Moğollar Kimdir, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi,

Moğollar. Ortaçağ dünya tarihinde önemli rol oynayan ve özellikle İslâm dünyasındaki tahribatıyla tanınan bîr kavim.

Dilleri Altay dil ailesinden Mançu-Tunguzca, Türkçe ve Korece ile gramer ve ke­lime bakımından ilişkili bulunan Moğollar’ın menşei [İslâm kaynaklarında Tatar­lar] ve VI. yüzyıldan önceki tarihleri olduk­ça karanlıktır. Moğol adı, kaynaklarda ilk defa VII. yüzyılda T’ang sülâlesi resmî ta­rihleri Chiu T’ang-shu ve Hsin T’ang-s-ftu’da “Meng-wu” ve “Mengwa” şeklin­de Proto-Moğol Shih-wei kabile grupları arasında önemsiz küçük bir kabile ismi şeklinde geçer; devlet ve hanedan adı ola­rak kullanılması Cengiz Han zamanında, millet adı olarak kullanılması ise çok da­ha sonra gerçekleşmiştir. Arkeolojik ka­zılardan elde edilen bilgilere göre Moğol asıllı kabileler, daha milâttan önce II. binyıldan itibaren Türk menşeli kabilelerin doğusunda yer almakta ve Tula nehrinin kaynakları her iki ırk arasında sınır teşkil etmekteydi. Bu dönemde Moğollar, Tula nehrinin kaynaklarından Mançurya’nın batı ve güneybatısına kadar yayılmışlar­dı. Hunlar’dan itibaren Moğollar ile Türk­ler arasındaki temasların sıklaştığı görül­mektedir. Büyük Hun Devleti’nin yıkılma­sının ardından Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu, III. yüzyılın başlarından VI. yüz­yılın ortalarına kadar Moğol asıllı Hsien-pi ve Juan-juanlar tarafından doldurulmuş­tur. VI. yüzyılın ortalarından itibaren ön­ce Göktürk, daha sonra Uygur hâkimiyetine giren Moğollar bu dönemde Türk kültürü ve devlet geleneklerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.

X-XII. yüzyıllarda Moğol asıllı kabileler tarafından Kuzey Çin ile İç Asya’da Curcen, Kitan ve Karahıtaylar gibi devletler kurulmakla birlikte Moğollar’ın dünya ta­rihinde önemli rol oynaması, ancak XIII. yüzyılın başlarında Timuçin’in kurduğu Moğol İmparatorluğu ile olmuştur. Ti­muçin, uzun mücadelelerin ardından bü­tün Moğol aşiretlerini tek bir devlet çatısı altında toplamayı başardı. 1206’da Cen­giz (Çingiz) Han unvanını aldıktan sonra 1209 yılma kadar sırasıyla Kırgız, Merkit, Nayman ve Uygurlar’ı idaresine aldı. Mo­ğolistan’a tam anlamıyla hâkim olarak Cebe Noyan vasıtasıyla eski düşmanı Güçlüg’ün Güçlüğ, Küçiük yönetimine giren Karahıtay topraklarını ele geçirdi (1218). Cengiz Han’ın Kuzey Çin’de hüküm süren Kin Devleti’ne karşı başlattığı savaş ise ancak hafefi Ögedey zamanında sona er­di (1234). Cengiz Han yaptığı idarî, içti­maî ve askerî düzenlemelerle kendisine nisbetle Cengizîler diye de anılan Moğol­lar tarihlerinde ilk defa düzenli bir teş­kilâta kavuşturdu ve onları cihan devleti telakkisiyle yeniden yapılandırdı. Moğol yazı kültürü de ilk olarak bu dönemde yaygınlık kazandı.

Karahıtay topraklarının ele geçirilmesi Cengiz Han’ı batıda Hârizmşahlar’a kom­şu yapmıştı. 1218 yılında 450 kişilik bir Moğol kervanının Otrar’da kılıçtan geçi­rilip mallarının yağmalanması ve gönde­rilen elçilerin de öldürülmesi üzerine Cen­giz Han ertesi yıl güçlü bir orduyla Hârizmşahlar’a karşı sefere çıktı. Sultan Alâeddin Muhammed b. Tekiş, Moğollar’a karşı meydan savaşı vermek yerine ordu­sunu şehirlere taksim ederek savunma savaşı yapmayı tercih etti. Ancak önce Otrar ve Hucend, ardından Buhara ve Se-merkant düştü. Bu durumda mücadele­nin imkânsız olduğunu anlayan Alâeddin Muhammed, Horasan üzerinden Mâzenderan’a ve oradan Hazar denizindeki Âbeskûn adasına kaçtı; kısa bir süre son­ra da öldü.[Şevval 617/Aralık 1220] Ye­rine sultan ilân edilen oğlu Celâleddin Hârizmşah yaklaşık on yıl boyunca Kuzey Hindistan, Irâk-i Acem ve Azerbaycan’da başarılı bir şekilde mücadele verdiyse de çabalan Moğollar’ı durdurmaya yetmedi. 617-618 (1220-1221) yıllarında Cebe ve Sübütay kumandasında gerçekleştirilen askerî harekâttan sonra Horasan üzerin­den İrâk-ı Acem ve Azerbaycan’a giren Moğol müfrezeleri, Kafkaslar’dan Karadeniz’in kuzeyine geçtikleri zaman geri­lerinde virane halinde Dir ülke bıraktılar. Bu harekâtı 621 ‘de (1224) yağma ve tah­rip amaçlı başka seferler takip etti. Ni­hayet Celâleddin’in son önemli direnişini de 625 (1228) yılında İsfahan şehri önle­rinde kıran Moğollar, kendi hâkimiyetle­rini tanıyan Fars Atabegleri idaresindeki Güney İran dışında bütün Orta ve Batı İran’ı yağmaladılar. Halkının önemli bir kısmını öldürüp harabeye çevirdikleri ül­keyi birkaç yıl kendi kaderine terkettiler.

Cengiz Han 1227 Ağustosunda öldük­ten sonra da Moğol İmparatorluğu’nun genişlemesi durmadı. Onun halefi Ögedey Han zamanında (1227-1241) Çin’in önemli bir kısmı ile Kore zaptedildiği gibi batıya seferler düzenlemekle görevlen­dirilen Curmagun, İran ve Azerbaycan’­daki Moğol hâkimiyetini daha da güçlen­dirdi, ögedey’in oğullan Güyük (Göyük) ve Kada’an başta olmak üzere pek çok şeh­zadenin katıldığı, Cuci’nin oğlu Batu ku­mandasındaki bir ordu ciddi bir direnişle karşılaşmadan Doğu ve Orta Avrupa’yı istilâ etti (1237-1241). 639(1241-42) yı­lında Afganistan’a gönderilen Taîr Baha­dır kumandasındaki bir ordu da Herat. Sîstan ve Lahor’u ele geçirdi .

XIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Moğol İmparatorluğu artık tek bir mer­kezden yönetilemeyecek kadar büyümüş­tü. Cuci’nin oğlu Batu, Cengiz Han tara­fından yapılan taksimata dayanarak ba­basının hissesine düşen Deştikıpçak’a hâ­kim oldu. Ögedey’den sonra idareyi naibe sıfatıyla karısı Töregene Hatun ele aldı (1241-1246]. Daha sonra tahta çıkan Gü­yük Han (1246-1248) Batu ile mücadele­ye hazırlandığı sırada öldü. Mengü Han (125 l-i 259) tahta çıktığında kardeşi Ku-bilay’ı Çin’e gönderirken diğer kardeşi Hü-lâgû’yu da “ilhan” olarak İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu’ya tayin etti. Başlangıçta idarî zorunlulukların gerek­tirdiği bu taksimat, hanedan içerisindeki anlaşmazlıkların artmasına paralel ola­rak Moğol hâkimiyetinin zamanla birbi­rinden bağımsız parçalara ayrılmasına zemin hazırladı.

Hülâgû’nun 653 (1255) yılında Ceyhun’u geçerek Horasan’a girmesiyle Yakındo­ğu’da Moğol hâkimiyetinin ikinci devresi başladı. Hülâgû önce 654’te (1256) Alamut’u ele geçirip buradaki İsmâilî hâki­miyetine son verdi ve kale halkını tama­men yok etti; iki yıl sonra da Bağdat’a girerek Abbasî hilâfetini yıktı. Böylece

Hazar denizinin güney sahilleri hariç bü­tün İran’da siyasî birliği yeniden tesis et­ti. Ardından askerî harekâtı Suriye üzeri­ne yönlendirdi. Ancak Suriye istikametin­deki Moğol İlerleyişi İlk defa Memlükler tarafından 658 (1260) yılında Aynîcâlût Savaşı ile durduruldu; Abaka (1265-1282) ve Gâzân Han (1295- i 304) zamanındaki yeni teşebbüsler de başarısız kaldı. Mo­ğol yayılması, batıda Anadolu Selçuklula-rı’nın Kösedağ Savaşı sonucu tâbi devlet konumuna gelmesiyle (641/1243) Bizans sınırlarında sona erdi. Bununla birlikte İran, Azerbaycan, Anadolu ve Irak’ın ida­resi yaklaşık bir asır boyunca İlhanlılar’ın hâkimiyetinde kaldı.

Doğu’da Cengiz Han zamanında başla­yan Çin istilâsı Ögedey ve Mengü Kağan tarafından devam ettirildi. Kubilay Ka­ğan (1260-1294) çetin savaşların ardın­dan nihayet bütün Çin’i ele geçirdi. 1264 yılında başşehrini kendilerinin Hanbalık dedikleri, Çin hükümdarlarının oturduğu Chung-tu’ya (İslâm kaynaklarında Çünkdû, Pekin] taşıdı. Kubilay, Sung hanedanına son vererek Yüan hanedanının kurucusu oldu. Ardından Moğol hâkimiyetini Japon­ya. Çinhindi ve Cava’ya (lava) yaymak için faaliyete geçtiyse de başarılı olamadı. Çin’de hüküm süren Moğollar, Kubilay Ka-ğan’da ı itibaren yerli kültürden önemli Ölçüde etkilendiler.

XIII. yüzyılın ikinci yarısında merkezî Moğol hâkimiyetinde parçalanmalar ol­du. Bu parçalanmayı Cengiz Han’ın to­runları arasındaki iç savaşlar takip etti. Abaka, Argun, Gâzân ve Ûlcaytu zaman­larında İlhanlılar, Azerbaycan hâkimiyeti İçin Kafkaslar’da Altın Orda, Horasan hâ­kimiyeti için de doğuda Çağataylılar ile mücadeleye girdiler. Bu iki hanlık zaman zaman ciddi istilâ teşebbüsleriyle İlhanlı­lar’) daima tehdit altında tuttu. Yakındo­ğu’da Altın Orda-Memlük ittifakı İlhanlı­lar’ın dikkatini tek bir tarafa yönlendir­mesini Önledi. Orta Asya’da ise Ögedey’İn torunu Kaydu ile Büyük Han Kubilay ara­sında şiddetli savaşlar cereyan etti. Gâzân Han zamanında İslâmiyet’in kabulüyle (1295] İlhanlılar büyük hanlardan koptu.

Dışarıda tabii yayılma alanlarına ula­şan Moğollar, içeride yerleşik coğrafyaya hâkim olan savaşçı bir göçebe topluluğun karşılaşacağı bütün sorunları kuvvetle ya­şadı. Vergi, muhasebe ve maliye alanında belli bir sistemin tesisi uzun zaman aldı ve bu sistem ancak köklü bir bürokrasi geleneğine sahip yerli Çin, Uygur ve İran­lı unsurların eliyle kurulabildi. Bununla birlikte harabeye çevrilen çok geniş bir coğrafyada istikrarlı bir ekonomik siste­min kurulabilmesi ancak ciddi sorunların çözülmesine bağlı idi. Bu yöndeki bazı gayretlere rağmen Moğol hükümdarları istilânın ortaya çıkardığı köklü sorunları çözmede başarılı olamadılar. Moğol ida­resi daha Önce etnik, siyasî, idarî, iktisa­dî ve dinî olarak farklı teşekküllerin elin­de bulunan ve istilâ ile harabeye dönen geniş coğrafyada ortak bir sistem kura­madı.

Başlangıçta şamanist olan Moğollar müslüman ve hıristiyan milletlerle ilk de­fa istilâ sırasında karşı karşıya geldiler. Kendilerini savaş sırasındaki azgınlıkları­nın tesirine kaptırmadıkları zaman diğer din ve inanç mensuplarına büyük bir hoş­görüyle yaklaşırlardı. Din adamlarının tar­tışmalarını ilgiyle takip eder, onları ver­giden muaf tutar ve ibadetlerini tam bir özgürlük içinde yapmalarına izin verir­lerdi. Mengü Han’ın sarayında Budist ve hıristiyan rahipleriyfe müslüman din adamları her zaman himaye edilmiştir. Onun devrinde Tibet’in “lama” denilen rahipleri Budizm’in Moğollar arasında ya­yılmasında etkili oldu. Güyük Han’ın Hı­ristiyanlık hakkındaki kanaatleri olumluy­du ve onun hükümet işlerini iki hıristiyan devlet adamına bırakması yüzünden müslümanlar büyük sıkıntılara mâruz kalmış­lardı. Eşi sonradan hıristiyan olan Hülâ­gû ve Argun Han gibi bazı İlhanlı hüküm­darları döneminde de müslümanlar zu­lüm ve haksızlığa uğramışlardır. Abaka Han ise Avrupa hükümdarlarına elçiler göndererek onları müslümanlar aleyhin­de bir ittifaka teşvik etmiştir. Doğuda Ku­bilay Han NestûrîIİği ve Budizm’i destek­lerken İslâmiyet’e şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak bu olumsuz şartlara rağmen İslâ­miyet istilâcı Moğollar arasında Hıristi­yanlık’tan daha fazla kök salmış ve galip­ler zamanla müslümanların dinini benim­semiştir. Bu hususta Moğol-Türkmen ya­kınlaşmasının ve İran kültürünün etkisi büyüktür. Moğollar’in Budist ve hıristi-yanlara olduğu gibi Şiîler’e de hoşgörülü davranmaları İran’da Şiîliğin yayılmasını büyük ölçüde etkilemiştir.

Göçebe bir gelenekten gelen Moğollar hükmettikleri coğrafyalarda yerleşik kül­türlerin etkisine girmekte gecikmediler. Doğuda Kubilay’ın Moğollar’ı kısa sürede yerli halk tarafından Özümlenirken batı­da İlhanlılar bürokrasi ve idarî alanda ya­vaş yavaş İran geleneklerini benimsedi­ler. Cengiz Han’ın ölümünün üzerinden henüz yarım asır geçmeden Berke Han zamanında (1256-1266) İslâmiyet Altın Orda Devleti’nin resmî dini haline geldi. Bunu, İlhanlilar’da Ahmed Teküder dev­rindeki (1282-1284) başarısız denemenin ardından hanedanın en seçkin siması Gâzân Han’ın (1295-1304) İslâm’ı kabulü ve içtimaî, idarî ve iktisadî sahalarda yaptı­ğı reformlar takip etti. Doğudaki büyük han Kubilay Kağan’m ölümünden (1294) sonra artık akrabalık derecesi oldukça za­yıflayan amcazadeleriyie tâbiiyet bağları­nı koparan Gâzân Han, İran’da bozkır ge­leneklerinin yanında İslâmî ve İranî te­mellere dayanan bir devlet düzeni oluş­turdu. Halka karşı Moğol emirleri ve ver­gi tahsildarlarının yaptığı zulmün önüne geçmek istedi. Gâzân’ın çabaları Yakındo­ğu’da bulunan Moğollar’ın yerleşik kül­türle temasını hızlandırdı. Tarihî kaynak­larda Gâzân, Olcaytu (1304-1316) ve Ebû Said’İn (1317-1335) Moğol yazısının yanı sıra Farsça’yı da bildikleri kaydedilmektedir.

Kısa sürmesine rağmen Moğol hâkimi­yeti Yakındoğu’da pek çok olumsuz iz bı­rakmıştır. İstilâ sırasında Mâverâünnehir, İran, Irak ve Anadolu şehirleri büyük za­rar görmüş, kaynakların rivayetlerine gö­re milyonlarca İnsan öldürülmüştür. Ta­rihçiler arasındaki yaygın kanaate göre İslâm tarihinde Moğol istilâsı ile mukaye­se edilebilecek başka bir felâket yoktur. Moğollar İslâm kültür ve medeniyetini çiğneyip tahrip etmişler ve İslâm ülkeleri­ni harabeye çevirmişlerdir. Mescidler ahır haline getirilmiş, mushaf sayfaları hay­vanların ayakları altına serilmiş, İslâm kül­tür mirasına dair kıymetli eserler yakılmış veya nehirlere atılmıştır. Bu istilâyı biz­zat yaşamış kişilerle görüşen Ortaçağ’ın en güvenilir tarihçilerinden İbnü’l-Esîr, Tatar istilâsının Hz. Âdem’den beri insanoğlunun mâruz kaldığı en büyük felâket olduğunu ve Buhtunnasr’ın İsrâiloğulları’na yaptığı katliamla Kudüs’teki tahri­batın bu korkunç musibetle asla karşılaş­tırılamayacağını söyler. Moğol istilâsı Çin, Orta Asya, Yakın­doğu ve Doğu Avrupa’nın etnik ve kültü­rel yapısının yeniden şekillenmesinde önemli rol oynadı. Özellikle Türk dünyası­nın etnik yapısı kökünden yıkıldı; Uygur, Karluk, Kıpçak gibi Türk kavimleri parça­lanıp Moğol topluluklarının alt tabakala­rını oluşturdular. İrak bölgesi siyasal ve kültürel üstünlüğünü kaybetti; Memlûk Türkleri sayesinde Mısır ve Suriye onun yerini aldı. Moğollar karşısında tutunama-

yan pek çok Türk boyu İran yaylası üzerin­den Anadolu’ya göç etti. Yeni gelen kala­balık kitleler, uçlara doğru çekilip Anado­lu’nun Türkleşmesi’nde ve Anadolu Sel­çuklu Devleti’nin yıkılıp Türkmen beylik­lerinin kurulmasında önemli rol oynadı. Türkmen kitlelerinin yanı sıra memleket­leri yakılıp yıkılan pek çok İranlı da Anado­lu’ya sığınarak Selçuklu Devleti’nin hiz­metine girdi. Bu gelişmeler, XIII-XIV. yüz­yıllarda Anadolu şehir hayatını İran kül­tür sahasının tesirlerine sokarken uçlar­da da Türkmenler’in etkinliklerini arttır­masına zemin hazırladı. Öte yandan bü­tün Yakındoğu’da göçebe kültür ağırlık kazandı; Türk-Moğol giyim tarzı Moğol hâkimiyetine girmeyen Suriye ve Mısır gibi ülkelerde dahi taklit edildi. İstilânın meydana getirdiği karanlık tablo toplu­mun psikolojisini de etkiledi; bu etki in­sanlarda dünyevî hayattan kaçış şeklin­de tezahür etti. Moğollar’ın zulüm ve bas­kılarına mâruz kalan halkın mistik eğilim­leri yoğunlaştı; bu durum İslâm dünyasın­da aklî ilimlerin gerilemesine yol açarken dinî-tasavvufî hareketlerin güçlenerek gelişmesi için uygun bir zemin hazırladı.

Moğol hâkimiyeti, özellikle ilk yarım asırdaki katliam ve tahrip döneminden sonra Yakındoğu’da bazı olumlu izler de bıraktı. İlhanlı hâkimiyetinin merkezi olan Azerbaycan’da Gâzân Han zamanında Ucan ve Şenbigâzân, Olcaytu döneminde Rab’ıreşîdî ve Sultaniye gibi yeni yerleşim merkezleri kuruldu. Bunun yanı sıra Teb­riz ve Merâga gibi İlhanlı hükümdarları­nın devamlı temas halinde bulundukları büyük şehirlerde önemli imar faaliyetleri yürütüldü. İran tarih yazıcılığının en bü­yük eserleri İlhanlı sarayı ile irtibatta olan tarihçiler ya da bu devletin hizmetinde çalışan bürokratlar tarafından kaleme alındı. İlhanlı vergi ve maliye usulü bu coğrafyada daha sonra kurulan mahallî idareler tarafından aynen benimsendi. Ön Asya’dan Çin’e kadar bütün toprakların bir tek devletin sınırları içerisinde birleş­tirilmesi, doğu – batı ticaretinin gelişme­si ve Çin kültürünün Yakındoğu’ya taşın­ması için zemin hazırladı. Bu dönemde pek çok eser Çince’den Farsça’ya çevrildi. Aynı tesirler başta minyatür olmak üze­re güzel sanatlar alanında daha belirgin hissedildi. Moğol hükümdarları astrono­mi ilmine ilgi duydular ve bu yöndeki ça­lışmaları teşvik ettiler. İslâm dünyasının en büyük rasathanelerinden biri olan Me­râga Rasathanesi’nin yanı sıra Tebriz’de de bir rasathane kuruldu.

İlhanlı Devleti, Ebû Said Han’ın 736 (1335) yılında vefatının ardından ortaya çıkan taht mücadeleleri neticesinde tari­he karıştı. Bu devletin yıkılmasından son­ra Yakındoğu coğrafyasında siyasî hâki­miyet Celâyirliier, Karakoyunlular, Muzaf-ferîler ve Horasan Serbedârîleri gibi dev­letler arasında paylaşıldı. Moğol hâkimi­yeti Çin’de Kubilay’ın halefi Temür Ölcey-tü Kağan’m (1294-1307) ölümünün ardın­dan önemli bir varlık gösteremedi. Mo­ğollar, batıda olduğu gibi bu coğrafyada da çok geçmeden yerleşik kültürün tesi­rine kapıldılar. XIV. yüzyılın ortalarına ge­lindiğinde Moğol idaresi doğuda artık par­çalanmanın eşiğindeydi. Yüan hanedanı, Togan-Temür’ün (Shun-ti) 10 Eylül 1368′-de Hanbalık’i terkederek Moğolistan’a çe­kilmesiyle son buldu.

Yakındoğu’daki Moğol kabileleri İlhanlı Devleti’nin yıkılması üzerine ciddi sorun­larla karşı karşıya kaldı. İran coğrafyasın­da vuku bulan iç savaşlar Moğol bakiyesi kabilelerin gücünü tüketti. Azerbaycan ve Batı İran’da bulunan Moğol bakiyeleri XIV. yüzyılın sonlarına doğru yerlerini Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlı gibi Oğuz-Türkmen zümrelerine bırakarak ya­vaş yavaş tarih sahnesinden çekildi. Bu­nunla birlikte Türkleşme sürecine giren bazı Moğol kabileleri İran, Azerbaycan ve Anadolu coğrafyasında önemli etnik, topografik ve filolojik izler bıraktı. Moğollar’dan Orta Kızılırmak vadisini yurt tu­tan ve XV. yüzyıl başlarında Timur tarafından Mâverâünnehir’e götürülen Kara Tatarlar dışındaki unsurlar yavaş yavaş yerli halka karışarak kayboldu.

Aynı şekilde XIV. yüzyılın İkinci yarısın­dan itibaren Altın Orda ve Çağatay dev­letleri de hızlı bir Türkleşme sürecine gir­di. Çağatay Hanlığı 1380’lerden itibaren Emîr Timur’un nüfuzunu tanımaya baş­ladı. Altın Orda ise 1380 yılında Mamay’in Kulikov sahasında Ruslar’a karşı uğradı­ğı yenilgi ve Toktamış’ın Timur’dan aldığı darbenin ardından iyice zayıfladı. Moğol­lar XIV. yüzyılın ikinci yarısında Batı Asya, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da Türkleşme sürecine girerken Uzakdoğu coğrafyasın­da kendilerini Çin kültürünün karşı konu­lamaz cazibesine teslim ettiler. XV. yüz­yıl ortalarına gelindiğinde Altın Orda ve Çağatay devletlerinde Moğol kimliğinden geriye Cengiz Han’a dayanan han şece-releriyle bazı Moğolca kelimelerden baş­kaca bir şey kalmamıştı.

Moğollar. XVI. yüzyıldan sonra anayurt­ları olan Moğolistan topraklarında muhtelif kabile ve kabileler federasyonu ha­linde çok defa birbirleriyle savaşarak ya­şamaya devam ettiler. Kuzey Çin’deki Mo­ğollar 1691’den itibaren Çinliler’in hâki­miyeti altına girdiler. Bu durum 192l’de Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin [1992′-den beri Moğolistan Cumhuriyeti] kurulmasına kadar devam etti. Bugün Moğo­listan Cumhuriyeti’nin yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Mançurya, Tibet ve Afganistan’da da az mik­tarda Moğol yaşamaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski