Muhzır Nedir, Muhzır Ağa Kimdir, Görevi, Hakkında Bilgi

Muhzır. Mahkemelerde davalı ve davacıyı mahkeme huzuruna celbeden görevli, yüksek rütbeli bir yeniçeri kumandanının unvanı.

Sözlükte “huzura getiren, hazır bulun­duran” anlamına gelir. Klasik İslâm huku­ku kaynaklarında davalı ve davacıyı mah­kemeye sevkeden memur için a’vân ve müşhış kelimeleri de kullanılmıştır. Os­manlı döneminde Konya ve Kayseri gibi bazı İç Anadolu şehirlerinde muhzırla bir­likte şahne (şıhne) adı da görülür. Mahkeme kâtipliğine ih­tiyaç duyulmayan küçük kadılıklarda da muhzır bulunur ve kitabet işini kadı veya muhzır yapardı. Mahkemede hazır bulun­ması istenen kişiye kadı tarafından bir celb kâğıdı (mürâseie) çıkarılır, muhzır da bu­nunla ilgili şahsı mahkemeye çağırırdı. Muhzırın zor kullanma yetkisi yoksa da ba­zı durumlarda kadının talebiyle yanına as­ker alabilirdi. Muhakeme sırasında mah­kemedeki asayişin temini de muhzırın gö-revlerindendi. Zaman zaman merkezden kadılık bölgesindeki suçluların takibi, âsi­lerin yakalanması, soruşturmalarda yar­dımcı olma gibi hususlarda özel vazifeler­le de yükümlü kılınabilirdi. Bilhassa İstan­bul’a yakın yerlerdeki kadılıklarda kadıla­rın merkeze yazdığı arzları muhzır veya muhzırbaşı götürürdü. Eğer konuyla ilgi­li bir ferman çıkmışsa bu fermanı da alıp kadıya teslim ederdi.

Muhzır, mahkemenin bulunduğu yerin ahalisi arasından özellikle daha önce bu görevi yapmış kişilerden veya bir şekilde devlet görevi almış (askerî) grupların mensuplarından seçilirdi. Sivil halktan muhzır tayin edilemezdi. Nitekim hakla­rında merkeze yapılan şikâyetlerde bazı­larının “raiyyet oğlu” oldukları halde bu görevde bulundukları belirtilir. Muhzırları tayin ve azil yet­kisi kadılara verilmiştir. Kadı bunun için uy­gun gördüğü kişiyi merkeze arzeder ve tayin merkezden beratla yapılırdı. Diğer­leri gibi padişahların cülus zamanlarında beratları yenilenir, genellikle haklarında bir şikâyet olmadığı müddetçe görevlerini sürdürebilirlerdi. Büyük kadılıklarda birden fazla muhzır bulunur, böyle yerlere bir de muhzırbaşı tayin edilirdi. İstanbul kadılı­ğı muhzırbaşısının kapıkulu süvarileri bö­lüğüne geçebilme hakkı vardı.

Davanın konusuna göre mahkemece alınan harçlar değişmekle birlikte sonuç­lanmış bir davadan muhzırların XVI ve XVII. yüzyıllarda yüzde iki akçe ihzariye aldıkları tesbit edilmiş olup bu miktar ka­nunnâme ile belirlenmişti. XVII. yüzyılda mahkeme hüccetleri, nikâh akdi, sicile ka­yıt, tasdik ve arzlardan muhzırların da ara­larında bulunduğu mahkeme hademele­ri için 5 akçe tahsil ediliyordu. XVIII. yüzyılda avarız ve bedel-i nüzul hanelerinin tesbi-ti için mahkeme harcının yanında muhzıriyye ücreti olarak 3 kuruş kaydedilmiştir. Nüfusu yoğun olan büyük şehirlerde ih­zariye harcı hayli yüksek rakamlara ulaşı­yordu. Bu yerlerde muhzırlara bir miktar ulufe tayin edilerek ihzariye gelirlerinin kalan miktarına hazine tarafından e! ko­nulurdu. Kayseri ve Kütahya gibi yerlerde ihzariye timar şeklinde kapikullarına tah­sis edilmişti. Geliri yüksek olan bazı yer­lerde muhzırbaşılar görevleri başında biz­zat bulunmayıp yerlerine iltizam yoluyla vekil tayin edebilirlerdi ve bu vazife devir­lerini mühürlü temessükle yaparlardı.

Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin ken­di konaklarında akdettikleri divanlarda yir­mişer muhzır ve birer muhzırbaşı görev yapardı. Muhzirbaşılan genellikle kapıcı­lar kethüdası kendine bağlı kapıcılardan tayin ederdi. Bunlar terfi ettiklerinde timarla dergâh-i âlî çavuşluğuna geçerdi. Kazaskerlerin Dîvân-ı Hümâyun toplantı­larına götürülüp getirilmesi de muhzırla­rın vazifeler indendi. Bunlar ayrıca kazas­ker arzını ilgili kalemlere götürür ve çıkan fermanı alıp yerlerine ulaştırırlardı. Muh­zırbaşı kapıcı keçesi başlığı ile at üzerinde, muhzırlar ise mücevveze iie yaya olarak kazaskerlerin önü sıra yürürlerdi. Hakkında şi­kâyet olan kadıların teftişine zaman zaman muhzır ağalar da gönderilmekteydi.

Kazaskerlerin divanlarındaki muhzırla­rın belirli bir maaşı yoktu. Kadılıklarda ol­duğu gibi ihzariye ücreti de alamazlardı. Kendilerine kadı ve müderris tayinlerinde “müjdecilik” adı altında belli bir tahsisat ayrılmıştı. Kadı tayininde kadının bir aylı­ğı hesap edilerek yarısı berat resmi ola­rak, yansı da kazaskere alınır, bu ikinci hissenin beşte biri kâtipler, muhzırbaşı, muhzırlar ve divitdâr arasında paylaştırı­lırdı. XVIII. yüzyılda muhzırlar, taşradaki kadı­ların İstanbul’daki resmî işlerini takip et­mek üzere kapı kethüdâlıklarını da yapı­yordu. 1208 (1793-94) yılında Kadılar Ka-nunu”na yapılan bir ilâve ile muhzırlardan başkasının kadılara kapı kethüdâlığı yap­ması yasaklanmıştı, İstanbul kadısı sadra­zamdan ayrı olarak İstanbul esnafını de­netlemeye çıktığında maiyetinde muhzır­lar da bulunurdu. Bunlar kırmızı mücev­veze takarlar, yeniçeri muhzırları gibi elle­rinde falaka, sopa ve terazi taşırlar, usul­süzlüğü tesbit edilenlerin cezalarını uygu­larlardı.

Bunlardan başka Yeniçeri Ocağı’nda gö­rev yapan muhzır ağa, Yeniçeri Ocağ’nın Dîvân-ı Hümâyun’da ve Babıâli’deki işleri­ni takip eden yüksek rütbeli yeniçeri ku­mandanı îdi. Bu görev Yavuz Sultan Selim devrinde ihdas edilmiştir. Muhzır ağa, Ye­niçeri Ocağı’nda bölük numarası sabit ol­mayan ve “muhzır ağa ortası” denilen bir ortaya kumanda etmekteydi. XVII. yüzyıl­da zaman zaman 26, 27 ve 34. bölükler, XVIII. yüzyılda 28. bölük muhzır ağa bö­lüğü olmuştur. Bu orta 201 yeniçeriden oluşuyordu. Rütbe­si, ağa bölüklerinin en yükseği olan kul kethüdası, kethüda bey ve başçavuştan sonra geliyordu. Yeniçeri ağası karşısında ata binme ve san çizme giyme izni sade­ce bunlara verilmişti. Muhzır ağalar terfi ettiğinde XVI ve XVII. yüzyıllarda haseki-liğe getirilirken daha sonraları dereceleri hase­kileri geçmiş ve turnacıbaşılığa yükselme­ye başlamışlardı; kıdemli ve yaşlı olanları ise samsoncubaşı olurdu.

Muhzır ağanın başlıca görevi, bütün ye­niçerilerin Dîvân-ı Hümâyun ve Babıâli’­deki resmî işlerini takip etmekti. Babıâli’­de yapılan toplantılara yeniçeri ağasının katılmaması durumunda ocakla ilgili işler hakkında Ağakapisı’na giderek yeniçeri ağasına bilgi verirdi. Yeniçeriler için eya­let ve kazalara, yine yeniçeriler ve ocakla ilgili yeniçeri ağasına hitaben divandan çıkmış hükümleri yerine ulaştırırdı. Dava­sı olan yeniçerileri sadrazamın huzuruna getirmek, İstanbul’da suç işlemiş yeniçe­rileri tutuklamak, bunları sadrazamın is­teğiyle Babıâli’de cezalandırmak veya ce­zalandırılmak üzere bölüklerine teslim et­mek gibi işler görürdü. Yeniçeri kanunu­na göre yeniçerileri kendi zabitlerinden başkası cezalandıramazdı ancak muhzır ağanın rüt­besi diğer orta zabitlerine nazaran yük­sek olduğundan onun cezalandırmasında da bir sakınca yoktu. Muhzır ağanın em­rinde başkapi kethüdasına bağlı altmış ye­niçeriden oluşan bir kuvvet sadrazamın korumalığını yapar, divanda veya Babıâli’­de sadrazam tarafından verilen hüküm­leri yerine getirirdi. Sadrazam esnafı tef­tişe çıktığı zaman muhzır ağa süpürgesiyle sadrazamın sağ üzengisi önünde, muh­zırlar üsküfleriyle arkada esnafı cezalan­dırılmakta kullanılan aletleri taşıyarak yü­rürlerdi. Bu sırada esnafa verilen cezalar bunlar tarafından uygulanırdı. Muhzır ağa bölüğündeki yeniçerilerin bir kısmı, haseki ağa bölüğüyle birlikte üç tuğlu vezir rütbesindeki vezirlerin kapısında muhzırlık yapardı.

Muhzır ağanın yazı işlerini bir kâtip yü­rütmekteydi. Bu kâtip, muhzır ağa adına Dîvân-ı Hümâyun’da ve Babıâli’de Yeniçeri Ocağı ve yeniçerilerin kitabet iş­leriyle uğraşır, dairelerdeki resmî işlerini takip ederdi. Babıâli’de Sadâret Kethüda­sı Dairesi’ne bağlı bir büro tahsis edilmiş­ti. Muhzır ağa sadrazam se­fere çıktığında onunla birlikte sefere ka­tılır, merkezdeki sadâret kaymakamının yanına da muhzır ağa vekili tayin edilirdi. Yeniçeri Ocağı’-nın ilgasıyla muhzır ağalık kaldırılmış, ye­rine tomruk ağalığı ihdas edilmiş, maiye­tindeki muhzırlara da “kavas” adı veril­miştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski