Günümüzde farklı hıristiyan kiliselerine bağlı binlerce misyoner teşkilâtıyla herhangi bir kilisenin denetiminde olmaksızın çalışan yüzlerce misyoner kuruluşu dünyanın hemen her bölgesinde yoğun bir çalışma içerisindedir. Farklı kiliselerle bunlara bağlı misyoner örgütleri faaliyet içinde oldukları yörelerde genellikle birbiriyle uyum içinde çalışmaktadır. Ancak Afrika’nın bazı yörelerinde olduğu gibi çeşitli bölgelerde birbirlerine rakip olarak çalışanlar da bulunmakta ve bu rekabet, 1990 lı yıllarda Ruanda’da yaşanan katliamda olduğu gibi bazan farklı kiliselerce desteklenen şiddet olaylarına da dönüşmektedir.
Katolik kilisesi bünyesinde kurulu olan Congregation for the Evangelization of Peoples, Katoliklik doğrultusunda Hıristiyanlığın bütün dünyada yayılmasına çalışan bir kuruluş olarak dikkati çekmektedir. Katoliklerin yanı sıra Protestanlık bünyesindeki yüzlerce kiliseye bağlı misyoner teşkilâtı da faaliyet göstermektedir. Protestan örgütler arasında özellikle evangelik akımlar dünyadaki misyonerlik faaliyetlerinde ön plana çıkmaktadır. “Bu nesilde bütün dünyanın evangelizasyonu” sloganıyla yola çıkan Amerikan ve İngiliz evangelikler, bilhassa XX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünyada kendini hissettiren yeni dünya düzeni ve küreselleşme olgularının oluşturduğu sosyal ve siyasal şartları da amaçlan için kullanmaktadırlar. Bu akımlar, özellikle sosyal ve siyasal değişim süreci yaşamakta olan veya Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’nın askerî ve kültürel etkisini yoğun şekilde üzerinde hisseden ülkelerde ÖrgütlenmeKte ve misyonerlik faaliyetlerini yoğunlaştırmaktadır. Bu gruplara ait kaynaklarca verilen istatistiksel bilgilerde, son yirmi yılda İslâm ülkelerinde yapılan misyonerlik faaliyetlerinde geçmişe nazaran dikkat çekici bir başarının sağlandığı vurgulanmaktadır. Meselâ Cezayir’de 1979’da 1200 olan hiristiyan sayısının 1999’da 12.000’e çıktığı, benzer şekilde Türkiye’de 1500 civarında evangelik hıristiyan olduğu ileri sürülmektedir.
Hıristiyan misyonerliği gerek teolojik gerekse kavramsal boyutta kendini günün şartlarına göre gözden geçirmektedir. Nitekim yakın zamanlara kadar kilisenin, hıristiyan olmayan inkarcıları hıristiyanlaştırarak ebedî cezadan kurtarma ve kilisenin yaygınlık ve egemenlik alanını genişletme aracı olarak gördüğü misyonerlik, günümüzde bizzat Tanrı’nın insanlığın kurtuluşuna yönelik bir eylem planı olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu anlayışa göre bizzat Tanrı misyonerlik faaliyetlerinin içinde kabul edilmektedir. Böylece hıristiyan misyon anlayışında kilise merkezlilikten (eklesiosentrizm) Tanrı merkezliliğe (teosentrizm) ya da daha doğru bir ifadeyle Mesîh merkezliliğe (kristosentrizm) geçiş yönünde bir gelişim yaşanmıştır.
Misyonerlerce bütün yeryüzü küresel evangelizmin faaliyet alanı olarak görülmektedir. Bilhassa XX. yüzyıl ve içinde yaşadığımız dönem, küresel evangelizm açısından misyonerliğin altın çağını yaşadığı devir olarak değerlendirilmektedir. K. S. Latourette’nin adlandırdığı şekilde [Christian Missions History: Roman Catholics, Orthodox, and Protescant Mission to the Nations] “büyükyüzyıl” olan 1914-1950 arası dönem, Roma Katolikleri ve Protestanlar açısından Hıristiyanlığın hızla genişlediği bir zaman dilimi olmuştur. İlerleyen zamanda bunu özellikle Uzakdoğu ülkelerine yönelik faaliyetlerdeki başarılar izlemiş, yakın geçmişten günümüze ise Orta Asya, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki yoğun faaliyetler takip etmiştir. Bu dönemde Hıristiyanlık’ta misyonerliğin teolojiden öne geçtiği ve değişen dünya sosyopolitik şartlarında misyonerliğin saldırgan tutumunun bir kenara bırakılarak muhatap alınan her yöreye ve mîllete göre yeni yöntemlerin geliştirildiği görülmektedir. Misyonerliğin dünya genelinde düşünülen bir aktivite olarak öne çıktığı bu devirde, misyonerlerce yeni şartlara uygun bir terminolojinin oluşturulmasına da özen gösterilmektedir. Meselâ “diyalog”, “homojen birli millî yerli kiliseler”, “halk hareketi”, “iman misyonu” vb. kavramlar misyonerlerin konuşmalarında ağırlık kazanmış bulunmaktadır.
Günümüz misyon teknikleri arasında en dikkat çekici olanı “kültüre uyarlama” yöntemidir. Bazı misyonerlerce müslümanları hıristiyanlaştırmada en büyük başarının sağlanacağı yöntem olarak görülen kültüre uyarlama Hıristiyanlığın bir kültür değil bir kült olduğu, dolayısıyla yalnızca Avrupa ve Kuzey Amerika gibi hıristiyan geleneğin hakimiyetindeki bölgelerde değil bütün dünyada yerel gelenek ve âdetlere uyarlanması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Bu yöntemde hıristiyan mesajı ve değerlerinin yerel kültürler, şartlar, değerler ve öncelikler gözetilerek sunulması hedeflenir. Böylece hıristiyan öğretileri, hıristiyan ibadet şekilleri ve kurumlarıyla hıristiyan yaşam tarzı mümkün olduğu ölçüde yere] geleneklere uyarlanıp halka sunulur. Meselâ bu metot doğrultusunda müslümanlara hitap edilirken onların kullandığı dinî terminolojinin kullanılmasına özen gösterilir ve onların çeşitli hassasiyetleri dikkate alınır. Ayrıca müslümanlar arasında manevî dinî kirlenmenin onları güvensizlik ve korkuya sevkettiği düşüncesiyle, müslümanlarla ilişki kurulduğunda onlara hıristiyan doktrinindeki kirlenmeyle ilgili anlayışların anlatılmasının önemine dikkat çekilir. Yine çeşitli konularda takınılan tutumlar her halkın Özelliğine göre ayarlanır. Meselâ Afrika’da çok eşliliğin yaygın olduğu bazı bölgelerde misyonerler poligamiye karşı çıkmamışlardır.
Hıristiyan misyonerleri kültüre uyarlama yöntemiyle iki temel amaç güder. Birincisi, misyonerliğin hıristiyan toplumların ve güç odaklarının sosyal ve politik güç ihracına hizmet ettiği yönünde hıristiyan olmayan toplumlarda oluşan kanaatin değiştirilmesidir. Misyonerlere göre, Hıristiyanlığın yerel kültür ve geleneklere uygun biçimde uyarlanması, üçüncü dünyada misyonerliğe ve Hıristiyanlığa karşı hissedilen tarihî kaygılan ortadan kaldıracaktır. Bu yöntemin bir diğer amacı da Tann’nın evrensel kurtarıcılığı inancına paralel olarak kilisenin belirli bir merkez veya merkezlerden dünyanın bütün bölgelere kaydırılması, dünyanın her tarafında kiliselerin oluşturulmasıdır. Bunun gerçekleşmesiyle Hıristiyanlığın özü ve temel dogmaları değişmeksizin farklı kültürlere uyarlanmış biçimleri dünya genelinde varlık kazanacak, böylece Hıristiyanlığın sanıldığı gibi Avrupa veya Amerika merkezli bir dîn değil evrensel kurtuluşu hedefleyen bir inanç sistemi olduğu ifade edilmiş olacaktır.
Misyonerler, diyalog etkinliklerini de Hıristiyanlığın yayılmasında bir vasıta olarak kullanmaktadır. Çeşitli kiliselere ait belge ve dokümanlarda diyalogun temelde bir misyon vasıtası olarak kavrandığı açıkça ifade edilmiştir. Protestan evangelik çevreler de diyalogun, hıristiyanlann kendi inanç ve öğretilerini diğer insanlara sunması açısından oldukça önemli ve etkili bir yöntem olduğu kanaatindedir. Misyonerlik gayesi taşımayan diyalog anlayışını eleştiren misyonerlere göre doğru diyalog yanlış yolda bulunan kişilerin, meselâ müslümanların îsâ Mesîh’e imana çağırılmasıdır; diyalogun açıkve doğru hedefi bu olmalıdır. Diyalog tartışmayı değil kurtarmayı amaç edinmelidir. Kurtuluş asla kendiliğinden oluşması beklenen bir son değildir; bunun İçin karşıdaki insanlarla samimiyet, arkadaşlık ve sempati ortamını gerçekleştirecek diyalog sürecinin kurulması gereklidir.
Misyonerlik faaliyetleri açısından yürütülen sosyal etkinlikler de son derece önemlidir. Misyonerler, aralarında faaliyette bulunulacak kimselerle olumlu ilişkilerin kurulmasında sosyal etkinliklerin önemli bir rol oynadığını düşünmektedir. “Arkadaş evangelizmi” olarak adlandırılan arkadaşlık ilişkilerinin kurulması yanında çocuk kulüpleri oluşturmak ve kreşler, anaokulları kurmak gibi çocuklara yönelik aktivitelerle düşkünlerin barındığı evlere ziyaretler düzenlemek, sağlık sorunlarıyla ilgilenmek, yalnızlık problemlerine çözüm getirmek gibi yaşlılara yönelik faaliyetler önem verilen sosyal etkinlikler arasındadır. Misyonerlerce işle-tiien kültür evleri, yetenek geliştirme ve dil kursları, dostluk evleri, bazı turizm ve danışmanlık büroları gibi kuruluşlar, onların hedef seçtikleri çevreyi tanımaları ve mahallî halkla arkadaşlık ilişkileri geliştirmeleri açısından ideal ortamlar olarak görülür.
Günümüz misyonerliğinde, özellikle Protestan evangelik kiliselerce yürütülen misyonerlik faaliyetlerinde misyon bölgelerinde kilisenin yerelleşmesine ve yere! kiliselerin oluşturulmasına özen gösterilir. Zira bu, o bölgelerde yerli haik arasında hıristiyan mesajının kalıcı olarak yer edinmesinde önemlidir. Kiliselerin yerelleşmesinde cemaatin oluşumu açısından iki kurumsal yapının tesisi önemlidir. Bunlardan birincisi uygun sosyal ve siyasal şartlar oluştuğunda ve cemaat yeterli sayıya ulaştığında resmî hıristiyan kurumlarının açtırılmasıdır. Diğer bir yapılanma ise henüz yeterli sosyal ve siyasal ortamla yeterli sayıda cemaatin olmadığı yerlerde devreye sokulan “ev kiliseleri” şeklinde cemaatlerin oluşturulmasıdır. Kilisenin yerelleşmesinde, hıristiyanlaştırılan yerli halk arasından aktif misyonerlik ve liderlik vasfına sahip yere! önderlerin çıkarılması da ayrı bir önem taşır. Zira bunların yapacağı faaliyetin her zaman yabancı misyonerlerinkinden daha etkili olacağı düşünülür.
Misyoner örgütlerince kullanılan en etkili araçlardan biri de faaliyette bulunulan bölgelerde halkın yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerin iyi incelenmesi, bu problemlerin doğurduğu şartları kullanarak misyonerliğe uygun ortamların oluşturulmasıdır. Savaşlar, iç çatışmalar, istilâlar, göçler, sürgünler, ilticalar, kıtlıklar, deprem, sel vb. felâketler misyonerler için çok elverişli faaliyet ortamı oluşturmaktadır. Özellikle günümüzde son derece örgütlü ve gerek siyasal gerekse ekonomik olarak çok iyi kaynaklara dayanan misyoner kuruluşları insanların yaşadıkları bu sıkıntıları altın fırsatlar olarak görmektedirler. Bu çerçevede Hıristiyanlık propagandası yapılan kişilerin, ailelerin eğitim ve geçim sorunlarının üstlenilmesine büyük önem verilmektedir.
- Misyonerlik Nedir -Hıristyanlıkta Dini Referansları-
- Misyonerlik Faaliyetleri, Çalışmaları -İslam Ülkelerinde-
- Misyonerlik Nedir, Tarihi, Çalışmaları
TDV İslâm Ansiklopedisi