Mısır, Mısır'da İlim, Kültür, Medeniyet -Fransız İşgali Sonrasından Günümüze- Hakkında Bilgi

1. Fikrî Akımlar. XIX. yüzyıldan itibaren Mısır’da düşünce büyük ölçüde siyasî ve içtimaî hadiselerin etkisi altında şekillenmeye başlamış, o güne kadar siyaset, sanat, edebiyat, hu­kuk gibi birçok alanı kontrolü altında bu­lunduran ulemâ Batılı fikirlerin yaygın ha­le gelmesiyle çeşitli sahalardan geri çekil­mek zorunda kalmıştır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın başlattığı modernleşme faa­liyetleri, bürokraside dinî eğitim alanlar­dan ziyade onun açtığı Batı tarzı eğitim kurumlarından mezun olanlara iş imkânı sağlıyordu. Ayrıca iltizam sisteminin lağvedilmesi, dinî kurumlan ayakta tutan vakıflara el konulması ve medenî hukuk dışında kalan bütün alanların Batı huku­kuna göre düzenlenmesi dinî düşünce­nin pratikte etkisini yitirmesine sebep olmuştur. Dinî düşüncenin ve dindarlığın önemli unsurları arasında yer alan sûfî tarikatlar modernleşmenin paralelinde yürütülen merkezîleştirmeye bağlı olarak tek elden yönetilmeye çalışılırken Ezher gibi eğitim kurumlarının genel ihtiyaç doğrultusunda yeniden düzenlenmesine gidilmiştir. Bu şekilde gelişen modern dü­şünce üzerinde, yerli Kıptîler’Ie XIX. yüz­yılın ikinci yarısından itibaren Mısır’a göç eden çeşitli mezhep mensubu Araplar’-dan oluşan hıristiyanların da etkisi vardır.

Mısır’daki fikir akımlarının bir kanadını, misyoner okullarında yetişen ve çoğun­lukla hıristiyan olan Arap aydınlarının iş­galci İngilizler tarafından desteklenen laik düşünceleri teşkil eder. Laik düşüncenin hem en büyük muhatabı hem de en bü­yük muarızı ise geleneksel kurumlarda eğitim ve öğretimi sürdürülen ikinci ka­nat klasik düşüncedir. Bunların yanında, özellikle XIX. yüzyılın son çeyreğinde her ikisiyle de temas halinde olan ve aralarını birleştirmeye çalışan ayrı bir düşünce akı­mı doğmaya başlamıştır. Laik düşünce kendini daha çok basın ve yayın faaliyeti içinde ortaya koyarken klasik düşünce, başta Ezher olmak üzere geleneksel eği­tim kurumlarında ve aynı zamanda bir hayat tarzı şeklinde etkinliğini sürdür­müştür. Islahatçı ve belirli ölçüde moder-nist denilebilecek üçüncü akım ise her iki yolu da kullanmakla birlikte daha ziya­de yönetimle irtibatlı biçimde ve onun ih­tiyaçlarını dikkate alarak eğitim kurum­larında yapılacak düzenlemeler üzerinde etkili olmaya çalışmıştır.

Dinî düşüncede ıslah ve yenileme ge­rekliliği fikri, Cemâleddîn-i Efgânî’nin Mı­sır’a gelmesiyle birlikte açık bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Bu fikrin en önemli temsilcilerinden Muhammed Ab-duh da büyük ölçüde Batı ilim ve yöne­tim anlayışıyla irtibatlandırılıp yeniden tanımlanacak aklın önemini vurgulaya­rak modern bilimlerle İslâm’ın bağdaştı­rılabileceği fikrini savundu. Batı’nın iler­leme ve gelişme fikirlerinin etkisi altında kalan ıslahatçı düşüncenin diğer bir tem­silcisi olan Kasım Emîn’in 1899’da kadı­nın eğitime ve toplumsal hayata katılı­mı üzerine yazdığı Tahniü’l-mer’e adlı kitabı bu dönem için ilginç bir örnek teş­kil eder. Abduh’un öğrencilerinden M. Reşîd Rızâ ve Ali Abdürrâzık onun fikirle­rini işlemeyi sürdürdüler.

XX. yüzyılın başlarında siyasî partilerin kurulması ve pek çok aydının bunlar et­rafında toplanması Mısır fikir hayatı açı­sından önemlidir. Mustafa Kâmil Paşa, daha önce ortaya çıkan el-Hizbü’l-vatanî hareketini 1907’de aynı isim altında par-tileştirdi ve ülkenin İngiiiz işgalinden kur­tulması için faaliyetlerine devam etti. Ge­rek Kâmil Paşa gerekse onun 1908’de ve fatından sonra yerine geçen Muhammed Ferîd Bey ve hareketin yayın organı el-Li-vtfmn editörü Abdülazîz Çâvîş. kaleme aldıkları kitap ve yazılarında ittihâd-ı İs­lâm fikri çerçevesinde kalarak Osmanlı-İar’a bağlı bir Mısır vatan severliğini sa­vundular. “Üstâdü’1-cîl” lakaplı Ahmed Lutfî es-Seyyid liderliğinde kurulan Hiz-bü’1-ümme ve yayın organı el-Ceride et­rafında toplanan aydınlar ise Avrupa me­deniyetine ve bunun değerlerine, özellik­le de hümanizme vurgu yapmaktaydılar. Bu dönemde ortaya çıkan siyasî görüşle­rin ortak noktası, İngilizlerin Mısır’ı ter-ketmesi ve Osmanlı hilâfetinin müslü-manların birliğini sağlamakta önemli bir kurum olduğu hususudur. Mısır’daki Os­manlılık vurgusu, bilhassa İtalyanlar’ın 1911 ‘de Trablus’a çıkmaları ve Balkan sa­vaşları sırasında had safhaya ulaşmıştır. 1920’li yıllarda el-Cerîdegrubundan Mu­hammed Hüseyin Heykel ve Tâhâ Hüse­yin gibi aydınlar firavunlar dönemi kültü­rünü vurgulayan çalışmalar içerisine gir­diler. Öte yandan yine Batılı fikirlerin et­kisiyle Marksist-sosyalist düşünce orta­ya çıktı ve daha sonra Arapçılığı da içinde barındıran bir sosyalizm anlayışına dö­nüştü. Kıptî yazarlardan Selâme Mûsâ gi­bi bazı sosyalist aydınlar ise toplumun la-ikleşerek Batılılaşması ve Avrupa-Akde­niz kültür dairesi içine girmesi gerektiğini savunuyorlardı.

1920’Ii yılların ortalarında Türkiye’den giderek Mısır’a yerleşen bazı âlimler özellikle dinî ilimler alanında etkili oldu. Bunlar arasında son Osmanlı şeyhülislâ­mı Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Akif Ersoy, M. Zâhİd Kevserîve Mehmed İhsan Efendi gibi şahsiyetler yer almaktadır. Mustafa Sabri Efendi, kelâm konularında ıslahatçı-modernist yönelişleri ciddi bir tenkide tâbi tutarken Zâhid Kevserî fıkıh ve hadis öğretiminin yanında önemli ne­şir faaliyetlerinde bulunmuştur. 1930’lu ve 194O’Iı yıliarda gelişen hadiselere de bağlı olarak liberal laik aydınlardan bazı­larının İslâm’a ilgilerinin arttığı görülür. Bu aydınlar, hayranlık besledikleri Batf-daki sistemlerin içine düştüğü krizler ne­ticesinde kendi kültürlerine farklı bir açı­dan bakma ihtiyacı duymuşlardır. Bun­lardan Tâhâ Hüseyin, 1933’te Hz. Pey-gamber’in hayatından bölümler anlattığı ‘Alû hâmişi’s-sîre adlı kitabının I. cildini, M. Hüseyin Heykel 1935’te Hayâtü Mu­hammed, Tevfîk el-Hakîm 1936’da Mu­hammed, Abbas Mahmûd el-Akkâd \942’te’Abkariyyetü Muhammed ve daha sonra Abdurrahman eş-Şerkâvî Muhammed: Resulü’1-hürriyye (1962) adlı eserlerini yayımladılar. Batılılaşma’yı sa­vunan siyasî partiler aynı dönemde kriz içerisine girerken 1928’de Hasan el-Ben-nâ’nın kurduğu İhvân-ı Müslimîn büyük bir taraftar kitlesi kazandı. Teşkilâtın fik­rî yapısı önceleri ahlâkî, ardından dinî bir yenilik hareketi olarak Seİefî görüşlerin etkisi altında şekillenirken siyasî açıdan da sömürge sistemi şiddetle eleştirildi.

1952’de Hür Subaylar [ed-Dubbâtü’l-ahrâr] tarafından gerçekleştirilen devrim Mısır’daki fikrî hayatı çeşitli yönlerden et­kiledi. Cemal Abdünnâsır yönetimindeki askeri rejim, bir yandan Batı sömürgeci­liğine karşı çıkarken bir yandan da modernleşmeyi yine Batılılaşma ve laikleş­me şeklinde anlayarak dinî kurumların ve örgütlerin faaliyet alanlarını daha da sı­nırlama yoluna gitti. Diğer partilerle birlik­te İhvân-ı Müslimîn de yasaklandı 1954; yöneticileri hapse atıldı ve Seyyid Kutub gibi bazı teorisyenleri idam edildi. 1956′-da şeriat mahkemeleri lağvedilirken 1957’de vakıflar devletleştirildi. 1961’de Ezher’in yarı özerkliği kaldırıldı ve mües­sese dinî eğitimin yanında tıp, eczacılık, mühendislik, ziraat gibi dallarda da eği­tim veren bir devlet üniversitesi haline getirildi. Ancak Nasır rejiminin, Arap mil­liyetçiliği politikaları çerçevesinde millî kültür ve millî tarih oluşturma çabalarına destek verdiği görülür. 1957’de Kültür ve Millî İrşad Bakanlığı kuruldu. Basın ve yayın organlarının büyük bir kısmının 1960’ta devletleştirilmesi ve geri kalan­lar üzerinde sıkı bir denetim uygulanma­sı, kültürel faaliyetlerin büyük ölçüde sis­temin propagandasına dönüşmesine yol açtı. Özellikle tarih ve edebiyat tarihi ça­lışmaları günün politikalarının etkisi al­tında yürütülerek ortaya gerçeklere uy­mayan bir tarihçilik çıkarıldı. Meselâ XIX ve XX. yüzyıllarda Mısır’ın siyasî ve fikrî hayatında önemli rol oynayan Ömer Mek-rem, Rifâa et-Tahtâvî, Urâbî Paşa, Mu­hammed Abduh, Abdullah Nedîm, Mus­tafa Kâmil ve Muhammed Ferîd Bey gibi şahsiyetler Arap milliyetçiliğinin önder­leri olarak gösterilip millî kahraman se­viyesine yükseltilirken bunlardan bazıla­rının Avrupa devletleriyle kurduğu karan­lık İlişkiler göz ardı edildi. Yine bu dönem­de yazılan kitaplarda millî tarih oluştur­ma çabaları içerisinde tarihî gelişmeler -çarpıtılarak Osmanlı dönemiiçîn “inhitat ” devri, karanlık dönem” vb. nitelemelere yer verildi. O yıllardaki bazı İslâm tarihi çalışmalarının da günün ideolojisinin yön­lendirmesiyle yapıldığı görülür. Hz. Peygamber’in ve ashabının İslâm prensiple­rine uygun sosyalist bir sistem getirmeye çalıştıklarını iddia edip bunun günümüz­de de uygulanabileceğini savunanlar or­taya çıktı. Hatta bazı yazarlar İslâm’ın ilk dönemleri için “sağ, sol, devrimci, karşı devrimci” gibi tasvirlere gittiler. Bu tür yayınlara karşı çıkmak iktidara göre reji­min sosyalist politikalarına karşı gelmek anlamını taşıdığından açıkça eleştirel ni­telikte yayınlar da yapılamadı.

Nasır döneminin 1967 İsrail yenilgisinin gölgesi altında sona ermesi Mısır kültür ve düşünce hayatı için farklı gelişmelere sebep oldu. Enver Sedat’ın basın üzerin­deki sansürü kısmen hafi fi etmesiyle bir­likte çok sayıda yazar yoğun biçimde ya­kın geçmişi, özellikle de 1952 sonrası dönemi eleştiren çalışmalar yapmaya baş­ladı. Bunların birçoğunda Nasır devri bas­kı ve propagandalarla halkın uyutulduğu bir dönem şeklinde tanımlandı. Enver Se­dat sosyalist uygulamalardan vazgeçti ve Nâsırcı aydınlara karşı denge unsuru ola­rak gördüğü İslamcı kesim üzerindeki baskıları kaldırmaya başladı. Arap milli­yetçiliği geri plana itilirken Selefçi ve İs­lamcı görüşler geniş bir taban buldu. Bu gelişmelerin paralelinde farklı eğilimlerdeki İslâmî grupların sayısı artarken öte yandan İhvân-ı Müslimîn’in çıkardığı ed-DaVe ve eî-İHişâm dergileri zamanla iktidarın politikalarını eleştiren bir plat­forma dönüştü. 1971 anayasasında dinî hükümlerin yasamanın kaynaklarından biri olduğu görüşünün yer alması, Ezher ulemâsının birçok kanun taslağı hazırla­yarak bunları meclise taşımasına imkân verdi. Yönetimin hazırlanan taslakların yasalaşmasını engellemeye çalışması bunları hazırlayan Ezher ulemâsının ve diğer İslâmî grupların tepkisine yol açtı. Enver Sedat’ın İsrail ile 1979’da yaptığı barış antlaşması gerek eski Nâsırcılar gerekse İslamcı gruplar tarafından şiddet­le eleştirildi. Eleştirilerden bunalan En­ver Sedat 1980’de basın üzerindeki san­sürü arttırdı. Ayrıca dinî hükümlerin uy­gulanmasını isteyen İslâmî gruplarla bu­na karşı çıkan Kiptiler arasındaki çekiş­melerin kanlı çatışmalara dönüşmesi üze­rine her iki kesimden çok sayıda aydını tutuklattı.

2. Edebiyat. Mısır edebiyatı genelde Osmanlılar’ın diğer eyaletlerindekilere ben­zer bir seyir takip etmişse de 1800’lü yıl­ların başında birkaç yıl süren Fransız iş­galinden çok etkilenmiştir. Fransızlar, be­raberlerinde bir matbaa getirerek Mısır’­da çıkan ilk gazete özelliğini taşıyan Cou-rier de l’Egypte ile La Decade egypti-enne dergisini neşrettiler; ayrıca propa­ganda amaçlı Arapça yazıları da basabili­yorlardı. Fakat ülkeden ayrılırken matba­ayı götürdükleri için bu yayınlar da işgal­leri gibi kısa sürdü. Bazı Mısırlı yazarların Fransız işgalini bir rönesans başlangıcı olarak görmesine karşılık şarkiyatçı Ha-milton A. Roskeen Gibb konunun fazla abartıldığını ve bu işgalin Mısır hayatında fazla iz bırakmadığını söyler XIX. yüzyılın ikinci yansından iti­baren Mısır’da edebiyat alanındaki faali­yetlerde nitelik ve nicelik açısından bariz bir farklılık yaşandığı ve bir yandan klasik dil ve edebiyat çalışmaları sürdürülürken bir yandan da Batılılaşma’nın tesiriyle hi­kâye, roman ve tiyatro gibi bu coğrafya­da daha önce tanınmayan edebî türlerde eserlerin ortaya konulduğu görülmekte­dir.

Mehmed Ali Paşa’nın 1822’de Bulak’ta kurduğu matbaada çok sayıda Arapça ve Türkçe eser basılmıştır. 1828’de resmî ni­telikli el-VeköYu’i-Mışriyy e gazetesi Ri­fâa et-Tahtâvî yönetiminde Türkçe-Arapça olarak çıkmaya başlamıştır. Ardından gerçekleşen gazete ve dergi sayısındaki artışı, daha çok Suriyeli ve Lübnanlı hıris-tiyan Arap yazarların Mısır’a yerleşmeleri etkilemiştir. M. Reşîd Rızâ, Abdurrahman el-Kevâkibî, Muhibbüddin el-Hatîb ve Ce-mâleddîn-i Efgânî gibi aslen Mısırlı olma­yan müslüman yazarlar ise farklı siyasî XIX. yüzyılın son çeyreğinde şiir gelene­ğe dönüş olarak nitelendirilebilecek bir akımla yeni bir hüviyet kazanmıştır. “Yeni klasik” denilen bu akımda yabancı İşgal­lerine karşı çıkan vatan sever hareketle şiirin içeriğine vatanî ve toplumsal konu­lar da girerken üslûp ve yapının Avrupa tesirine direndiği görülür. Akımın en önemli temsilcileri Mahmûd Sami Paşa el-Bârûdî, İsmail Sabri Paşa, Hafız İbra­him ve Ahmed Şevkî’dir. Lübnan asıllı Ha-lîl Mutrân da yeni klasisizmden yeni ro­mantizme geçişte oynadığı rol itibariyle şiirde yenilikçiliğin en etkili temsilcilerin­den biri sayılır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni klasik akıma eleştirel gözle yaklaşan ve kendilerine “el-Mezhebü’l-cedîd” adını veren genç şairler grubu ortaya çıkmış, bunlar yeni klasikçileri dil ve üslûp açısın­dan klasikleri taklit etmekle suçlamıştır. Abdurrahman Şükrî, İbrahim Abdülkâdir el-Mâzinî ve Abbas Mahmûd el-Akkâd’m başını çektiği bu gruba göre şiir yazıldığı dönemin duygu ve düşüncelerini yansıt­malıdır. Modern Mısır şiirinin önemli gelişmelerinden biri de 1932’de Apollo Cemiyeti’nin kurulması ve bunun yayın organı Apollo’nun neşredilmeye başlanmasıdır. Apollo belli bir edebiyat akımı olmamakla birlikte dergi yeni romantikler için bir platform olmuş­tur. Apollo’da sık sık “şi’r hur, şi’r mürsel, şi’r mensur, şi’r mutlak” tarzında şiirlere yer verilmiştir. Mısır şiirinin 1940’lıve 1950″li yıllarda diğer Arap ülkelerinin şa­irlerinden, özellikle serbest nazmın Irak’­taki temsilcilerinden olan Nâzik el-Melâi-ke ve Bedr Şâkir es-Seyyâb’dan etkilendi­ği görülür.

XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında geleneksel edebî nesir türlerinden ma-kâme dalında çok sayıda eser verilmiştir meselâ Ali Paşa Mübarek, cAlemü ‘d-dîn, I-IV, İskenderiye 1299; Muhammed el-Müveylihî, Hadîşü’/sâb. Hişâm, Kahire 1324- Hafız İbrahim, Ley âlî satıh, . Bu arada XIX. yüzyılın sonlarında Batı etkisi de bütün ağırlığıyla hissedil­meye başlanmış, özellikle Batı dillerinden roman, hikâye ve tiyatro türünde yapılan tercümeler ve adaptasyonlar telif eserle­rin yönünü değiştirmiştir. Bunlar arasın­da Rifâa et-Tahtâvî’nin Fenelon’un Les adventures de Telemaque adlı eserin­den yaptığı çeviri [Mevâkfu’l-eflâk fi ue-kâ’i’ telîmâk, 1867] önemlidir. Klasikten modern döneme geçişte Ali Paşa Müba­rek, Muhammed el-Müveylihî, Abdullah Fikrî, Muhammed Tevfîk el-Bekrî, Mus­tafa Lutfî el-Menfelûtî ve Mustafa Sâdık er-Râfiî telif ve tercümeleriyle önemli rol oynamışlardır. Corcî Zeydân. Ferah Antûn ve Ya’küb Sarrûf, aynı dönemde tarihî-içtimaî dram türünde eser veren Lübnan göçmeni hıristiyan yazarlardır. Ayrıca da­ha sonraları Tâhâ Hüseyin, Muhammed Ferîd Ebû Hadîd. Muhammed Saîd el-Ur-yân, Abdülhamîd Cûde es-Sahhâr gibi ya­zarlar da tarihî roman yazmışlardır. Mu­hammed Hüseyin Heykel’in 1914’te ya­yımladığı Zeyneb Arap romanında bir dönüm noktası sayılır. Bu romanda dikkat çeken husus Mısır köy hayatının realist bir tasvir içinde anlatılmasıdır. XX. yüz­yılın ilk çeyreğinde Mahmûd Tâhir Lâşîn, Ahmed Dayf ve Selâme Mûsâ gibi yazar­ların savunuculuğuyla firavunlar dönemi­ni ön plana çıkaran bir millî edebiyat doğ­muş, 1930’lu yıllarda bu akımın yavaş ya­vaş zemin kaybetmeye başlaması üzerine en önemli temsilcileri Salâh Zihnî, Âdil Kâmil ve Necîb Mahfuz olan realist akım ortaya çıkmıştır Halen Necîb Mahfuz, 1988 Nobel edebiyat Ödülünü almasi ve eserlerinin pek çok dile çevrilmesiyle Mı­sır romanının dünya çapındaki temsilcisi durumundadır.

Mısır’da modern anlamda tiyatro oyun­ları XIX. yüzyılın sonunda Batı dillerinden tercüme ve adapte edilerek sahne­lenmeye başlanmıştır. O dönem oyun ya­zarlarının başında İtalyan kökenli yahudi bir aileye mensup olan Ya’küb Sannû ge­lir. Ünlü şair Ahmed Şevki de çok iyi bildiği klasik dil ve edebiyatı kullanıp biri men­sur, diğerleri manzum olmak üzere yedi tarihî dramla bir komedi yazmıştır. Tev­fîk el-Hakîm ile Mahmûd ve Muhammed Teymur kardeşler de tiyatro alanında çok sayıda eser veren müelliflerdendir.

Edebiyat tarihçiliği ve edebiyat eleşti­risi alanlarında da çok sayıda çalışma ya­pılmıştır. XX. yüzyılın başlarında Muham­med Diyâb, Hasan Tevfîk el-Adl, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Corcî Zeydân ve Musta­fa Sâdık er-Râfiî Arap edebiyatı tarihiyle ilgili kitaplar neşretmiş, daha sonra bun­lara Tâhâ Hüseyin. Ahmed el-İskenderî, Ahmed Emîn, Abdülazîz el-Bişrî, Ali Câ­rim ve Ahmed Dayf katılmıştır. Köklü bir geçmişe sahip olan tenkit geleneğinin başlıca temsilcileri Muhammed Hüseyin Heykel, Tâhâ Hüseyin, Abbas Mahmûd el-Akkâd, Ahmed Dayf ve Ahmed eş-Şâyib’dir.

3. Eğitim ve Öğretim. Kavalalı Mehmed Ali Paşa gerçekleştirdiği modernleşme faaliyetleri arasına kısa sürede eğitim ala­nını da aldı. Geleneksel eğitim tarzı ta­mamen göz ardı edilerek oluşturulacak yeni sisteme Batı örnek tutuldu. Onun zamanında 1809 yılından itibaren askerî ve teknik alanlarda 300’den fazla öğrenci Avrupa’da öğrenim gördü. Mehmed Ali Paşa, 1811’de Memlûk beylerini bertaraf ettikten sonra ilk önce Kahire Kalesi’nde zamanın seçkin tabakasını oluşturan genç Memlükler, Çerkez, Türk, Arnavut ve Ermeni asıllılar için öğrenim diü Türk­çe olan bir okul açtırdı ve müfredatına askeri konuların yanı sıra aritmetik ve İtalyanca dersleri de koydurdu. 1816Tdan 1830’lu yılların sonuna kadar Batı okulla­rını örnek alarak harbiye, tıbbiye ve mühendishâne başta olmak üzere ilkokuldan üniversiteye kadar birçok mektep açtı. Hemen hemen bütün okullar başlangıç­ta Dîvânü’l-cihâdiyye’ye, dolayısıyla aske­riyeye bağlı durumdaydı. Ancak zamanla okul sistemi genişledikçe bunların ayrı bir birim altında toplanması ihtiyacı or­taya çıktı ve 1836’da Şûra el-medâris, 1837’de Dîvânü’I-medâris kuruldu. Bu müessesenin görevleri arasında eğitim işlerinin yanı sıra okul binası yaptırmak ve Mişriyye’yİ yayımlamak da bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa’nın açtırdığı okullara halk başlangıçta çocuk­larını göndermek istemediğinden çocuklar ailelerinden zorla alınarak yatılı okul­lara yerleştiriliyor ve uzun süre kendi çev­releriyle ilişkileri kesiliyordu. Buna karşı­lık öğrencilerin her türlü ihtiyacı karşıla­nıyordu. Bu dönemde eğitimde ikili bir sistem ortaya çıktı. Bir yanda Batılı siste­me göre açılan yeni okullar, diğer yanda geleneksel tarzda eğitim veren mektep­lerle medreseler yer alıyordu. Yeni açılan yüksekokullarda dışarıdan getirtilen öğretmenler ders verirken ilk ve orta dere­celi okullar için öğretmen sıkıntısı çekili­yordu. Bu durumda Ezher mezunların­dan faydalanılmakta, dolayısıyla yeni sis­tem içinde geleneksel eğitim kısmen de olsa etkisini sürdürmekteydi. İlköğretim­de eğitimin temelini yine Kur’an ve dinî bilgiler oluşturmaya devam ediyordu.

I. Abbas Hilmi okul sisteminde büyük kısıtlamalara giderek tıp okulu, mühen-dishâne ve teknik okul dışındaki bütün mektepleri ve Dîvânü’l-medâris’i kapat­tı. Buna karşılık orduya önem verdiği için 1849 yılında el-Medresetü’l-harbiyyetü’l-mefrûze’yi açtı. Onun zamanında da Av­rupa’ya talebe gönderilmeye devam edil­di. Hidiv İsmail Paşa, selefi Mehmed Said Paşa zamanında durma safhasına gelen reform hareketlerine ağırlık verdi ve eği­tim alanında çeşitli atılımlarda bulundu. 1863’te Dîvânü’I-medâris yeniden faali­yete geçirildi, harp ve denizcilik okulları tekrar açıldı. Nisan 1868’de çıkarılan bir kanunla geleneksel mektepler devletin kontrolündeki okul sistemi içine alındı ve okul giderlerinin karşılanmasında vakıf­lara büyük ağırlık verildi. 1872’de Ezher’-den bağımsız olarak öğretmen adayları­na din derslerinden başka diğer dersle­rin de okutulacağı Dârülulûm kuruldu. Mehmed Ali Paşa’nin ebe okulundan sonra kızlar için birincisi 1873’te. ikincisi 1874’te olmak üzere iki Medresetü’s-sü-yûfıyye, 1875’te bir sağır ve dilsizler okulu açıldı. Abbas Hilmi ve Said paşalar zama­nında kapatılan çok sayıda meslek okulu yeniden hizmete sokuldu. Hidiv İsmail dö­neminde resmî okulların yanı sıra özel okullar da faaliyete geçti. Bunlar arasın­da yabancıların ve yerli gayri müslimlerin açtığı okullar büyük sayılara ulaştı. Bu durum ve özellikle hıristiyan Kıptîler’in varlığı Batılılar’ın Mısır’daki misyonerlik faaliyetlerini arttırmalarında etkili oldu. Batılılaşma hareketlerinin hızlanmasın­dan sonra bu okullara müslümanlar da çocuklarını göndermeye başladılar; böyle­ce okullar Batılılaşma’nin güçlü birer ka­lesi haline geldi. 1875 yılındaki istatistikle­re göre 6 milyon nüfuslu Mısır’da 141.407 öğrenci vardı. Bunların 127.394’ü (%90) geleneksel okullarda, geri kalanları yeni açılan mekteplerde öğrenim görmektey­di.

1882’de başlayan İngiliz işgali eğitim ve öğretim faaliyetlerine büyük sekte vur­du. 1883-1907 yıllan arasında Mısır’ı yö­neten Sir Evelyn Baring (Lord Cromer) ge­niş çaplı bir halk eğitiminden çok, kendi­lerinin buradaki menfaatlerini koruyacak şekilde ve ancak gerekli olan sayıda me­mur ihtiyacını giderecek bir eğitim politi­kası izledi. Devlet bütçesinden eğitim için % 1 ‘den daha az Ödenek ayrılıyordu. Para­sız resmî okullar da ilk on yıl içinde paralı hale getirildi. Sir Elden Gorst zamanında geleneksel mektepler ilk öğretim progra­mı kapsamına alındı; ancak bunlar paralı resmî ilkokullara denk kabul edilmedi. Böylece fakir tabaka mensuplarının çocuklarını okutma imkânı ellerinden alın­mış oluyordu. İngilizler Kahire ve İskende­riye’deki üç lise dışında diğerlerini kapat­tılar. Okullarda Arapça’nın yerini İngilizce almaya başladı ve 1905 yılındaki bitirme imtihanları sadece İngilizce olarak yapıl­dı. Ancak zamanla Arapça tekrar öğrenim dili haline getirildi. Birçok meslek okulu kapatılırken birkaç yeni okul açıldı ve sa­dece İngiltere’ye olmak üzere yurt dışına öğrenci gönderilmesine devam edildi. Elden Gorst zamanında daha önce Lord Cromer tarafından engellenen özel üni­versite açma girişimi el-Câmiatü’I-Mısriyye’nin açılmasıyla gerçekleştirildi (1908). Fakat araya I. Dünya Savaşı’nın girmesi yüzünden 1925 yılına kadar resmî bir sta­tüye kavuşturulanı adı. İngiliz İşgali sıra­sında gayri müslim okullarının sayısında büyük artış görüldü. 1913 istatistikleri­ne göre ülkede yerli gayri müslimler 358, yabancılar 328 okula sahiptiler. 1920 yı­lında Kahire’de Amerikan Üniversitesi açıldı. Bu üniversite, halen İslâm âlemi­ne yönelik çalışmaları ile sadece Amerika Birleşik Devletleri için değil Avrupalılar için de önemli bir merkezdir. Dinî eğiti­min kalesi durumunda olan Ezher’de de çeşitli idari yeniliklere gidildi. 1895’te bir idare meclisi kurularak Tanta, Desûk, Dimyat ve İskenderiye’deki medreseler buraya bağlandı. 1908’de çıkarılan bir kanunla eğitim ilk, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrıldı. 1911’de Hey’etü kibâri’l-ulemâ teşkil edildi. İşgal döneminde hal­kın okur yazarlık oranında önemli bir de-ğişiklik olmadığı görülür. 1882’de okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 91,7 iken 1917’de% 91,3’e inmiştir. 1914yılında 230.000 öğrenci geleneksel mekteplerde öğrenim görürken resmî ilkokullara gi­denlerin sayısı 14.000 idi. Daha yüksek okullara 10.000 civarında öğrenci devam ediyordu; gayri müslim okullarına devam edenlerin sayısı ise 71.000 civarındaydı.

İngilizler’in Mısır’a 1922’de şeklî olarak bağımsızlık tanımasının ardından 19 Ni­san 1923’te yürürlüğe giren krallık döne­mi anayasası ile eğitim genel düzeni boz­mamak ve ahlâk kaidelerine ters düşme­mek şartıyla serbest bırakıldı; ilkokul eği­timi de erkek ve kız bütün çocuklara mec­buri kılındı. Daha sonraları eğitim siste­minde yapılan değişikliklerle birbirinden farklı statülerdeki medâris ibtidâiyye, medâris evveliyye, medâris İlzâmiyye ve medâris rîfiyye denilen ilkokullar birleş­tirildi ve ilk öğrenim süresi altı yıl olarak belirlendi (1951). Krallık zamanında orta dereceli okullar da ıslah edildi. Sayılan hızla çoğalan lise mezunlarının işsiz kal­masını önlemek için çeşitli alanlarda mes­lek okulları açmaya ağırlık verildi; ancak bunların eğitim seviyesi düşük kaldı. Bu dönemde özel okullar üzerindeki devlet kontrolü arttırıldı. Müslüman öğrencilere Arapça eğitim verilmesi ve İslâmiyet’in öğretilmesi zorunluluğu getirildi. Yüksek öğrenim kurumlarında da önemli deği­şiklikler yapıldı. 1925te el-Câmiatü’I-Mis-riyye (bugünkü Kahire Üniversitesi) dev-Ietleştirildi; 1940’ta da adı Câmiatü Fuâd ei-evvel’e çevrildi. Önceleri felsefe, tıp, hukuk ve tabii ilimler fakültelerinden olu­şan üniversiteye daha sonra çeşitli fa­külte ve bölümler ilâve edildi. 1942 yılında Câmiatü Fârûk el-evvel kuruldu ve za­manla bütün yüksek okullar fakülte hali­ne getirilerek bu iki üniversiteye bağlan­dı. Câmiu’l-Ezher de Külliyyetü usûli’d-dîn, Külliyyetü’ş-şerîa ve Külliyyetü’l-lu-gati’l-Arabiyye fakültelerinden oluşan bir üniversiteye (Câmiatü’l-Ezher) dönüştü­rüldü.

1952 ihtilâlinin ardından gerçekleştiri­len değişikliklere bağlı olarak eğitim si­yasetinde de yeni bir yön belirlendiği gö­rülmektedir. Devlet büyük ölçüde eğitim işlerine müdahale etmeye başlarken eği­timin yaygınlaştırılması siyaseti izlendi ve müfredatta büyük değişikliklere gidildi. 1953’te altı-on iki yaş grubu çocuklara il­kokula gitme mecburiyeti getirildi. 1956′-da yabancı dil dersleri ilkokul müfreda­tından çıkarıldı. Süveyş krizi sebebiyle 1958 yılında bütün yabana okullar ya ka-patıldı ya da devletleştirildi. İhtilâl sonra­sında özellikle meslek liselerine olan ta­lep hızla çoğaldı. 196O’lı yıllarda rejimin sosyalist çizgide bir politika takip etme­ye başlamasının ardından meslek okulu mezunları devlet hizmetinde görev alarak halkın teknokrat tabakasını oluşturdu ve rejimi ayakta tutan önemli unsurlar ara­sına girdi. 1980’li yılların başında altı yıl­lık zorunlu eğitim dokuz yıla çıkarıldı. 1984-1985 öğretim yılında temel eğitim ilkokul ve hazırlık olmak üzere iki kademeli hale getirildi. Halen üç yıl olan lise ve meslek lisesi öğrencileri bütün ülkede aynı şekil­de yapılan bitirme sınavlarını başardıkla­rı takdirde üniversiteye girebilmektedir. Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulların yanı sıra Ezher İşleri Bakanlığı’na bağlı Kur’ân-ı Kerîm ve din dersleri ağırlıklı ilkokullar, hazırlık okulları ve liseler de eğitimde Önemli rol oynamaktadır. Öğrencilerin müslüman olması şartı getirilen bu okul­larla Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullar ara­sında 1961’de çıkarılan bir kanunla fark ders imtihanları verildiği takdirde yatay geçiş yapılması mümkün kılındı.

1952’den sonra en çok değişikliğe uğ­rayan eğitim kurumları üniversitelerdir. İhtilâlin ardından Câmiatü Fârûk el-ev-vei’in adı İskenderiye Üniversitesi, Câmia­tü Fuâd el-evvel’İn adı da Kahire Üniver­sitesi olarak değiştirildi. 1961 yılında üni­versiteler yeni kurulan Yüksek Öğrenim Bakanlığı’na bağlandı. Yine aynı yıl çıka­rılan bir kanunla Ezher. Ezher İşleri Ba­kanlığı’na tâbi oldu ve yarı özerk statüsü­ne son verilerek tamamen devlet kont­rolü altına alındı. Yeniden şekillendirilen Ezher Üniversitesi’nin bünyesinde tabii ve sosyal ilimler alanında çok sayıda fakülte açıldı. Bu fakültelerin en önemlisi, kendi içinde küçük bir üniversite görünümün­de olan ve bünyesinde dinî ilimlerin yanı sıra tabii ve sosyal bilimler alanında da çeşitli bölümler bulunan Külliyyetü’1-be-nât’tır. 1972’de çıkarılan bir yasa ile Ka­hire dışında da en önemlileri Tanta, Man-sûre ve Hilvan olan yirmi civarında resmî üniversite kuruldu. 1992yılında yürürlü­ğe giren bir yasa ve 1996’da yayımlanan bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle özel üniversitelerin açılması mümkün kılındı. Bunun üzerine Mısır Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Altı Ekim Üniversitesi, Ulus­lararası Mısır Üniversitesi ve Modern Bi­limler ve Sanatlar Üniversitesi kurulurken Kahİre’deki Amerikan Üniversitesi’nin dı­şında Almanlar, Fransızlar ve İngilizler de birer üniversite açma yoluna gittiler. Ha­len Alman ve Fransız üniversiteleri öğre­time başlamış durumda olup İngiliz üni­versitesi kuruluş aşamasındadır.

Tasavvuf ve Tarikatlar. Tasavvuf Mlsır’a girdiği III. (IX.) yüzyıldan günümüze kadar dinî hayat üzerinde etkili olmuştur. Zünnûn el-Mısrî”nin burada tasavvufun İlk tohumlarını atan kişi olduğu kabul edilir. Daha sonra Mısır’da tasavvuf sü­rekli yayılma eğilimi göstermiştir ve orta­ya çıkan tarikatların kesin sayısı bilinme­mektedir (Winter, Egyptian Society, s. 131). Ebû Ali er-Rûzbârî, Ebû Bekir er-Remlî, Ebü’l-Hasan es-Sâiğ, Ebü’l-Kâsım es-Sâmİt ve îbnü’t-Tercüman IV ve V. (X-XI.) yüzyıllarda Mısır’da yaşayan önemli mutasavvıflardandır. VII. (XIII.) yüzyılda çok sayıda mutasavvıfın buraya gelme­sinden sonra tarikatların da hızla yayıldığı görülür. Şeyh Ebü’1-Feth el-Vâsıtî İsken­deriye’de Rİfâiyye, Ahmed el-Bedevî Tan-ta’da Bedeviyye (Ahmediyye). İbrahim ed-Desûki Desûk’ta Burhâniyye ve Ebü’l-Ha­san eş-Şâzelî İskenderiye’de Şâzeliyye ta­rikatını yaymıştır. Memlükve Osmanlı hâ­kimiyeti altındaki Mısır’da tasavvufî ha­yat, yukarıda ismi geçenlerin büyük ço­ğunluğunu temsil ettiği çeşitli tarikatla­rın bünyesinde gelişmiştir. Memluk dö­neminin sonuna doğru Osmanlı coğraf­yasından Mısır’a çok sayıda sûfî geierek yerleşmiştir. Bunların arasında Halvetî şeyhlerinden Muhammed Demirtaşî, İb­rahim Gülşenî ve Abdülvehhâb eş-Şa’rânî sayılabilir. Osmanlı devri Mısır’ında İlim-tasavvuf ilişkisinin iyi durumda olduğu ve birçok ünlü kişinin hem sûfî hem âlim sıfatıyla tanındığı görülür. Tarikat şeyh­leri kendi tekkeleri yanında büyük cami­lerde de zikir meclisleri düzenliyorlardı. Nitekim Nûreddin eş-Şûnî el-Mahyâvî, ihdas ettiği “mahya” meclislerini Kahire’-ye yerleştikten sonra Ezher Camii’nde tertip etmeye başlamıştı.

XVI. yüzyıldan itibaren Kahire’de ta­savvufî hayat üzerinde Bekir es-Siddîkî ve es-Sedâtü’l-Vefâiyye adlı iki zengin aile­nin etkili olduğu görülür. Her iki aile as­lında Şâzelî ise de Bekriler XVIII. yüzyılın ilk yarısında Şamlı şeyh Mustafa el-Bekrî tarafından Halvetiyye’ye bağlandı. Bu ailelerde reis konumundaki kişi aynı zamanda tarikatın şeyhiydi ve “şeyhü’s-seccâde” unvanını taşıyordu. Soyları Hz. Ebû Bekir’e ulaşan Bekriler mevlid kutlamalarının düzenlenmesin­den, seyyidlerden olan Vefâiyye ailesi de Hz. Hüseyin’in doğum günü kutlamalarryla Hüseyin Camii ve vakıflarından so­rumluydu. Osmanlı hâkimiyetinin başın­dan beri İstanbul’dan tayin edilen ve Ka­be örtüsüyle mahmili koruma görevi de uhdesine verilen nakîbüleşrâflar XVIII. yüzyılın başlarından itibaren bu iki aile­den seçilmeye başlandı; böylece nakîbü-leşrâflık makamı tasavvufî bir önem kazandı.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa, 1812 yılın­da iktidarı merkezîleştirme programının bir parçası olarak bütün tarikatları bir tek şeyhliğin (şeyhü meşâyihi’t-turukı’s-sûfiyye) kontrolü altına soktu ve bu ma­kamı şeyhü’s-seccâdeti’l-Bekriyye’ye tev­di etti: böylece Bekriyye şeyhi bütün ta­rikatların başı oldu. Tarikatların tek elden yönetimi İngiliz işgaline kadar, özellikle Avrupalı devletlerin Mısır’ın iç işlerine ka­rışmasına tavır alarak miilî bir kahraman haline gelen Ali el-Bekrînin şeyhliği sıra­sında çok başarılı oldu. Daha sonra yerine geçen oğlu Abdülbâki el-Bekrî’nin Urâbı Paşa ayaklanmasına karşı hidivi destek­lemesinin ve İngilizler’in Kahire’yi işgalle­rinin hemen öncesinde General Sir Gar-net VVoIseley şerefine ziyafet vermesinin de etkisiyle Bekri şeyhinin tarikatlar üzerindeki otoritesi zayıfladı. 1895’te Hidiv II. Abbas Hilmi Meşîhatü’t-turukı’s-sûfiyye şeyhinin Bekrîler’den olması şartını kal­dırdı, ayrıca bir sûfî meclisi kurarak baş­kanlığını bu şeyhe verdi; meclisin üyeleri ise resmen tanınmış dört tarikatın şeyh­lerinden oluşuyordu. Ardından sadece vakfı veya başka bir yerden geliri olma­yan tekke, zaviye ve türbelerin Meşîha-tü’t-turukı’s-sûfiyye’nin yönetimi altına alınması kararlaştırıldı. Tarikatları düzen­leme ve ıslah çalışmaları XX. yüzyıl bo­yunca sürmüş ve son hidivlik kararna­mesi 1970’li yıllara kadar yürürlükte kal­mıştır. XX. yüzyıl boyunca birçok refor­mist, tarikatlardaki bazı inanç ve uygu­lamaları eleştirerek onların ıslahı konu­sunda çalışmalarda bulundu. Kral Fâ-rûk’un 1947’de Ahmed Murâd el-Bekrfyi şeyhü meşâyihi’t-turuki’s-sûfiyye maka­mından alarak yerine bir Ezher âlimi olan Ahmed es-Sâvî’yi tayin etmesi reform ta­raftarlarının bir zaferi sayıldı. Tarikatların ıslahının gerekliliğine inanan en önemli grup i 930’lu ve 194O’lı yıllarda Mısır’da etkili rol oynayan İhvân-ı Müslimîn’dir. İh-vân-ı Müslimîn’in kurucusu Hasan el-Ben-nâ gerçek ve saf tasavvufu benimsiyor, Mısır’daki tarikatlarda görülen çeşitli uy­gulamaları ise hurafe ve bid’at oldukları gerekçesiyle eleştiriyordu. Grubun teoris-yenlerinden Seyyid Kutub da mevcut ta­rikatları şiddetle tenkit edenler arasın­daydı.

Ortadoğu ve Afrika’da Mısır’ı lider ülke konumuna getirme çabaları ve bölgede­ki ülkelerle bağlarının sağlamlaştırılması çerçevesinde tarikatların milletler üstü pozisyonundan faydalanmaya çalıştı. Bu amaçla Suriye, Sudan ve Fas’taki tarikat­ları destekledi. Öte yandan Mısır, Nijerya, Mali, Senegal ve Gana tarikat şeyhlerinin ortak girişimiyle Kahire’de bir dünya sûfî konferansı organize edilmeye çalışıldıysa da gerçekleştirilemedi. Nasır iç politika­da da İhvân-ı Müslimîn’in halk üzerindeki etkisini azaltmak ve dengeli bir hale ge­tirmek için tarikatların canlanmasını İste­di. Ancak bu amaçla İşlerine fazla karış­ması gittikçe daha çok tarikatın Sûfî Meclisi’nden uzaklaşmasına yol açtı.

1976’da bir kanun çıkarılarak tarikat­ların işleyişi tekrar düzenlendi; halen yü­rürlükte olan bu kanundan başka 1978′-de onun boşluklarını dolduran bir cum­hurbaşkanlığı kararnamesi yayımlandı. Bu kanunla Sûfî Meclisi, el-Meclisü’l-a’lâ li’t-turukı’s-sûfiyye adı altında yeniden düzenlendi ve millî, dinî. ruhanî, kültürel ve sosyal hedefleri olan bir tüzel kişilik sa­yıldı. On beş üyeden oluşan meclisin baş­kanı tarikatlardan gelen on üye arasın­dan cumhurbaşkanının onayı ile seçilir. Kanuna göre yeni bir tarikat ancak isim ve metot bakımından daha önceki birine benzemiyorsa Meclisü’l-a’lâ’nın muvafa­kati, Ezher’in ve Evkaf Bakanlığı’nın ka­rarıyla kurulabilir.

Günümüzde Mısır’da Kadir ve kandil gecesi kutlamaları dinî-tasavvufî hayatın önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Tasavvufî hayatın vaz­geçilmez unsurlarından biri de çok sayı­daki türbe ve makamlardır. Bunlar arasın­da Hüseyin Mescidi, İbn Atâullah el-İsken-derî, İbnü’l-Fârız, İmam Şa’rânî, Ahmed el-Bedevî, İbrahim ed-Desûki, Ebü’1-Hac-câc Yûsuf b. Abdürrahîm el-Uksurî. Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî, Seyyİde Zeyneb ve İmam Şafiî gibi şahsiyetlerin makam ve türbe­leri sayılabilir. Yaygın olan tarikatların bazı­ları şunlardır: Kâdiriyye, Rifâİyye, Şâzeliy-ye, Bedeviyye, Burhâniyye. Halvetiyye ve bunların çeşitli şubeleri. Ülkede ayrıca Nakşibendiyye, Sa’diyye, Anâniyye, Şey-bâniyye, Tağlibiyye, Mîrganiyye, Hızriyye, Azzûziyye, Rahîmiyye, Ken’âniyye, Kettâniyye. Ca’feriyye-i Ahmediyye-i Muham-mediyye gibi tarikatların da bazı men­supları vardır.

  • Mısır Mimarisi
  • Mısır, Mısır’da İlim, Kültür, Medeniyet -Osmanlı Dönemi-
  • Mısır, Mısır’da İlim, Kültür, Medeniyet (641-1517 Dönemi)
  • Mısır Tarihi
  • Mısır Başkenti, Yüzölçümü, Hangi Kıtada, Nüfusu, Önemli Şehirleri
  • Mısır Fiziki, Beşeri, Ekonomisi, Coğrafyası

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski