Mugayyebat Ne Demek, Kuranda, İslamda Hakkında Bilgi

Mugayyebât. Akıl ve duyular yoluyla bilinemeyen varlık ve olaylar alanı.

Sözlükte “gizli kalmak, görünmemek, duyuların algı alanı dışında olmak” mânasındaki gayb kökünden türeyen mu-gayyeb (gizli tutulmuş) kelimesinin çoğulu olan mugayyebât “mahiyeti bilinemeyen gizli şeyler” demektir. Dinî literatürde akıl ve duyularla bilinemeyen, hakkında Allah’tan başka kimsenin bilgisi bulunma­yan varlık ve olaylar alanını ifade eder. Ulûhiyyet âlemi ve âhiret hayatı gibi nas-larda “gayb” olarak nitelendirilen husus­ların akılla temellendirilebileceğini ileri sürerek gayb kapsamına giren şeyleri sa­dece duyularla bilinemeyen varlık ve olay­larla sınırlandıranlar da vardır.

Kur’an’ın çeşitli âyetlerinde varlıklar âlemi gayb-şehâdet [meselâ bk. En’âm 6/73; Tevbe 9/94,105 ;Ra’d 13/9] halk-emir [A’râf 7/54] mülk-melekût [Bakara 2/107; Âl-i İmrân 3/26; En’âm 6/75; A’râf 7/158, 185; Mü’minûn 23/88; Yâsîn 36/831]kavramları, ayrıca “gö­rebildikleriniz ve göremedikleriniz” ifade­siyle [Hâkka 69/38-39] tasnif edilmek­te, bazı kişilerin gözlerinin gerçeklere kar­şı perdelendiği bildirilmekte [1282] ve insana verilen bilgilerin ona verilmeyenler yanında çok az olduğu be­lirtilmektedir Kur’an’ın or­taya koyduğu varlık anlayışı açısından -materyalistlerin iddialarının aksine- için­de yaşadığımız fizikî âlemin yanı sıra id­rak ve algılarımızın dışında bulunan bir âlemin mevcudiyeti söz konusudur. Al­lah’ın zâtı, sıfatlarının mahiyeti, yaratılı­şın başlangıcı, ölümden sonraki hayat, ruh, melek, cin, şeytan gibi duyuların id­raki dışında kalan varlıklar bu alana gi­ren şeylerden bazılarıdır. Kur’ân-ı Kerim, metafizik varlıklar yanında fizikî âlemin duyularla algılanamayan kısmını da mugayyebâta dahil eder.[En’âm 6/75; A’râf 7/185; Mü’minûn 23/88; Yâsîn 36/ 83] Yedi göğü, kürsîyi ve arşı ontolojik varlıklar kabul eden Babanzade Ahmed Naim bunların aynı zamanda gaybî var­lıklar olduğunu kaydeder

Tefsir literatüründe genellikle mugay­yebât konusu, gaybın anahtarlarının beş olduğunu ifade eden hadislerle En’âm (6/50,59) ve Lokman (31/34] sûrelerindeki âyetler irtibatlandırılarak ele alınmış­tır. Taberî’nin beyanına göre bedevî Arap­lardan biri Hz. Peygamber’e gelerek, ku­rak geçen beldelerine yağmurun ne za­man yağacağını, hamile olan karısının do­ğuracağı çocuğun oğlan mı kız mı olaca­ğını ve kendisinin ne zaman öleceğini öğ­renmek istediğini söylemiş, bunun üzeri­ne Cenâb-ı Hak, Lokman süresindeki âye­ti inzal ederek kıyametin kopma zama­nına ait bilginin kendi katında olduğunu, yağmuru O’nun yağdırdığını, rahimlerde olanı O’nun bildiğini, kimsenin gelecekte ne yapacağını ve nerede öleceğini bileme­yeceğini haber vermiştir. Âyette sıralanan beş husus hadislerde “mefâtîhu’l-gayb” olarak ni­telendirilmiştir. “Anahtar” mânasmdaki miftâh kelimesinin çoğulu olan mefâtîh, En’âm sûresinde (6/59) gaybın anahtar­larının Allah katında olduğunu ve onları ancak O’nun bildiğini ifade eden âyette mefâtih şeklinde geçmektedir. Müfessir Dahhâk b. Müzâhim ve Mukâtil b. Süley­man, bu terkibin aynı sûrenin 50. âyetin­de yer alan “hazâinullah” Allah’ın hazine­leri ifadesiyle anlam ilişkisi içinde bulun­duğu kanaatindedir. Buna göre mefâtihu’l-gayb, “içindekini Allah’tan başka kimsenin bilmediği hazinelerin bulundu­ğu yerin kapısını açmaya yarayan anah­tarlar” anlamına gelir. Atâ b. Ebû Rebâh ise mefâtihu’l-gayb terkibine “sevap, sa­adet, şekavet, ecel, amellerin son duru­mu gibi insanlar tarafından önceden bi­linmeyen şeyler” mânası vermiştir. Mâtürîdî, En’âm süresindeki (6/59) mefâtihu’l-gayb terkibini aynı sû­renin 50 ve 58. âyetleriyle bağlantılı gör­mektedir. Bu âyetlerde Peygamber’e Al­lah’ın hazinelerine sahip olmadığını, gaybı bilmediğini, dolayısıyla ilâhî rahmet ve azabın elinde bulunmadığını muhatapla­rına söylemesi emredilmektedir. Mâtü­rîdî, 59. âyetteki mefâtîh kelimesinin “anahtar” mânasmdaki miftâhın değil “maddî ve manevî yardım ve zafer” anla­mındaki “meftah”ın (mifteh)çoğulu oldu­ğunu söyler. Buna göre Kur’an’dayer alan mefâtihu’l-gayb “gaybın anahtarları” mâna­sına gelmemektedir. Esa­sen kendisi Lokman süresindeki âyeti (31/34) aşağıdaki hadisin etkisinde kalarak yorumlamamıştır. Mâtürîdî, “ilmü’s-sâa” terkibini kıyametin kopma zamanından başka kıyametin mahiyeti, boyutları ve süresi mânasına da almış, Allah’ın rahim­lerde olan şeyi bilmesini, spermin döl ya­tağına intikalinden sonra rahimde mey­dana gelen değişim ve evreler olarak yorumlamıştır. Rahimde ceninin oluşup oluşmadığı, oluşması halinde erkek mi kız mı olduğunun bilinmesinin başkaları tarafından belirlenmiş bazı işaretler yo­luyla bilinebileceğini söylemiştir. Mâtürî­dî, mugayyebât hadisine te’vil ehlinden bazılarının kanaati olarak ikinci derecede yer vermekle yetinmiştir.

Gaybın anahtarlarının beş olduğunu ve bunları Allah’tan başka kimsenin bile­meyeceğini ifade eden hadis Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Lakit b. Âmir ve İbn Mes’ûd gibi sahâbîler tarafından rivayet edilmiştir. Abdullah b. Ömer’den gelen iki rivayetin birinde Hz. Peygamber’in, “Gaybın anahtarları beştir” dedikten sonra Lokman sûresinin 34. âyetini okuduğu diğerinde ise, “Gaybın anah­tarları beş olup bunları Allah’tan başka kimse bilemez” cümlesinin ardından beş hususu saydığı bildirilmektedir. Başka sahâbîlerin riva­yetlerinde bazı farklılıklar varsa da genel muhteva aynıdır.

Lokman sûresinin son âyetinin mugayyebât-ı hamsten söz eden rivayetler ışı­ğında yorumlanması beraberinde bazı problemler getirmektedir. Kur’ân-i Kerîm’de mefâtihu”l-gayb ile beş gayb ara­sında doğrudan bir ilişki kurulmamasına rağmen hadislerde beş hususun gaybın anahtarları olduğu açıkça ifade edilmiş­tir. Ayrıca Lokman sûresinde kıyametin ne zaman kopacağına, insanın gelecekte ne yapacağına ve nerede öleceğine dair konular gaybla ilişkilendirilirken yağmur­la ilgili olarak sadece onu Allah’ın yağdır­dığı ifade edilmiş, rahimlerde olanı Al­lah’ın bildiği konusunda da herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Dolayısıyla söz konusu âyette sadece üç husus gayb kap­samında tutulmuştur. Buna karşılık ha­dis rivayetlerinde beş hususun tamamı­na ait bilgi Allah’a özgü kılınmış. Kur’an’-da yer alan, “Yağmuru Allah yağdırır” ifa­desi yerine, “Yağmurun ne zaman yağa­cağını Allah’tan başkası bilemez” anlatı­mı geçmiştir. Günümüzde bilim ve tekno­loji alanındaki gelişmeler, yağmurun ne zaman yağacağı ve rahimde bulunan ce­ninin durumu hakkında önceden bilgi sa­hibi olma imkânını sağlamıştır. Bazı mü-fessirler, rivayetlerin etkisinde kalarak yaptıkları yorumlarda yağmurun yağma zamanı gibi bir problem ihdas edip âyeti bilimin verileriyle çelişir duruma getirmiş­lerdir. Bomba atmak suretiyle yağmur yağdırma da âyette kastedilen mâna ile çelişmez, çünkü tabiatın işleyişiyle ilgili olarak Allah’ın koyduğu kanunlara göre hareket edilmesi O’nun alanına müdaha­le anlamına gelmez.

Mugayyebâtı ilm-i nücûm, kehânet vb. yöntemlerle bilmenin mümkün olmadığı­nı söyleyen Fahreddin er-Râzî, Allah’a sadece beş şeyin bilgisini özgü kılmanın maksada uygun düşmediğini kaydederek şunları söyler: “Allah, meselâ bir fırtına anında bir kum yığınındaki kum tanelerini, rüzgârın on­ları doğudan batıya kaç kere savurduğunu ve hangi yönde bulunduklarını bilir. Bunu O’ndan başka kimse bilemez. Bu se­beple mugayyebâtı sadece beş şeyle sı­nırlandırmanın mantığı yoktur. Bazı âlimler, âyet ve hadisler­de dile getirilen hususları telif etmek için şöyle bir yorum yapmışlardır: Bu konular Allah için kesin ve tafsili ilim, insanlar için bir yönüyle eksik kalan zannî ilim niteli­ğindedir. Hava şartlarından yağmura, ci­hazların yardımıyla ceninin durumuna in­tikal etme tam bir ilim değil zannî istid­laldir. İbn Ebû Cemre ve M. Reşîd Rızâ, beş gayb olarak bildiri­len hususların beş ayrı âleme işaret eden sembolik anlatımlar olduğunu kaydet­mektedir.

İbn Abbas, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî ve Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî gibi âlimler beş hususu sadece Al­lah’ın bildiğini belirtirken Mâtürîdî, İsmail Hakkı Bursevî, Şehâbeddin Mahmûd Âlûsî, Reşîd Rızâ ve M. Hamdi Yazır bunların tamamının mutlak gayb olmadığını, do­layısıyla bazılarının başkaları tarafından da bilinebileceğini söylerler. Mugayyebât konusuna, görünen ve görünmeyen her şeyi inkâr eden sofistlerle sadece algıla­nabilen varlıkları kabul eden pozitivistler olumsuz yaklaşmışlardır. İnsanın gücü ve yetenekleri hesaba katıldığında onun bil­diklerinin yanında bilmediklerinin ne ka­dar çok olduğu ortaya çıkmaktadır. Uçsuz bucaksız kâinatta olup bitenlerin insan bilgisiyle sınırlandırılması dar görüşlülük­ten başka bir şey değildir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski