmîce ve Süryânîce’de meskînâ, İbrânîce’de misken / mis­kîn, Habeşçe’de meskân şeklinde yer alır. Dinî bir terim olarak miskin zekât, ganimet, kefaret vb. konularda hak sahibini veya yardımın ya­pılacağı yoksul kişiyi ifade etmekle birlik­te fakirle birleştiği ve ayrıldığı noktalar hususunda görüş ayrılıkları bulunmak­tadır.

Miskin Kur’an’da tekil olarak on bir. ço­ğul olarak (mesâkîn) on iki yerde geçer. Bu âyetlerde miskinlerin gözetilmesi, mad­dî yönden desteklenmesi ve yedirilmesi övülüp mağfiret sebebi sayılmış [meselâ bk. Bakara2/83,177,215; Nisâ 4/36; İnsân 76/8] haklarının verilmesi isten­miş [İsrâ 17/26; Rûm 30/38] mahru­miyet içinde bırakılması ve doyurulması­nın özendirilmemesi nankörlerin ve cehennemliklerin tutumları arasında zikre­dilmiş [meselâ bk. Hâkka 69/34; Müddessir 74/44; Fecr 89/18] onlara yardım­dan kaçmak için gizlice ürün devşirmeye kalkışanların başına gelen ibretlik felâket anlatılmış [Kalem 68/24] büyük bir suç işlemiş olsalar da kendilerine yapılagelen iyiliğin durdurulmasının yanlışlığı belir­tilmiş [Nûr 24/22] mirasın bölüşülme­sinde hazır bulunanlarının bundan na­siplendirilip gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir.[Nisâ 4/8] Bu âyetlerin Kur-‘an’m nüzul süresinin hemen tamamına yayılmış olmasından toplumun düşkün ve yoksul kesimiyle sürekli ilgilenilmesi ge­rektiği sonucu çıkarılabilir.[ayrıca bk. Fa­kir] İki âyette [Bakara 2/61;Al-i İmrân 3/112] geçen “meskenet” kelimesi -başka yorumlar da bulunmakla birlikte- daha çok horlanma, küçük düşme ve sıkıntı içinde yaşama şeklinde açıklanmıştır. Ha­dislerde de miskin sözcüğünün âyetler-dekine benzer anlam ve bağlamda sıkça kullanıldığı görülür.

Fitre, nafaka, vakıf, vasiyet, nezir, cizye gibi konularda bazı hak ve sorumlulukla­rın belirlenmesi açısından miskinin tarifi ve meskenet Ölçüsünün tesbiti önem ta­şımakla birlikte özellikle zekâtta hak sa­hiplerini sayan âyette [Tevbe 9/60] fa­kirlerle miskinlerin beraber anılması iki kelimenin anlamı hakkında geniş tartış­malara yol açmıştır. Bunların aynı anlama geldiğini ileri sürenler olmuşsa da ulemâ­nın büyük çoğunluğu fakirlik ve meske­neti zayıflık / düşkünlük sıfatı bakımın­dan ortak, ancak ya yoksulluk derecesi veya nitelik açısından farklı saymaktadır. Cumhurun üzerinde birleştiği görüşe gö­re bunların ayırıcı özelliği zayıflık ve ihti­yaç derecesidir; fakat hangisinin daha düşkün olduğunda ihtilâf vardır. Ahmed b. Hanbel, kendisinden nakledilen bir ri­vayette Şafiî, İmâmiyye ve Zâhirîler’den İbn Hazm ile Asmaî, Ebû Ca’fer Ahmed b. Ubeyd gibi dilcilere göre fakir hiçbir şeyi bulunmayan, miskin ise kendisinin ve ailesinin zorunlu ihtiyaçlarını israfa ve cimriliğe kaçmaksızın konumuna uygun düzeyde karşılayacak kadar helâl mala sa­hip olmayan veya kazanç elde edemeyen, yani geliri giderini kapatmayan kimsedir. Bu görüşü savunanların en önemli delili zekât âyetindeki sıralamada fakirlerin miskinlerden önce anılmasıdır. Ayrıca Kehf sûresinde geçtiği üzere (18/79) mis­kin gemi edinebilecek kadar varlıklı ola­bilmekte, Beled sûresinde (90/16) “toza toprağa bulanmış [şiddetli fakru zaruret içinde bulunan] miskin” şeklindeki ifade de -yanına kayıt konmasından anlaşıla­cağı üzere bu kelimenin tek başına “hiç maddî imkânı olmayan kimse” anlamına gelmediğini göstermektedir. Buna kar­şılık Bakara sûresinde (2/273) “kendileri­ni Allah yoluna adamış fakirler”in dünya­lık kazanamadığı belirtilmekte, Haşr sü­resindeki (59/8) “yurtlarından ve malla­rından uzaklaştırılan fakir muhacirlerin de hiçbir şeyi kalmadığı anlaşılmaktadır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şâfiîler’den Ebû İshakel-Mervezî ile Ebû Amr b. Alâ, Yûnus b. Habîb, İbnü’s-Sikkît, İbn Kuteybe, Sa’leb gibi dilcilere göre ise miskin hiçbir şeyi bulun­mayan kimsedir. Bu görüşü desteklemek üzere ileri sürülen başlıca deliller şunlar­dır: Beled sûresinde geçen niteleme, mis­kin kelimesinin giysisi bulunmayan veya açlıktan karnına taş bağlamış denecek kadar düşkün olanları da kapsadığını gös­termektedir. Yine Bakara sûresinde (2/ 177) miskinin dilenciden (sâil) ayrı ve ön­ce zikredilmesi ondan yoksul olduğunu ortaya koymaktadır. Kehf sûresinde (18/ 79) denizcilerin miskin şeklinde vasıflandırılması ise ellerindeki gemi gasbedildiğinde günübirlik kazanç imkânlarını yi­tirip muhtaç konuma düşeceklerini ya da onu kira veya ariyet yoluyla işlettiklerini belirtmek içindir. Ayrıca Hz. Ali’den riva­yet edilen zayıf bir kıraatte bu kelime “mesâkîn” yerine “messâkîn” (tuzcular) şeklindedir ki bu durumda karşı görüşü savunanları destekleyen delil olmaktan çıkar. Kendilerini Allah yoluna adamış fa­kirlere gelince herhalde silâhsız, teçhizatsız ve azıksız yola çıkmamışlardır. İki taraf da görüşünü destek­lemek üzere gerek hadislerden gerekse Arap şiirinden birçok delil getirmiştir.

Fakirle miskinin yoksulluk yönünden denk olduğunu düşünen âlimler ikisini ayıran nitelikler hususunda ihtilâfa dü­şünce şu ana görüşler ortaya çıkmıştır:

1. Fakir ihtiyacını gizleyen, miskinse dışa vu­ran / dilenen muhtaçtır; dolayısıyla mis­kin fakirden daha zor durumdadır. İbn Abbas, Hasan-i Basrî, Câbir b. Zeyd, Mücâhid b. Cebr, îbn Şihâb ez-Zührî, Mukâ-til b. Süleyman ve Ebû Hanîfe’nin benim­sediği bu görüş Mâlikîler’den İbn Şa’-bân’in da tercihidir.

2. Fakir dilenen, mis­kin dilenmeyen yoksuldur. Ca’fer es-Sâ-dıkbu kanaattedir.

3. Fakir özürlü / malûl, miskinse sağlıklı ihtiyaç sahibidir. Fakirin daha güç durumda ol­duğunu gösteren bu görüş Katâde b. Diâme’ye aittir.

4. Fakir muhacirlerin, mis­kin diğerlerinin düşkünüdür. Bu açıklama Dahhâk b. Müzâhim, İbrahim en-Nehaî ve bir rivayete göre İbn Abbas’tan nakle­dilmiştir.

5. Fakir müslümanların, miskin Ehl-i kitabın yoksuludur.

Miskin zimmîleri cizyeden muaf tuttu­ğu anlaşılan Halife Ömer’in zekât âyetin-deki fakirleri müslümanların, miskinleri Ehl-i kitabın yoksulları şeklinde açıkladığı rivayet edilir. İkrime el-Berberîve Züfer b. Hüzeyl’in de bu görüşte olduğu bilinmektedir. Bazı âyetlere dayanarak [Bakara 2/272; Mümtehine 60/8] müşriklerin miskinleri­ne tasaddukta bulunulması meşru sayıl­makla birlikte zekât verilmesi caiz görülmemiştir. Bu görüşü paylaşan Şâfiîler’e ve Zeydîler’e göre müslüman olmayan miskine infakta bulunulması da caiz değildir.

Tevbe süresindeki âyet (9/60) gereği miskinin zekâtta hak sahibi olduğu husu­sunda ihtilâf yoktur, fakat kendisine ze­kât verilebilmesi için bazı şartlar aran­maktadır. Enfâl süresindeki âyete göre (8/41) ganimetin beşte birinden (humus) miskinlere pay ayrılacağı hu­susunda tartışma yoksa da bunun ora­nında görüş ayrılığı vardır. Yine bazı âyet ve hadislerde çe­şitli günahlara kefaret olmak üzere ya gösterilen sıraya veya yükümlünün seçi­mine göre yapılması gereken eylemler arasında belirli sayıda miskinin doyurul­ması yahut giydirilmesi de sayılmış [Mâide 5/89, 95; Mücâdile 58/2-4] ve ramazan orucunu tutmaya güç yetiremeyen kimsenin her gün için bir miskini yedirmesi istenmiştir.[Bakara 2/184]

Câhiliye devri âdetleri arasında yer alan, güçlü zenginlere mahsus “himâ” uygulamasının yasaklanmasına karşılık miskin ve fakirlere kamu arazilerinden himâ tahsisi caiz sayılmıştır. Yine miskin­lere vakıfta bulunmanın cevazında görüş ayrılığı yoktur. Bir kimsenin miskinlere tanınan haklardan yararlanması için ma­lının olmadığını ispat etmesi istenemez; çünkü insanın asıl hali muhtaçlıktır. Ma­lının varlığı bilinen kişi bunu yitirdiğini ileri sürerek meskenet statüsünden ya­rarlanmak isterse iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.

İslâm âlimleri çalışamaz durumdaki hasta, yaşlı ve özürlüleri, yeterli geliri bu­lunmayanları, işsizleri veya çalışsa bile ağır geçim yükü altında ezilenleri sosyal adalet ve güvenlik şemsiyesi altında top­lamak istemiştir. Hz. Ömer’in bu anlayışı yansıtan tutumu, ilk dönemlerden itiba­ren İslâm devletinin miskin gayri müslim vatandaşlarının bile sosyoekonomik gü­vence altına alındığını göstermektedir.

Birçok İslâm ülkesinde başlıca şehirle­rin civarında cüzzamliların barınacağı “miskinhane” denilen cüzzamhâneler ku­rulup hem hastalığın yayılması önlenmiş, hem hastaların ihtiyaçları karşılanarak geri kalan ömürlerini daha rahat geçir­meleri sağlanmıştır. Selçuklular dönemin­de cüzzamlıların tecrit edilerek bakıldığı, “miskinler tekkesi” de denilen ihtisas hastahaneleri oluşturulmuş, bunlardan Ana­dolu’da bulunanlar Osmanlılar tarafın­dan son zamanlara kadar işletilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski