Mudar (Benî Mudar) Araplar’ın dört ana kolundan biri.
Kabilenin ceddi Mudar, Nizâr b. Mead b. Adnan’ın oğludur; “Hamrâ” (kırmızı) lakabıyla da bilinir; kırmızı aynı zamanda Mudaroğulları’nın bayrak ve sarıklarında kullandıkları renktir. Adnan ve Kahtân-dan sonra Araplar’ın kendilerine nisbet edildikleri dört ana koldan biri olan Mudar [diğerleri Rebîa, Kudâa ve Yemen] İslâmiyet’ten önce Hındif ve Kays Aylan adında İki kola ayrıldı. Sayı ve güç itibariyle çok defa bütün Mudar kabilelerini temsil eden Kays Aylân’ın en meşhur kollan Süleym, Hevâzin, Mazin, Gatafân, Mu-hârib, Advân, Fehm ve Enmâr; Hındif’in kolları ise Kureyş. Eşraf, Kinâne, Hüzeyl, Temîm, Huzâa ve Müzeyne’dir.
Mudar’ın ana yurdu olarak Saravât’a kadar Mekke Haremi’nin sınırlarıyla Gavr ve çevresi kaydedilir. Rebîa ile ittifak yapan Mudar, Mead ve kollarını Mekke ve çevresinden çıkarıp yurdunu genişletti. Rebîa’ya üstünlük sağlayan Mudar’ın en önemli kolu Kureyş Mekke’de kalırken diğerleri Arap yarımadasının çeşitli bölgelerine dağıldılar. IV. yüzyılın başından itibaren Arabistan dışına çıkarak Harran, Rakka, Şimşât, Tellümevzen ve Suruç dolaylarına kadar yayıldılar.
III. yüzyılın başlarında Mekke’de birlikte yaşadığı İyâd kabilesiyle mücadeleye giren Mudar galip gelerek şehrin ve Kabe’nin idaresini üstlendi; fakat bunu uzun müddet sürdüremeyip Huzâa’ya devretmek zorunda kaldı ve sadece İcâze, ifâza ve nesî ile yetindi. Daha sonra Mudarlılar, Fihr b. Mâlik’in liderliğinde savaşarak Kabe’yi Mekke’den Yemen’e nakledip insanların hac için kendi topraklarına gelmesini sağlamak isteyen Himyerîler’i engellediler. Câhiliye döneminde Mudar ile Rebîa arasındaki rekabet ve düşmanlık mücadelelere yol açtı, sonunda Yemenliler’in desteğini alan Rebîa Mudar’a üstün geldi. Tabiîn âlimlerinden Katâde b. Diâme’nin Mudarlılar’ın Câhiliye’-de açlık endişesiyle kız çocuklarını öldürdüklerini kaydetmesi kabilenin bütününü kapsamamış olmalıdır. Kabilenin atası olan Mudar b. Nizâr’ın Arapça okuma yazmayı ilk bilenlerden olduğu zikredilir. Daha sonraki dönemlerde de Mudarlılar arasında yazının bilindiği ancak kabilenin genellikle bedevî hayat tarzını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
İslâm’ı kabul eden Mudar’a mensup ilk kabilenin Müzeyneoğullan olduğu sanılmaktadır. Uhud Gazvesi veya Mekke’nin fethi sırasında Medine’ye gelen Abdülkaysoğulları’nın Mudar müşriklerini kendilerinin Medine’ye gelmesini engellemeleri yüzünden Hz. Peygam-ber’e şikâyet etmeleri kabilenin bazı kollarının henüz İslâmiyet’e girmediğini göstermektedir. Resûl-i Ekrem bazan Mekke müşrikleri için Mudar adını kullanırken Kureyşliler de kendilerine Mudar’ın eşrafı diyor ve İslâm’ı benimsemelerinin Kabe’yi mâbed kabul eden diğer Araplar’ı etkileyebileceğini söylüyorlardı. Mudarlılar’ın önemli bir kısmı bedevî alışkanlıklarına ve kabile asabiyetine bağlılığını uzun süre korumuş ve yerleşik hayata geçmekte zorlanmıştır. Bundan dolayı Basra ve Kûfe’-deki ilk Hâricîler’in çoğu onlardan çıkmıştır. Emevîler döneminde hem yerleşik hem göçebe hayat tarzını benimseyen Mudarî kabilelerin bulunduğu görülmektedir.
Hulefâ-yi Râşidîn devrinden itibaren İlk İslâm fetihlerinde görev almaya başlayan Mudaroğulları, İslâm topraklarına katılan Suriye, Irak, İran, Mısır, Filistin, Kuzey Afrika, Horasan ve Endülüs gibi yerlere göç ettiler; yeni kurulan Küfe, Basra ve Kahi-re’de Mudar adına mahalleler oluşturuldu. Bu arada gittikleri yerlere kabile ihtilâflarını da taşıyarak bazan Mudar-Yemen, bazan da Mudar-Rebîa mücadelesini özellikle Emevîler döneminde artan bir şekilde sürdürdüler. Askerî teşkilâtın kabile temeli üzerine oturtulması ve halifelerin Yemenli kabileleri Mudar’a tercih etmeleri bu mücadeleyi körüklemiş, asabiyet duygusuna dayalı rekabet, Kuzey Afrika ve Endülüs başta olmak üzere batı topraklarında da doğudaki olaylara paralel biçimde gelişerek Emevî Devleti’-nin yıkılış sürecini hızlandırmıştır.
el-Cezîre, İslâm’dan önce ve İslâm tarihinin başlarında buraya yerleşen Arap kabilelerine göre Dîyârımudar, Diyârırebîa ve Diyârıbekir adıyla üç bölgeye ayrıldı. Bunlardan Urfa. Harran, Rakka (Suriye), Samsat, Karkisiyâ, Suruç ve Re’sül’ayn gibi merkezlerin yer aldığı, Diyârımudar, Emevî ve Abbasî dönemlerinde ticarî ve askerî sebeplerle önem kazanarak bazan el-Cezîre’den ayrı tutulup müstakil olarak yönetildi. Zaman zaman coğrafî sınırları değişikliğe uğrayan bölgenin Kudâme b. Ca’fer’in belirttiğine göre geliri 6 mifyon dirheme ulaşıyordu. 333-356 (945-967) yılları arasında Ham-dânîler’e bağlı olan Diyârımudar, Seyfüd-devle’nin ölümünün ardından önce Musul’da kurulan Ukaylî Emirliği’ne, daha sonra Mudar’ın kollarından Nümeyroğul-lan’na bağlandı. XI. yüzyılda bölgenin Urfa kesimi Bizans’ın, geri kalan yerleri ise Selçuklulardın hâkimiyeti altına girdi; böylece Arap emirliklerinin yerini Türkmen beylikleri aldı. Bir kısmı Haçlı istilâsına mâruz kalan Diyânrnudar, 26 Cemâziyelâhir539’da [24 Aralık 1144] Musul Atabeği jmâdüddin Zengî’nin Urfa’yı fethetmesiyle tamamen Türkler’in eline geçti. 1230’dan itibaren Eyyûbî-Anadolu Selçuklu, Aynicâlût Savaşi’ndan [25 Ramazan 658/3 Eylül 1260] sonrada Îlhanlı-Memlük mücadelesine sahne olan Diyârımu-dar’in bazı şehirleri İlhanlılar tarafından tahrip edildi. Süratle fakirleşen ve ardından Memlükler, Karakoyunlular ve Akkoyunlular arasında birkaç defa el değiştiren bölge 922’de(1516) Osmanlı hâkimiyeti altına girdi’ve Diyarbekir eyaletine bağlandı.
Araplar’ın geleneğinde yer alan üstünlük ve şeref çekişmeleri Mudar ile Rebîa arasında çetin bir rekabet doğurmuştur. Câhiliye döneminde Rebîa şiirde öncü iken daha sonra Mudar öne geçmiştir. Hz. Pey-gamber’in Mudar’dan olması Rebîa’dan yalancı peygamber Müseylimetülkezzâb’ın çıkmasına yol açmıştır. Yemâme Savaşı’n-da Rebîa’dan Talha en-Nümeyrî’nin Mü-seylime’ye giderek, “Sen yalancısın, fakat Rebîa’nın yalancısı Mudar’ın doğrucusundan bize daha yakındır” sözleriyle onun yanında yer alması ve Hakem Vak’ası’nda Eş’as b. Kays’ın, “İki hakemin Mudar’dan olmasını kabul etmeyiz” demesi iki kabile arasındaki rekabetin İslâm’dan sonra da sürdüğünü göstermektedir.
Emevîler devrinde Şiî şairlerinden Kümeyt el-Esedî, ikinci Hâşimiyye’sini yazdıktan sonra kendisine takdim ettiği Ferezdak’ı Mudar’ın şeyhi ve şairi olarak görüyordu. Benî Hâşim taraftan olan ve Mu-dar’ın sözcüsü gibi davranan Kümeyt’in Mudar’ı destekleyen ve öven derlemeleri bulunmaktadır. Cenâhiyye hareketinin lideri Abdullah b. Muâviye, Kümeyt’ten, halk arasında kargaşa çıkarmak amacıyla Benî Hâşim’in yararlanabileceği Mudar-Yemen rekabetini tahrik etmesini istemiş ve Kümeyt de bunu yapmıştır. Abbasîler devrinde Mudar ve Yemen kabileleri arasındaki çekişme Mudarlılar’ın Emîn’i, Yemenliler’in Me’mûn’u desteklemesi şeklinde kendini göstererek savaşa dönüşmüştür.
İslâmiyet’in doğuşunda, dil âlimlerince fasih kabul edilen lehçelerin çoğu Tay hariç Mudar asıllı olan kabilelere aitti ve bunun için fasih dile Mudarî deniliyordu. İbn Haldun, zamanındaki Arapça’nın Mudar’in dil geleneğini takip ettiğini söyler ve bu dildeki beyan ve belagatın güçlü olduğunu belirtir. İslâm âlimlerinden bazıları Kur’ân-ı Kerîm’İn Mudar lehçesinde indirildiğini söylemişler ve lügat konusunda ihtilâf çıkması halinde Mudar’a uyulmasını isteyen Hz. Ömer’e ait bir rivayeti de delil göstermişlerdir. Nitekim Kur’an çoğaltılırken değişik okuyuşlara yol açan lehçe farklılıkları terkedilerek Mudar’ın en Önemli kolu olan Kureyş lehçesi benimsenmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi