Hıristiyan misyonerliği, dinî referansını öncelikle Yeni Ahid metinlerindeki îsâ’nın talebelerine yönelik çeşitli sözlerine dayandırır. îsâ’nın. talebelerini gönderirken onlara “gidin” ve “deyin ki” ifadeleriyle başlayan sözleri hıristiyan misyonerliğinin temel referansı olarak kabul edilir. Yeni Ahid’de misyonerliğe referans olarak kullanılan en temel ifade Matta İncili’nde yer alan şu sözdür: “Şimdi gidip bütün milletleri / halkları talebelerim edinin; onları Baba, Oğul ve Rûhulkudüs adıyla vaftiz edin. Size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle birlikteyim.[Matta, 28/19-20] Yine aynı İncil’de,”… bu İncil, milletlerin hepsine şehâdet olmak üzere bütün dünyada vazedilecektir ve son o zaman gelecektir” (24/14) denilmektedir. Misyonerliğin dinî referansı bağlamında bir diğer önemli ifade de Markos İncili’nde bulunmaktadır: “… Bütün dünyaya gidin, İncil’i bütün yaratılmışlara vazedin.[Markos, 16/ 15; ayrıca Markos, 13/10] Ayrıca hıristiyanlar, Kitâb-ı Mukaddes’in diğer çeşitli kitaplarından da [meselâ bk. Resullerin İşleri, 1/8; Vahiy, 7/9; Çıkış, 19/5-6; 1. Krallar, 8/ 43; İşaya, 45/44 gibi] misyonerlik için referanslar çıkarırlar. Misyonerlere göre Matta ve Markos İncilleri’nde yer alan, îsâ’nın göğe yükselmesi öncesi talebelerine yaptığı konuşmada geçen ifadelerde hıristiyanlara yönelik yedi temel emir bulunmaktadır, îsâ’nın bu sözleri gerçekte söyleyip söylemediği şüpheli olsa da onun diliyle ifade edilen bu emirler şunlardır: Al, git, tanıklık yap, ilân et, talebeler edin, onları vaftiz et ve eğit.
Yeni Ahid metinlerinde mesajın iletilmesi hususunda îsâ’ya ait söz ve deyişler incelendiğinde konuyla ilgili iki farklı tutumun bulunduğu ya da çarmıh hadisesi öncesi îsâ’nın konuyla ilgili yaklaşımıyla hıristiyan İnancına göre çarmıha gerilip öldükten, ardından dirildikten sonra talebelerine bir konuşma yapan îsâ Mesîh’in tutumunda bir gelişim ve farklılaşmanın yaşandığı dikkati çeker. Yeni Ahid metinlerine göre tıpkı Yahya gibi [Matta, 11/ 10] kendisinin bir mesajla gönderildiğini düşünen îsâ [Luka, 4/18] kendi yaşantısı ten kilise ve misyonerler, îsâ Mesih’in bütün dünyadan insanları kendi gününe ve geleceğine hazırlık için bir araya getirece amacıyla Anadolu, Yunanistan ve Makedonya’ya yönelik üç önemli misyon seyahati düzenlemiştir. ile sınırlamıştır. 0, “İsrail evinin kaybolmuş koyunları”ndan başkasına gönderilmemiştir.[Matta, 15/24] Bu doğrultuda îsâ öğrencilerini ve kendisini izleyen diğerlerini ve yetmişleri [Luka, 10/1-20] mesajı tebliğ etmek üzere yollayarak onları şöyle uyarır: “Milletler yoluna gitmeyin ve Sâmiriyeliler’in şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gidin.[Matta, 10/5-6] înciller’in son kısımlarında yer alan ifadelerde ise mesajın amacı ve hedef kitlesi açısından bir farklılığın ortaya çıktığı, mesajın insanlara duyurulup iletilmesinden öte insanların vaftiz edilip dine kazandırılmasının amaçlandığı ve bu doğrultudaki faaliyetlerin bütün milletleri kapsamına aldığı görülmektedir. Nitekim Matta İnci-Ii’nin son kısmında yer alan ve günümüz misyonerliğini harekete geçiren temel bir referans olarak kullanılan”… gidip bütün milletleri / halkları talebelerim edinin; onları Baba, Oğul ve Rühulkudüs adıyla vaftiz edin” ifadesi, tarihsel İsa’nın mesajı İsrâiloğullarfna duyurmayı hedefleyen yaklaşımından ziyade îsâ sonrası dönemde teşekkül eden ve mesajın yayılmasında hedef kitle olarak İsrâiloğullan’ndan ziyade Roma vatandaşı halkları (Gentileler) ön plana alan hıristiyan cemaatin misyon anlayışını ve tesiîse dayalı teolo-jik yaklaşımını yansıtmaktadır. Misyonerlik yöntemleri konusunda da gerek îsâ gerekse Pavlus gibi önemli şahsiyetlerin çeşitli söz ve deyişleriyle tavır ve davranışlarına ilişkin ifadeler kaynak olarak kullanılmaktadır.[meselâ bk. Yuhanna, 20/2 i; Korintoslular’a Birinci Mektup, 9/19-22] Hıristiyan misyonerliği çeşitli teolojik anlayış ve yaklaşımları da referans olarak kullanmaktadır. Meselâ hıristiyan bakış açısına göre misyonerlik göreviyle bir kişinin yabancı bir ülkeye veya millete gönderilmesi ilâhî oğul îsâ Mesih’in mesîhlik misyonuna iştirak etmedir. Yine Hıristiyanlık’ta kurtuluş teolojisi bağlamında Tanrı’nın diğer insanlar arasında zaten hâlihazırda onları İncil mesajına ve kurtuluşa hazırlama konusunda faaliyette bulunduğu inancı önemli bir dayanak kabul edilir. Buna göre Rühulkudüs, dünya genelinde insanları îsâ Mesîh’le kurtuluş mesajını almaya hazırlamakta bunun için uygun ortamlar oluşturmaktadır. Misyonerlik görevini yürüs. Hıristiyan misyonerlere düşen görev, Rûhulkudüs tarafından gerekli alt yapılan hazırlanmış olan bölgelerde uygun insanları tesbit edip birebir ilişkiye girmek suretiyle İncil mesajını doğrudan onlarla buluşturmaktır. Hıristiyan geleneğinde Rûhulkudüs’ün faaliyetiyle hıristiyan ahlâkına, inanç ve öğretilerine yakın bir tutum ve davranış sergilemeye hazır olan bu kimseler, Katolik ilâhiyatçı K. Rah-ner’in isimlendirdiği şekliyle bazan “anonim hıristiyanlar” olarak da adlandırılır. Hıristiyan Misyonerliği Tarihi. Yeni Ahid yazarlarından Luka, Hz. îsâ’dan hemen sonra çeşitli bölgelerde dini yaymak üzere yoğun bir faaliyetin başladığından, İstafenos’un şehâdetinin ardından çeşitli kişilerin Fenike’ye, Kıbrıs’a ve Antakya’ya giderek buralarda dini yaydıklarından, Petrus ve Barnaba’nın faaliyetlerinden bahseder.[Resullerin İşleri, İO, 11/19-22] Bununla birlikte Pavlus döneminde Antakya, Şam, Roma gibi merkezlerde hıristiyan cemaatlerinin tam olarak ne zaman ve nasıl kurulduğu konusunda bir belirsizlik vardır.
Diğer taraftan birçok araştırmacının ifade ettiği gibi Hıristiyanlık tarihindeki en büyük misyoner olan Pavlus, yaklaşık on beş yıl sürdürdüğü misyon seyahatleriyle Helenistik îsâ cemaati tarafından kurgulanan ve kendisi tarafından geliştirilen ilâhî oğul îsâ Mesîh’in kurtarıcılığı mesajına dayalı inancını Anadolu’dan Makedonya ve Yunanistan’a kadar yaymaya çalışmış, buralardaki cemaatleri organize etmiş ve kendi îsâ anlayışına ters düşen îsevî cemaatlere karşı mücadele etmiştir. Resullerin İşlerİ”nden ve Yeni Ahid’deki mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla Pavlus’un hedefi Gentile ülkelerinde olabildiğince hızlı çalışmak, buralarda yerleşik hıristiyan cemaatleri oluşturmaktı. Bunun için Pavlus’un uyguladığı yöntem, imparatorluğun büyük şehirlerinden birine yerleşerek genç yardımcıları vasıtasıyla yörenin daha küçük şehirlerine bu merkezden ulaşmaktı. Burada bir kilise veya hıristiyan cemaati oluşturunca Pavlus misyon faaliyetinde bulunacağı başka bir yöreye geçerdi. Pavlus, ilâhîoğul Rab îsâ Mesîh inancını temel alan öğretileri yaymaklar ve bunlarla ilişkili çeşitli topluluklara veya kişilere gönderdiği mektuplar Yeni Ahid metinleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Pavlus mektuplarında, öğretilerini yaymayı hedeflediği bu misyon faaliyetlerinde uyguladığı metodolojiye ilişkin çeşitli bilgiler de vermektedir ki misyona ilişkin metodolojiyi konu alan bu bilgiler Yeni Ahid öğretilerini hayatlarına temel alan hıristiyan çevreleri, özellikle de kutsal kitabı dinde temel referans sayan Protestanlar ve bunun uzantısı olarak faaliyet gösteren evangelik cemaatler için bağlayıcı bir özellik taşımaktadır. Pavlus’un misyon yöntemleri arasında mesajın kültürel ortama uyarlanmasına da ciddi örnekler bulunmaktadır ki [Korintoslular’a Birinci Mektup, 9/19-22; 10/33] bunlar günümüzde özellikle çeşitli Protestan misyonerlik gruplarınca yaygın biçimde uygulanan kültüre uyarlama [contextualisation, inkültürasyon] yöntemine referans teşkil etmektedir. Pavlus’un özelde sünnet olma ve genelde tanrısal hukukun işlevi / geçerliliği bağlamında geliştirdiği yorum, mesajın yayılmasında mahallî şart ve durumların dikkate alınması ve gerektiğinde buna göre mesajın yorumlanıp değerlendirilmesi anlayışına zemin hazırlamıştır.
Patristik dönem olarak da adlandırılan Pavlus sonrası ilk birkaç yüzyılda Hıristiyanlık Roma İmparatorluğumda hızlı bir yayılma süreci yaşadı. Öyle ki III. yüzyıl sonuna gelindiğinde hıristiyan ögretisiyle karşılaşmamış bölge hemen hemen yoktu. Hıristiyan misyonerler aracılığıyla Suriye, Anadolu, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın Akdeniz sahilleri büyük oranda hıristiyanlaştırıldı. Anadolu’da da Kral Abgar döneminde Edessa (Urfa) şehir krallığı Hıristiyanlığı benimsedi. Hıristiyan misyonerliği açısından asıl dönüm noktası, İmparator Konstantinos döneminde (306-337) Hıristiyanlığın Roma’nın “serbest dini” (reli-gio licita) haline gelmesiyle birlikte yaşandı. Roma’nın siyasî ve askerî gücünü arkasına alan hıristiyan misyonerleri bir taraftan Hıristiyanlığı batı, kuzey ve güneyde yaymaya çalışırken diğer taraftan Roma siyasî iradesiyle âdeta özdeş sayılan Hıristiyanlık yorumunun [Roma kilisesince temsil edilen anlayış] dışında sayılan akımlara ve kiliselere karşı da mücadele ettiler. Batı Roma’nın yıkıldığı V. Yüzyıl sonrasında siyasî alanda da iktidarını ilân eden papalığın dinî ve siyasî anlayışlarıyla bu çerçevedeki açılımları Roma destekli misyonerlik faaliyetlerinin merkezinde yer aldı. Ortaçağ’da misyonerlik, resmî din söylemiyle âdeta özdeşleşen siyasî iktidarların kendi kültürel ve siyasal etki alanını genişletme çabası bağlamında yapılan çalışmalar olarak gerçekleşti. Özellikle Ortaçağ’a damgasını vuran teokratik papalık iktidarının din anlayışını temsii eden misyonerler, yürüttükleri faaliyetlerle bu iktidarın kendisine aykırı saydığı akım ve anlayışları ortadan kaldırarak papalığın iktidar alanını genişletme çabasını üslendiler.
Ortaçağ’ın ilerleyen dönemlerinde hıristiyan misyonerlerinin, faaliyetlerinde özellikle Avrupa’nın tamamının hıristiyanlaştırılması konusunda yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi, VII. yüzyıl başlarından itibaren doğuda hızla yükselen ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’da yayılan İslâm’dır. Bazı yazarlarca hıristiyan misyonerliği açısından “karanlık çağ” olarak adlandırılan 500 ile 1000 yılları arasındaki bu dönemde İslâm’ın hızla ilerlemesi ve çeşitli hıristiyan halklarını kendi bünyesine alması karşısında kilise destekli misyonerler Avrupa’nın henüz hıristiyanlaşmamış bölgelerine yönelmişlerdir.
Ortaçağ boyunca yürütülen misyonerlik faaliyetlerinde gösterilen başarıda üç etken önemli rol oynamıştır. Bunlardan birincisi, hıristiyan İmparatorlukların ve siyasî yönetimlerin kiliseye ve misyonerlere sağladığı destektir. Meselâ Charlemagne (IX. yüzyıl) gibi bazı imparatorlar, kuzeye düzenledikleri seferlerde yöre halklarıyla yaptıkları antlaşmalara yörenin hı-ristiyanlaşması ve hıristiyan misyonerlere her türlü kolaylığın sağlanması şartlarını da koymuşlardır. Saksonlar’ın hıristiyan-laştırıldığı dönemde yöreyi istilâ eden hıristiyan yöneticileri yöre halkı için şiddet, baskı ve zorlama içeren bir dizi kural getirmişlerdir. “Hıristiyan olmamış bir Sak-son, halkın arasında kendini gizlemeye çalışır ve vaftizi kabul etmeyi reddederse öldürülecektir” ve, “Hıristiyanlara karşı paganları gizlemeye çalışan kişi öldürülecektir” gibi kurallar, Hıristiyanlığın bu yörelerde nasıl yayıldığı konusunda ipucu vermektedir. Misyonerler, hıristiyanların hâkim olduğu bölgelerde bazı yerel yöneticilerin desteğini ve himayesini de kullanmışlardır. Meselâ XIII ve XIV. yüzyıllarda Moğol yöneticilerinin müslümanlarla olumsuz ilişkilerinden de yararlanan Nestûrîve Fransisken misyonerleri, çeşitli Moğol idarecilerinin desteğiyle Moğollar arasında misyonerlik faaliyetlerini yürütmüşlerdir.
Misyonerlik faaliyetlerindeki başarının arkasında bulunan ikinci etken misyon bölgelerinde geliştirilen manastır yaşantısıdır. Bu manastırlarla yöreye yerleşen keşişler hem yöreyi tanıyıp dil, gelenek ve kültür açısından yöre halklarıyla kaynaşma, hem de misyonerlik faaliyetlerini yürütme açısından manastırları birer üs olarak kullanmışlardır. Yöre halkının dilini öğrenip onların hayat şartlarına ayak uydurmaya çalışan keşiş misyonerler, böylece halkla kısa zamanda kaynaşmayı ve kendilerini onlara kabul ettirmeyi amaçlamışlardır. Ayrıca keşişler başta eğitim, tarım ve hayvancılık olmak üzere yaptıkları faaliyetlerle kırsal alanda henüz uygarlık girmemiş bölgelerde kültürel yönden kendilerinden geride olan yöre halkı üzerinde etkili olmaya çalışmışlar, uygar ve gelişmiş olmakla hıristiyan olmanın aynı şey olduğu mesajını vermeye gayret etmişlerdir.
Manastırlarla irtibatlı olarak Ortaçağ’da hıristiyan misyonerliğinde genellikle çeşitli hıristiyan tarikatları Ön plana çıkmıştır. Bunlardan XIII. yüzyılda Assisili Aziz Francesco tarafından kurulan Fransisken tarikatı ile Aziz Dominik tarafından kurulan Dominiken tarikatı, yoksulluğu ve Hıristiyanlığın yayılması faaliyetlerini temel amaç edinen tarikatlardı. Bu tarikatlara bağlı olan ve genellikle Friar olarak da adlandırılan keşişler, manastırlarda yerleşik yahut gezgin misyonerler olarak misyon bölgelerinde Hıristiyanlığın yayılmasında aktif rol oynamışlardır. Bunlara XVI. yüzyıldan itibaren Cizvitler tarikatına bağlı keşişleri de eklemek gerekir. Sonraki dönemlerde ise Agustinianlar ve Mesîh dervişleri gibi birçok tarikat üyesinin faaliyetleri görülür. Tarikatlar, coğrafî keşifler ve sömürge dönemlerinde de misyonerlik konusundaki aktif rollerini sürdürmüşler, sömürge yönetimleriyle iş birliği içerisinde olmuşlardır.
Ortaçağ’daki misyonerlik faaliyetlerinde etkili olan üçüncü husus şehitlik anlayışıdır. Misyon bölgelerinde zaman zaman yerli halk tarafından hıristiyan misyonerlere yönelik şiddet hareketleri uygulanmış ve bunun neticesinde bazı misyonerler hayatlarını kaybetmişlerdir. Aziz Boniface (ö. 754) örneğinde olduğu gibi öldürülen bu misyonerlerin yaşantıları ve mücadeleleri diğer misyonerler için her zaman bir örnek ve ilham kaynağı olmuştur.
Reformasyon dönemi ve sonrasında Avrupa’da Hıristiyanlık’la irtibatlı yeni dinî yapılanmalarda birçok millî din anlayışı ortaya çıkmıştır. Zira dinî ve siyasî güç olarak Katolisizm’in. gücün tek elde (kilise) toplanması şeklinde Ortaçağ’dan beri sürdürdüğü tekelci anlayışın yıkılması üzerine Yeni Ahid’in otorite anlayışı doğrultusunda hıristiyan dünyasında dünyevî iktidarlarla barışık, hatta onlara bağlı mezhepler oluşmuş; bu çerçevede İngiltere’de Anglikan kilisesi, İskoçya’da Pres-biteryenlik, Hollanda’da Reform kilisesi, Almanya’da ve İskandinav ülkelerinde Lutheran kiliseler ortaya çıkmıştır. Bu dönemin başlangıcında yeni kilise hareketlerine bağlı misyonerlik faaliyetlerine fazla rastlanmaz; çünkü bu kiliseler Kato-lisizm’e karşı var olma mücadelesi vermektedir. Ancak sonraları ve özellikle sömürge dönemlerinde bu kiliselere bağlı misyonerlik teşkilâtlan, dünyanın her tarafında Katolik misyonerler yanında faaliyette bulunmaya başlamışlardır. XIX. yüzyıldan itibaren Batı ve Kuzey Avrupa ile Kuzey Amerika merkezli çeşitli Protestan kiliseleriyle irtibatlı misyoner örgütleri Ortadoğu, Uzakdoğu ve Asya’da hep ön plana çıkmaya başlamıştır.
Ait oldukları ülkelerdeki devlet hâkimiyetini tanıyan Protestan kiliseleri, bu milletlerin hâkimiyetinin yayılmasını ya da kolonilerde ve sömürge bölgelerinde devlet gücünün etki alanının genişlemesini hıristiyan hegemonyasının ve gücünün genişlemesi olarak değerlendirmişlerdir. Benzer durum Güney Avrupa milletlerinin bağlı olduğu Katolik kilisesi İçin de geçerlidir. Orta ve Güney Amerika’yı hızla sö-mürgeleştiren İspanyollar ve Portekizliler, “misyon ülkeleri” olarak adlandırılan sömürge bölgelerinde İspanyol ve Portekiz siyasal egemenliğiyle birlikte Katolik misyonu aracılığıyla hıristiyan hegemonyasını da kurmuşlardır.
1773’te Papa XIV. Clement tarafından feshedilinceye kadar Cizvit misyonerleri başta Asya olmak üzere bütün dünyada oldukça aktif olarak faaliyette bulundular. Öyle ki Cizvitler dağıtıldığında kilise tarafından misyon bölgelerinden geri çağrılan Cizvit misyoneri sayısı yaklaşık 3000 idi. Çeşitli tarikatlara bağlı misyonerler XVI ve XVII. yüzyıllardan itibaren Asya’da yoğun bir Hıristiyanlık propagandası yürüttüler. Bu faaliyetlerde bilhassa açılan eğitim kurumları etkin rol oynadı.
XVIII. ve özellikle XIX. yüzyıl birçokmisyonerlik teşkilâtının ortaya çıktığı dönemdir. Bilhassa XIX. yüzyıl, hıristiyanların bir bütün olarak dünyada aktif misyonerlik faaliyetine giriştiği, bazı yazarların ifadesiyle Hıristiyanlığın kendisini evrensel bir dine çevirme konusunda başarılı olduğu bir zamandır. Bu dönemde kurulan misyonerlik teşkilâtlarının büyük çoğunluğu çeşitli Protestan kilise ve cemaatleriyle irtibatlıdır. Bunlar arasında The Baptist Missionary Society (1792), London Missionary Society (1795), Angiican Evangelıcal Church Missionary Society (1799), British and Foreign Bible Society (1804), The American Board of Commissioners for Foreign Missions (1810), The Basel Society (181 5), The American Baptist Missionary Board (1814) ve The Berlin Society (1824) sayılabilir. Ayrıca XIX. yüzyılın ilk yansında Fransa, Danimarka. İsveç ve Norveç gibi ülkelerde de bir dizi misyonerlik teşkilâtı oluşturuldu.
XIX. yüzyılda ve bunu izleyen dönemde hıristiyan misyonerleri, yalnızca dinî öğretilerin anlatılması görevini yapan vaizler olarak değil eğitim ve sağlık görevlileri ve sosyal hizmet uzmanları olarak da misyon bölgelerinde görünmeye başladılar. Ortadoğu’da olduğu gibi bazı bölgelerde çok defa eğitim, sağlık ve sosyal hizmet alanlarındaki faaliyetler doğrudan vaizlik faaliyetlerinin önünde yer aldı. Bu bağlamda hıristiyan ülkelerinde yetişmiş birçok misyoner-doktor ve misyoner-öğretmen misyon bölgelerine gönderildi. Misyonerlerce açılan eğitim kurumları sıkça yerel eğitim sistemiyle karşılıklı iletişim içerisinde oldu ve din eğitiminin yanı sıra genel eğitim verildi. Ayrıca bu okullara hıristiyan çocukların yanı sıra başta seçkin aile çocukları olmak üzere hıristiyan olmayan aile çocukları da öğrenci olarak kabul edildi. Eğitim kadrosu, donanım ve teçhizatı, verdiği eğitimle yerli okullardan belirgin şekilde ayrılan bu okullar yörede her zaman büyük bir saygınlık kazandı; bu sayede misyonerler hem halk üzerindeki etkilerini sürdürdüler, hem de bu okullarda yetişen ve ileride o ülkede yönetimden ticarete kadar hemen her alanda etkili konumlara gelecek olan öğrenciler vasıtasıyla ileriye dönük Önemli kazanımlar elde ettiler.
- Misyonerlik Faaliyetleri, Çalışmaları -İslam Ülkelerinde-
- Misyonerlik Nedir -Günümüzdeki Yöntemleri-
- Misyonerlik Nedir, Tarihi, Çalışmaları
TDV İslâm Ansiklopedisi