Muhasara Nedir, Ne Demek, Anlamı, Taktiği, Tarihte, Hakkında Bilgi

Muhasara. Meskûn ve müstahkem bir yeri ele geçirmek için yapılan kuşatma hareketi.

Sözlükte “etrafını çevirmek, kuşatmak, ablukaya almak” anlamındaki hasr kökün­den türeyen muhasara kelimesi ele ge­çirme amacıyla bir yerin etrafını sarıp müdafilerin dışarı çıkmasını ve yardım alma­sını engelleme” mânası taşır. Açık arazi­de düşmanın abluka altına alınması da so­nuç bakımından muhasara olmakla birlikte buna çevirme hareketi” denilmek­te, muhasara, yalnız kale ve müstahkem mevkilerle meskûn mahallerin kuşatılma­sı hallerinde kullanılmaktadır.

Muhasara hareketi ve tekniklerinin ta­rihi Antikçağ’lara kadar iner. İlkçağ’larda sağlam duvarlarla çevrili yerleri ele geçir­mek için kuşatma taktiklerinin uygulandı­ğı bilinmektedir. Eski Yunan, Mısır ve İran’­da kuşatma teknik ve vasıtaları zamanla daha da gelişmiştir. Müslüman Araplar’ın daha önceden herhangi bir muhasara tec­rübesi bulunmuyordu. Hz. Peygamber za­manındaki ilk kuşatma savaşları, Medi-neli yahudilerle savaş sürecine girilince ka­le veya tahkimli mahallelerde oturan Kaynukâ’, Nadîr, Kurayzave Hayber mensup­larına karşı yapılmıştır. Hendek Gazvesi müslümanların yaşadığı ilk kuşatılma tec-rübesidir ve onların zaferiyle sonuçlanmış­tır. Müstahkem bir yere kurulmamış olan ve etrafında sur bulunmayan Medine gi­bi bir düzlük şehrini savunmada izlenen taktik ve strateji bu kuşatma savaşını harp tarihindeki en önemli örneklerden biri ha­line getirmiştir. Resûl-i Ekrem dönemi­nin ilk muhasaraları daima fetihle netice­lenirken Tâif in müstahkem surları karşı­sında başarı kazanılamamış ve yaklaşık yirmi gün sonra ordu geri çekilmiştir. Bun­daki en büyük etkenin, surların sağlamlı­ğının yanı sıra müslümanların yeni yeni öğrendikleri mancınık ve debbâbe surla­ra yaklaşmakta yararlanılan bir tür zırhlı araç gibi savaş gereçlerini kullanmakta acemilik çekmeleri ve çok iyi savunma ya­pan Tâifliler’in özellikle başarılı arrâde he­defe çok isabetli atışlar yapabilen yakın mesafe mancınığı atışlarıyla müslüman­ların önce debbâbelerini yakıp sonra baş­larına taş ve ok yağdırmaları olduğu söy­lenebilir. Muhasaralarda düşmanın yardım alabileceği yolla­rın kontrol altında tutulması savaşın sey­rini etkilemesi bakımından büyük bir stra­tejik öneme sahiptir. Bu sebeple karargâhlar düşmanın atıcı silâhlarının menzi­li dışında kalan, kuşatılan yerin giriş nok­talarıyla buralara gelen yolların gözetle­nebildiği alanlarda kurulmaktaydı. Hz. Ebû Bekir döneminde Hadramut bölgesinde­ki Nüceyr Kalesi’nin muhasarası sırasın­da kalenin üç kapısından birinin kontrol edilememesi Kİndeliler’in buradan sağla­dıkları yardımla uzun süre direnmelerine yol açmış ve muhasara ancak söz konusu kapıdan girişlerin engellenmesi üzerine sonuçlandırılabilmiştir.

Muhasara edilenler tarafından uygula­nan savunma taktiği, eğer söz konusu yer bir akarsuyun yakınında ve düzlükte bu­lunuyorsa suyu o yöne çevirmek suretiy­le araziyi bataklık haline getirmekti. Fihl (Ürdün) muhasarasında İslâm ordusu da­ha önce alışık olmadığı bu durumla karşı­laşmış ve askerler, Bizanslıların Beysân nehrini Fihl ovasına akıtarak meydana ge­tirdikleri bataklıkta çok zor şartlar altın­da yürüttükleri, kaynaklara “zâtü’r-red-ğa” (kuvvetli balçık) olayı ismiyle geçen yaklaşık dört aylık bir kuşatmadan sonra şehri fethedebilmişlerdir. Muhasaraların süresi karşılıklı güç dengelerinin durumu­na, savaş araç gereçlerine ve alınan sa­vunma önlemlerine göre değişiklik gös­teriyordu; birkaç gün sürenler olduğu gi­bi birkaç yıl devam edenler de vardı. Ba-zan da uzun süre sonuç alınamayan mu­hasara kaldırılıyor ve ardından bazı deği­şikliklerle yeniden başlatılıyordu. Meselâ önce Amr b. Âs, arkasından Yezîd b. Ebû Süfyân ve daha sonra Muâviye b. Ebû Süfyân tarafından sürdürülen Filistin’in sahil şehri Kaysâriye kuşatması yaklaşık yedi yılda neticelendirilmiş ve Muâviye bunu, ancak bir yahudi ajanın kendisine emân verilmesi karşılığında şehre giren su ka­nalının yerini göstermesi sayesinde ba­şarmıştır. Bazan da uzun süreli muhasa­ralar düşmanın teslimiyle sonuçlanıyor ve bunda genellikle yiyecek stoklarının tü­kenmesi etkili oluyordu.

Başlangıçta müslümanların muhasara savaşlarında belirgin bir taktik ve strate­jileri olmamışsa da zamanla kuşattıkları yerin durumuna ve düşmanın almış ol­duğu savunma önlemlerine göre değişik taktikler geliştirmişlerdir. Araplar’ın da­ha çok meydan savaşlarında başarılı oldu­ğunu gören Bizanslılar ve Sâsânîler, özellikle Yermükve Kâdisiye’de uğradıkları bü­yük yenilgilerden sonra müslumanları açık arazi yerine kale veya müstahkem şehir­lerde karşılama politikası gütmüşlerdir. Kale veya etrafı surlarla, bazan da ayrıca içi su dolu hendeklerle çevrili müstahkem şehirlerin muhasarasından uzun süre ne­tice alınamadığı zaman ilk başvurulan yön­temlerden biri ajanlardan yararlanılarak su kanalı ve kaçış tüneli gibi gizli yollan öğrenmek olmuştur. İçeri giren ajanlar düşmanın durumu hakkında bilgi topla­dıkları gibi zaman zaman da kapıları aç­mışlardır. Bunun ilginç bir örneği, Abbasî Halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr döneminde Taberistan’a gönderilen kumandanlardan Ebü’l-Hâsib Merzûk’tur. Ebü’I-Hâsib, biz­zat kaleye girip dövülmüş bir görünümle üstü başı dağınık halde Taberistan idare­cisi ispehbede sığınmış ve diğer kuman­danlar tarafından hain kabul edilerek ka­rargâhtan kovulduğunu, eğer kendisine ilgi gösterilirse müslümanların sırlarını açıklayacağını söylemiştir. İspehbedin güvenini kazanan Merzûk daha sonra öğren­diği bütün bilgileri başkumandana sızdır­mış ve bir hile ile kapıları açıp kalenin düş­mesini sağlamıştır. Ku­şatılan yerin nakliye yollarını ve su kanal­larını kesme, surların ve kapıların dibinde ateş yakma, yangın ve panik çıkarmak için içeriye arrâdelerle neft ve yılan, çı­yan, akrep doldurulmuş çömlekler atma, halat ve merdivenlerle surlara çıkma, sur­ları yıkmak ve kapıları kırmak için mancı­nık, arrâde, debbâbe ve kebş (koçbaşı) gi­bi silâhlardan yararlanmanın yanı sıra düşmanı teslim olmaya zorlamak için ya­zılı ahidnâmeler veya moral bozucu ha­berler, şiirler vb. hazırlayıp oklarla içeri fır­latma gibi taktik ve stratejiler de uygula­nan diğer yöntemlerin başlıcalarıdır.

Bazı muhasaralarda geri çekilme izle­nimi verilerek âni bir baskınla sonuç alın­mıştır. Lazkiye muhasarasında Ubâde b. Sâmit, askerlerini surların yakınlarında kazdırdığı büyük çukurlara saklayıp mu­hasarayı kaldırdığı izlenimini vermiş ve müslümanların çekildiğini zanneden Lazkiyeliler kapılarını açtıkları zaman âni bir hücumla şehri ele geçirmiştir. Kuşatmalarda zaman zaman farklı diplomatik yöntemlere de başvurulmuş­tur. Meselâ halkın ileri gelenlerine gizli el­çiler gönderilmiş ve onlarla irtibat kuru­larak idareciler devre dışı bırakılmıştır. İs­fahan’ı kuşatan Abdullah b. Büdeyl bu yolla şehrin kapılarını halka açtırmış ve yönetici çareyi kaçmakta bulmuştur.

Uzun muhasaralar müslüman askerle­rini hayli uğraştırmakla birlikte düşmanın sürekli gözetim altında tutulmasını sağ­ladığı için faydalı olmuş, böylece düşman tarafından gelebilecek tehlike bir bakıma kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Ayrıca Yermük ve Kâdisiye gibi büyük savaşlar­dan sonra dağılan Bizans ve Sâsânî asker­leri sığındıkları kale ve müstahkem şehir­lerde bu yolla uzun süre hareketsiz bıra­kılmışlardır. Öte yandan muhasara sıra­sında ayrı ayrı yerlerde savaşan düşman askerlerinin aralarındaki iletişim kopmuş ve bu durum düşmanı güç birliğinden yoksun bırakmıştır. Kale içerisine sıkışan insanların yiyecek sıkıntısı gibi birtakım zorluklarla karşılaşması ve idarecilerin bunlara çare bulamaması da halkın on­lardan kopmasına ve müslümanlara yak­laşmasına zemin hazırlamıştır.

Müslümanlar Hz. Osman zamanından itibaren deniz muhasarası ile karşılaşmış ve bunda da başarılı olmuştur. Suriye va­lisi Muâviye Kıbrıs’taki fetihlerini muha­sara yoluyla yapmış, daha sonra Rodos, Sicilya, İstanbul seferleri gibi birçok as­kerî harekât denizden kuşatma ile ger­çekleştirilmiştir. Emevîler ve Abbasîler za­manındaki en önemli muhasara savaşla­rı arasında İstanbul kuşatmaları başta gelmektedir ve bunların en dikkat çekici özelliği şehrin hem karadan hem deniz­den kuşatılmasıdır.

Muhasara savaşlarında mancınık daha çok kale surlarını tahrip edebilecek ağır taşların, arrâdeler ise daha hafif taşlarla kızdırılmış demir parçalan gibi yaralayıcı ve neft gibi yakıcı maddelerin atımında kullanılmıştır. Medineli yahudilerin Hayber muhasarasında müslüman askerlere karşı kullandıkları mancınık kale fethedi­lince müslümanların eline geçmiş ve baş­ta Tâif olmak üzere daha sonraki kuşat­maların vazgeçilmez silâhı olmuştur. Müs­lümanlar ileriki dönemlerde mancınığı ge­liştirmişlerdir. Surlarda gedik açmak ya da açılan gediği genişletmek amacıyla de­mirden yapılan koçbaşı kullanılmış, aynı amaçla debbâbelerden de faydalanılmıştır. Muhasaralarda ayrıca düşman asker­lerini etkisiz hale getirmek amacıyla özel­likle yetenekli okçular büyük rol oynamış­tır. Kaleye çıkabilmek için ahşap ve halat merdivenler, kuşatma zincirleri ve halat­ları da muhasaralarda kullanılan diğer ba­zı savaş araç gereçleridir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski