Osmanlı yönetimi altında Mısır’ın idarî yapısını coğrafî gerekçeler geniş ölçüde tayin etmiştir. Mısır, esas itibariyle kuzeyde Aşağı Mısır ve güneyde Yukarı Mısır olarak iki bölgeye ayrılmıştı. Bunların arasında Kahire bulunmaktaydı. Mısır’ın bu ana taksimatı idarî bölgeler bakımından siyasî, idarî ve İktisadî duruma göre birtakım değişikliklere de uğramıştı. Mısır eyaleti daha önce olduğu gibi birkaç vilâyete (keşûfiyyet) ayrılırken önemli bölgelerde sancaklar kurulmuştur.
XVI. yüzyılın başlarında Mısır eyaleti Aşağı Mısır’da Şarkiye, Kalyûb. Bilbîs, Dekariliye. Garbiye, Menûfiye, Buhayre ve Katya; Yukarı Mısır’da (Saîd! Cîze, Atfî-hiye, Üşmûneyn, Feyyûm, Behnesâviye (Behnesâ) ve Vâhât vilâyetlerinden meydana geliyordu. Ayrıca İskenderiye, Cidde ve Asyût sancakları bulunuyordu. Daha sonra İbrim, Dimyat ve Reşîd’de birer sancak, Süveyş’te müstakil bir kaptanlık İhdas edildi. XVII. yüzyılın başlarında eyaletin idare merkezi olan Kahire ile beraber idarî bölgeleri on iki vilâyet Şarkiye, Garbiye. Menûfiye, Buhayre, Terrâne, Katya, Cîze,AtfîhIye, Feyyûm, Behnesâviye, Üşmûneyn, Menfelûtiye, Vâhât ve yedi sancaktan (İskenderiye, Dimyat, Reşîd, Süveyş, Cidde, Asyût ve İbrim) ibaretti. Bu yapısını genel hatlarıyla XVIII. yüzyılda da sürdürmüştür.
Eyaletin başında bulunan beylerbeyi, sadece Mısır’da değil aynı zamanda Ortadoğu Arap yarımadası ve hatta Kuzey Afrika’ya kadar geniş Osmanlı coğrafyası içinde en önemli idareci konumundaydı. Başlangıçta eyalete bu önemi dolayısıyla kubbe veziri payesindeki paşalardan biri tayin edilirdi. Daha sonra bu tayin vezâ-ret rütbesi verilmek suretiyle yapılmaya başlanmıştır. Beylerbeyi yanında eyaletin malî işleri nâzırü’l-emvâl / defterdar vasıtasıyla yürütülürdü. Mısır divanında görüşülmeyen, daha çok iç meseleleri ilgilendiren konular nâzırü’l-emvâlin meclisine bırakılırdı. Bu meclis defterdar nezâretinde rûznâmçeci, muhasebeci, mukâtaacı ve diğer maliye memurlarından oluşuyordu. Nâzırü’l-emvâl beylerbeyinin yokluğunda onun yerine vekâleten vazifesini ifa edebilirdi.
Mısır eyalet merkezinde beylerbeyinin idarî ve askerî işlere yabancı olmasından dolayı birkaç sancak beyi istihdam edilmişti. Akdeniz ve Kızıldenİz sahillerini düşman ve korsanlardan korumak için İs-kenderiye, Dimyat ve Cidde’ye Süveyş kaptanlığı ile Saîd bölgesine birer sancak beyi gönderilmişti. Eyaletin diğer vilâyetleri Mısır Kanunnâmesi gereğince Mem-lüklü kâşiflere ve şeyhülaraplara bırakılmıştı. Mısır vilâyetlerinin kâşifleri çoğunlukla Memlûk asıllıydı; daha sonra kâşif -likler Mısır’da veya İstanbul’da bulunan kapıkullarına da verilmeye başlandı. Kâşifler, kâşiftik mansıbıyla birlikte vilâyetin bazı mukâtaalannı da iltizamla tasarruf ederlerdi. Bunlar vazifelerini beylerbeyi ve nâzırü’l-emvâlin nezâretinde görürlerdi. Vilâyetlerin topraklarının değerlendirilmesinden doğrudan sorumlu olan kâşifler uhdelerindeki köylerin nehir sedlerini zamanında tamir ettirmek, Nil’in taşmasından önce köylerde tasarruflarında bulunan araziyi hazırlatmak, keşûfiyetin-de mevcut ekilmemiş toprakların işlenmesine çalışmak ve vergileri terbi defterlerine göre alıp hazineye teslim etmekle yükümlüydü. Vilâyetlerinde emniyet ve asayişi sağlamak, şeyhülaraplık bölgelerinde devlet otoritesini yerleştirmek, ekilen toprakları ve yollan urban tecavüzünden korumak, köylerde halk ve askerler arasındaki çatışmaları önlemek de kâşiflerin önemli görevlerindendir.
Şeyhülaraplar, Mısır beylerbeyinin önerisi ve devlet merkezinin onayı ile tayin edilirdi. Beylerbeyiler bu mansıb boşalınca aynı vilâyet şeyhlerinden liyakatli olanını seçerdi. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Saîd, Garbiye, Şarkiye, Buhayre ve Menûfiye vilâyetlerinde bulunan şeyhlerin sancak beyliği pâyesiyle tayin edildiği görülmektedir. Mısır’ın zaptından beri şeyhülaraplar bölge ve vilâyetlerinde müstakil hâkim olarak geniş yetkilere sahiptiler. Onların vazifeleri kâşiflerinkinin aynı olup taahhüt ettikleri iltizamlarını yerine getirmeleri görevlerinin başında gelirdi. Devletin giriştiği seferlerde fazla askere ihtiyaç olursa Mısır kâşifleri ve şeyhülarapları maiyetleriyle beraber sefere memur edilirlerdi. XVII. yüzyılın başlarında Mısır vilâyetleri şeyhülaraplara. Osmanlı ve Memlûk beylerine sancak pâyesiyle tevcih edilmeye başlanmış, kâşiflerin yetkileri sınırlandırılmış, vilâyetler tedricen vilâyet sancak beylerinin nüfuzu altına girmiştir.
Yavuz Sultan Selim, eyaletin muhafazası için Mısır’da güvenilir Osmanlı beyleri kumandasında Rumeli. Anadolu ve sipahi askerlerinden 3000 asker bırakmıştı. 930 (1524) yılı sonlarına kadar kapıkulu sipahi ve gönüllülerinden teşekkül eden bu kuvvetler İstanbul’dan Mısır’a nöbetleşe gönderilirdi. Vezîriâzam Makbul İbrahim Paşa’nın Mısır düzenlemesi esnasında buraya getirilen kapıkulu askerlerinden ilk defa Mısır’a mahsus bir askerî teşkilât kurulmuştur. Buna göre Mısır askeri gönüllü, atlı tüfekçi ve Memlûk askerinden teşkil edilen Çerâkise, müstahfızân (yeniçeri) , azeb ve çavuş olmak üzere altı cemaatten oluşmaktaydı. XVI. yüzyılın ortalarında bunlara müteferrika cemaati eklenmiştir.
Gönüllü, atlı tüfekçi ve Çerkez cemaatlerinin esas vazifesi Kahire şehrinin ve vilâyetlerin muhafazası ile asayişinin temini idi. Müstahfızlar ve azebler hizmetlerini Mısır’ın idare merkezi olan Kal’atül-cebel’de. çavuş ve müteferrikalar ise Mısır’ın Dîvân-ı Âlîsi’nde görürlerdi. Mısır’ın asker cemaatleri eyalette asayişi sağlama yanında idarî bazı hizmetleri de yapardı. Müteferrika, çavuş, sipahi ve silâh-dar cemaatlerinden seçilen dergâh-ı âlî askerleri de Mısır’ın vergi tahsili hizmetlerine tayin edilirdi. Bununla beraber XVI. yüzyılın ikinci yansında askere ihtiyaç duyulunca taşrada hizmet görmek şartıyla oluşturulmuş “kuloğlu” ve “karın-daşoğlu” gruplarına da başvurulurdu. Bunlar belli bir süre için Yemen ve Habeş gibi bölgelerde hizmet gördükten sonra Mısır’a dönüp orada ulûfeli asker zümresine dahil olabilirlerdi. XVI. yüzyılın son çeyreğine doğru Mısır askerinin mevcudu 9300’ün üstüne çıkınca askerin maaşı eyaletin hazinesine yük olmaya başlamıştı. Askerin ulufesinin zamanında verilmemesi, Mısır halkından ve memlûk oğullarından seçilen askerlerle diğer askerler arasında ihtilâf çıkmasına, eyalette askerî ve idarî yetkileri bulunan Mısır askerinin Mısır halkına, idarecilerine ve beylerbeyilerine baş kaldırıp bazan devlet merkezinin emirlerini dinlememelerine sebep olmuştur. Bu gibi gruplar bilhassa XVII ve XVIII. yüzyıllarda Mısır’ın önemli güç odaklarından birini teşkil etmiştir.
Eyalet bu idarî yapılanma yanında aynı zamanda kazâî teşkilâta da sahipti. Yavuz Sultan Selim, Mısır kadılığında bulunan dört mezhep kâdılkudâtına hil’at giydirerek onları eski makamlarında bırakmıştı. Ancak Mısır’da Osmanlı hâkimiyeti nisbeten yerleştirildikten sonra 928’de (1522] eyalette adalet işlerini düzenlemek ve şer’î işlere bakmak İçin merkezden bir kadı tayin edilip Mısır’ın kadılık teşkilâtının temeli atıldı. Osmanlı kaza teşkilâtında büyük önemi bulunan Mısır kadılığı rütbe bakımından XVI. yüzyılda taht kadılıklarından (İstanbul, Edirne ve Bursa) sonra geliyordu ve devletin büyük kadılıkları için kullanılan mevleviyetlerden biriydi. XVI. yüzyıl sonlarına kadar Mısır kadılığına Şam kadılığından tayin yapılıyordu. Fakat daha sonra bu teamül bozuldu. Mısır kadısı Hanefî mezhebinden seçiliyordu ve beylerbeyinden ayrı bir adlî-idarî yetkisi vardı.
XVII-XVIII. yüzyıllarda Mısır eyaletinin beylerbeyiliği ve kadılığı dışında defterdarlık, kaymakamlık, Saîd, Şarkiye, Garbiye gibi vilâyetlerin sancak beylikleri, emîr-i hachk, kâşiflik, mukâtaacılık ve emanetlik idare mensuplarının çoğu Memlûk mütegallibelerinin eline geçti; böylece Mısır’ın mahallî idaresi üzerindeki Osmanlı Devleti otoritesi sarsıldı. Diğer taraftan Mısır’ın askerî grupları arasındaki mücadeleler idarecileri de etkiledi. Memlüklü sancak beyleri, hâkimler ve kâşiflerin yönetimi altında arazi iltizamlarının ve mukâtaaların mîrî varidat tahsilleri Memlûk kökenli mübaşir, âmil ve eminlerin eline geçti. Onlar da halka ve köylülere ağır vergiler yüklediler. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Memlükler’-den seçilmesi teamül olan Mısır defterdarı güç kazandı ve kendi Memlûk fırkasının işlerine göre davranmaya başladı; hatta mîrî gelirlerinin bir kısmını fırkasının köle ve silâh gibi ihtiyaçlarına harcadı. Bu yüzden Mısır’ın mîrî gelirinden İstanbul’a gönderilen irsaliye ve diğer ihtiyaçlar, Haremeyn’in sadakası ve buğdayları, devlet merkezinin ordu ve donanmalarının malzemeleri, kapıkulları ve civar vilâyetlerinde bulunan nöbetçi askerlerin ulufeleri karşılanmaz oldu. Mısır maliyesine bakan beylerbeyi ve kadı, Osmanlı idarecilerinin sâlyâne ve diğer tahsisatlarını sağladıktan sonra eyaletin öbür maliye işlerine karışamadılar.
Mısır eyaleti batı ve doğu arasındaki ticaret yolu üzerinde stratejik bir mevki-deydi, ayrıca ziraî, hayvanî ve madenî kaynaklara sahipti. Devlet merkeziyle güney ve doğu vilâyetlerinin arasını birleştirmesi bakımından ekonomik önemi büyüktü. Ziraat Mısır’ın temel iktisadî kaynağı olup küçük sanayi ile iç ve dış ticareti tarıma dayalı idi. Bu devirde Mısır’ın başlıca tarım ürünleri pirinç, buğday, şeker kamışı, mercimek, nohut vb. idi. Bu ürünlere dayalı, şeker, pekmez, kumaş, yağ ve sabun sanayileri vardı. Ayrıca İskenderiye, Süveyş ve Bulakta gemicilik ve iplik imali, tuzculukve balık tuzlamacılığı, halıcılık yapılırdı. Mısır’ın gerek Akdeniz ve Kızıl-deniz’de gerekse Nil üzerindeki limanlan ticarî bakımdan önemli role sahipti. İskenderiye, Dimyat ve Reşîd gibi limanlar iç ve dış ticarette başta geliyordu. Hububat, Mısır’ın İstanbul’a ve Osmanlı vilâyetlerine başlıca ihracat metai olup Saîd ve Delta’dan buğday, Fereskûr’dan pirinç Dimyafa gelir, daha sonra Şam’a ve Anadolu’ya gönderilirdi. İskenderiye’den İstanbul’a kahve, zencefil ve biber gibi baharat çeşitleriyle birlikte barut ve ordular için peksimet yollanırdı. Ayrıca Trab-lusgarp, Tunus, Circe ve Cezayir gibi devletin batı vilâyetlerinden, Fas ve Mera-keş’ten hacılar, talebelerle tüccarları taşıyan kafileler Mısır’a gelirdi. Birçok Faslı tüccar İskenderiye’de yerleşmişti. Mısır eyaletinin dış dünya ile ticarî faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin yabancı devletlerle imzaladığı antlaşma ve protokoller gereğince olurdu. Osmanlı idaresi, Avrupa ülkeleriyle barış ve savaş durumuna göre yabancı tüccarları sıkı kontrol altına alır, demir, barut, buğday gibi stratejik Öneme sahip malların onlara satılmasını yasaklardı.
Osmanlı Misırı’nda kültürel hayat Memlûk devrinin uzantısı olarak gelişme göstermiş, ancak Mısır’da İstanbul merkezli bir ortam da oluşmuştur. Mısır’ın çoğunlukla Arapça bilmeyen Osmanlı beylerbe-yileri âlim, mütefekkir ve edipleri Arapça telife özendirmemiştir. Yöneticiler Türkçe yazılan eserlerle ilgilendiklerinden müellifler de Türkçe ve Farsça’yı öğrenmeye ve bu dillerle eser vermeye çalışmıştır. Türkçe ve Farsça pek çok kelime ve deyim Arapça’nın Mısır lehçesine girmiştir. Bu devirde birçok edip, tarihçi, düşünür ve âlim görülüyorsa da eserleri genellikle sathî kalmış ve mahallîlikle nitelendirilmiştir. Devrin belli başlı mütefekkir ve edebiyatçıları Buğyetü’l-erih ve ğunye-tü’1-edîb, Gülistan tercümesi Ezherü’l-Bustân adlı manzumesi bulunan Yûsuf Zekeriyyâ el-Mağribî, es-Sîretü’I-Hale-biyye adıyla da anılan İnsânü’l-^uyûn îî sîreti’l-emîni’l-Me’mûn adlı üç ciltlik eserin müellifi Nûreddin el-Halebî’dir. Ayrıca Mısır kadılığında bulunan, Dîvânül-edeb fî zikri şuı:arâ:’i’I-cArab ve Şifâ’ü’l-ğalîl adlı eserlerin müellifi Şehâbeddin el-Hafâcî, tarihçilerden er-Ravzatü’z-zehiyye fî vülâti Mışr ve’1-Köhire el-Mu’izziyye ve el-Kevâkibü’s-sâ’ire fî ahbâri Mışr ve’l-Kâhire isimli çalışmaları olan İbn Ebü’s-Sürûr el-Bekrî, cAcâ’i-bü’J-âşâr fi’t-terâcim ve’l-ahbâr, Mazharü’t-takdîs bi-zehâbi Devleti’l-Fran-sîs adlı eserlerin sahibi Abdurrahman el-Cebertî de sayılabilir.
Kahire’de Ezher Camii faaliyetlerini bu dönemde etkili biçimde sürdürmüştür. Burada hadis, tefsir, fıkıh gibi dinî dersler okutulduğu gibi bazı âlimler şer’î olmayan ilimler sahasında da ders vermiş ve eserler telif etmiştir. Nitekim Ezher şeyhi Demenhûrî eî-Kavlü’ş-şarîh fî V~ mi’t-teşrîh, el-Kavlü’l-akrab fî cilâci lesH’l-akrab ve İhyâ’ü’l-fevâ’id bi-mcf-rifeti havâşşi’l-cfdâd gibi eserler kaleme almıştır. XVIII. yüzyıl boyunca Ezher Camii bir nevi halk meclisi gibi olup âlimleri halkın meselelerini halletmeye çalışmıştır. Bunlar Osmanlı merkez idaresiyle Mısır zorbaları arasında ara buluculuk yapmış, 1147’de (1734-35) Mısır Mem-lüklü emîrleri Ömer et-Tahlavryi ulak olarak İstanbul’a gönderdikleri gibi 1183’te (1769-70) Buiutkapan Ali Bey de bazı hususları aktarmak üzere Abdurrahman b. Ömer el-Arîşî’yi yollamıştı.
Osmanlı devrinde özellikle Mısır’ın büyük şehirlerinde imar faaliyetleri görülmüştür. Mimari eserler genellikle vali ve beyler gibi devlet ricali tarafından yaptırılmış, cami, mescid, medrese, küttâbve sebiller için birçok gelir kaynağı vakfedil-miştir. Bu dönemde Osmanlı tipinde Mısır’da inşa edilen en meşhur camiler Kal-•atülcebel’de Süleyman Paşa (935/1528), Bulakta Sinan Paşa (979/1571), Kahire1-de Saf iye Sultan (1019/1610) ve Ezher Camii’nin karşısında Ebü’z-Zeheb (1188/ 1775) camileridir. Her caminin yanında veya üstünde bir medrese yahut küttâb bulunmakla beraber Hüsrev Paşa Sebili (943/153ö), Beşir Ağa Sebilküttâbı (1131/ 1719) ve Abdurrahman Kethüda Sebilküttâbı (1157/1744] gibi hayır kurumlan da görülmektedir. Kapaliçarşı şeklinde düzenlenmiş olan hanlardan Bulak’ta Süleyman Paşa (948/1541), Hasan Paşa el-Vezîr (991/1583)veAbbas Ağa (1059/1649) hanları ile (vikâle) Bâbüivezîr Hamamı (1103/1691-92), Karameydan Hamamı (1112/1700-1701) ve Kahye Hamamı da (1149/1736-37) Kahire’nin önemli eserlerindendir.
- Mısır Mimarisi, Mısır’da Mimari
- Mısır, Mısır’da İlim, Kültür, Medeniyet
- Mısır Tarihi -Abdünnasır, Sedat, Mübarek Dönemi-
- Mısır Tarihi -Krallık Dönemi- Hakkında Bilgi
- Mısır Tarihi -İngiliz İşgali Dönemi-
- Mısır Tarihi -Başlangıçtan Bizans Dönemine Kadar-
- Mısır Tarihi -Fransız İşgali Dönemi-
- Mısır Tarihi -Osmanlı Dönemi, Devri-
- Mısır Tarihi -İslam Fethinden, Osmanlı Dönemine Kadar-
- Mısır Tarihi -Bizans Dönemi, İslam Fethine Kadar-
- Mısır Başkenti, Yüzölçümü, Hangi Kıtada, Nüfusu, Önemli Şehirleri
- Mısır Fiziki, Beşeri, Ekonomisi, Coğrafyası
TDV İslâm Ansiklopedisi