Mukâtaa. Osmanlı maliyesinde vergi gelir birimini ifade eden bir terim.
Sözlükte “kesmek” mânasındaki Arapça kat’ kökünden türeyen mukâtaa “kesişmek” demektir. “Belirli bir miktar üzerinde karşılıklı anlaşma” olarak tanımlanabilecek bir genel anlamı vardır. Zamana ve sektörlere göre değişen çeşitli kullanım türleri bu lügat mânasından kaynaklanır. Tarihi Abbâsîler’e kadar gitmekle birlikte Selçukluların son zamanlarında ve özellikle İlhanlılar döneminde yaygınlaşmış görünen şekliyle mukâtaa “vergilerin belirli bir meblağ karşılığında iltizama verilmesi” anlamında kullanılmıştır. Osmanlılar da başlangıçta daha ziyade bu anlamda “mu-kâtaaya vermek”, “mukâtaaya almak / tutmak” veya sadece “mukâtaa” tabirleriyle devlete ait bir kısım vergilerin iltizama verilmesini kastetmişlerdir. Bu dönemde mukâtaa kavramı aynı zamanda “sözleşmede kararlaştırılmış olan meblağ” mânasını da içeriyordu. Mukâtaa, “devlete ait bir kısım vergi ve resimlerin belirli bir meblağ karşılığında iltizama verilmesi” mânasından zamanla “iltizamın konusu olan vergi birimi” anlamına doğru kaymıştır. Osmanlı malî metinlerine göre XV. yüzyılın ortalarından başlayarak yüzyılın sonlarında tamamlanmış görünen bu değişme ile mukâtaa kelimesi, XIX. yüzyılın ortalarına kadar geçerli kalan esas terim olarak “hazineye ait bir kısım vergilerden oluşturulmuş birer malî birim” muhtevasını kazanmıştır.
Mukâtaa kelimesi başlangıçtan beri. mülkiyeti devlete veya vakıflara ait araziden ve arsalardan ifraz edilerek özel şahıslara veya kurumlara kiralanan parçalar için yapılan kira sözleşmesini ve ödenen kirayı ifade etmek üzere “mukâtaa-i ze-mîn” veya “mukâtaalı” gibi tabirlerde de kullanılmıştır. Mukâtaa ayrıca “vergi mükellefinden üretimin hacmine göre alınması gereken öşür, haraç vb. vergilerin sabit bir meblağ olarak belirlenmiş olması” anlamına da geliyordu. Bu anlamda maktu’ kelimesi de Kullanılırdı. Bu anlama gelmek üzere Rumeli’de kesim Güneydoğu’da ve Suriye bölgesinde dimos kelimelerine de rastlanır. Maktu kelimesi isim olarak maktûa şeklinde mukâtaa gibi vergi birimini ifade ederdi. Ancak bu iki terim arasında üslûp kaygısını aşan bir anlam farkı pek görülmez. Herhangi bir vergi birimi için “mukâtaa-ı âşâr / tahmis / gümrük” gibi ifadeler kullanılabildiği gibi “maktûa-ı âşâr / tahmîs / gümrük” ifadeleri de kullanılır. Aralarındaki farkın üslûp sınırlarını aşmadığını gösteren kayıtlara da rastlanmaktadır, İstanbul’da kahve değirmeni mukâtaasıyla ilgili 1099 (1688) tarihli bir kayıtta “mukâtaa-ı maktûa-ı tahmîs-i kahve ibaresine karşılık Siroz’daki tütün dönüm resmine dair 1199 (1785) yılına ait bir belgede “maktûa-i iltizâm-ı mukâtaa-i resm-i dö-nüm-i duhân-ı kazâ-i Siroz ifadeleri de görülür. Osmanlı maliye uzmanlarının zihninde bu iki terimin muhtevaları arasında hiçbir farkın bulunmadığı yazdıkları malî metinlerde bunların birbirinin yerine kullanılmasından da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte malî birim olarak daha çok mukâtaa terimi tercih edilmiştir.
Bu birimlerin özünde iltizam mefhumu kâğıdın filigranı gibi hep içkin (mündemiç) kalmıştır. Dolayısıyla mûtat olarak iltizamla toplanmayan avarız ve nüzul vergileriyle cizyenin büyük bölümü mukâtaa kategorisine genellikle girmez. Esas itibariyle muslüman olan ve olmayan Romanlar’a Kıptîler ait cizyeler de dahil olmak üzere ekonominin bütün sektörlerindeki üretim ve mübadeleden alınmakta olan her türlü vergi ve resimleri ihtiva eden geniş bir yelpaze içindeki çok çeşitli gelir unsurları mukâtaa birimlerini meydana getirirdi.
Bu değişik vergi ve resimlerden oluşturulan mukâtaalar büyük bir çeşitlilik gösterirdi. Hazineye sağladığı yıllık gelir bakımından birkaç yüz akçeden 10-20 milyon akçeye kadar değişen büyüklükte mukâtaalar olduğu gibi bir köy veya mezraa sınırları içinde kalan mukâtaalar yanında bir kaza veya sancağı kapsayan, hatta birçok eyaleti içine alanları da vardı. Malî kapasi-teleriyle mekân sınırları bakımından gözlemlenen bu çeşitliliği belirli bir yapısal ti-polojiye sığdıracak mantığı keşfetmek oldukça zordur. Bununla beraber ampirik bir gözlem olarak mukâtaaların büyük bir bölümü için geçerli görünen şu tesbiti yapmak mümkündür: Mukâtaaların içerdiği vergi unsurlarının çeşitliliğiyle kapsadığı mekânın genişliği arasında genellikle ters orantı bulunur, yani mukâtaanm içerdiği vergi ve resimlerin çeşidi arttıkça kapsadığı mekânın sınırı daralmakta, buna karşılık tek bir vergi unsuru içeren mukâtaa-nın mekân sınırı o ölçüde genişlemektedir. Matematik bir dille ifade edilirse mukâtaalar, genellikle içerdikleri vergi unsurunun sayısı ile kapladıkları mekânın genişliğini gösteren iki eksen arasında hiperbole benzer bir eğrinin üzerinde yer alma eğilimindedir.
Meselâ hazine gelirlerinin % 1 ‘i kadarını sağlayan tütün gümrüğü mukataası tek unsurlu bir birim olarak imparatorluğun tamamını kapsamak üzere sadece on kadar mukâtaa halinde örgütlenmişti. Kahve tüketiminden alınan resmin bütçe gelirlerine katkısı % 1 “e yakın büyüklükteki mu-kâtaası da tek unsurlu bir birimdi ve imparatorluk ölçeğinde biri İstanbul’da, diğeri Suriye’de merkezlenmiş iki mukâta-adan ibaretti. Pamuk ve ipliğinin ihracatından alınan mîrî resme ait mukâtaa da tek unsurlu idi ve İstanbul hariç olmak üzere bütün imparatorluğu kapsayan tek mukâtaa halinde örgütlenmişti. Aynı şekilde ipekten alınan mîzan (tartı) resmi mukâtaası ipek ve ipekli üretim ve tüketiminin başlıca merkezleri olan İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne ve Selânik’i içine alan tek unsurlu bir büyük mukâtaa idi. Buna karşılık Konya ve Kıbrıs’ta ayrı birer mukâtaa olarak örgütlenmiş bulunan mîzan resmi mukâtaalan ise daha sınırlı bölgelere indirgenmiş birimler olduğu için bac, damga, mumhâne, boyahane gibi başka vergi unsurlarının eklenmesinden oluşan birer demet halinde zenginleştirilmiş bulunuyordu.
Sayısı binleri aşan mukâtaalan bu şekilde gruplandırmak ancak bir bölümü için geçerlidir. Başka bölümü de hiperbolden çok çan eğrisine benzer bir yapı özelliği gösterir. Burada mukâtaanın mekân boyutu ile içerdiği vergi unsurunun sayısı arasındaki ilişki şöyledir: Bir uçta köy ve mezra gibi çok dar alanda olanlar, diğer uçta bir veya birkaç eyaleti kapsayacak genişlikte olanlar az unsurlu, aralarda yer alan nahiye ve kaza gibi orta boy mekân-lardakiler ise çok unsurlu birimlerden oluşma eğilimindeydiler.
Kısacası bütün mukâtaalan kapsayacak tek bir modelden bahsetmek mümkün değildir. Mukâtaaların böyle değişik tipolojik yapılar içinde bulunmasını belirli bir motif veya sebebe bağlamanın imkânı olmadığı muhakkaktır. Bununla beraber etki dereceleri farklı birkaç sebepten bahsetmek mümkündür. Her şeyden önce mukâtaaların hazine nazarında birer malî hesap birimi olarak gelirleri bakımından istikrar ve az çok önceden görülebilirlik özelliği taşıması önemliydi. Mukâtaanın kapladığı alanın genişliği veya içerdiği vergi unsurlarının sayısı arttıkça sağladığı gelirin yıllık istikran da artardı. Zira bir alanda veya unsurda meydana gelen bir değişmenin diğerlerindeki değişmeme veya aksi yönde bir değişme ile dengelenmesi ihtimali söz konusu idi. Mukâtaa gelirlerinde istikrar hazine bakımından yalnız harcamaları güvenle yapma imkânı vermekle kalmaz, aynı zamanda önceden görme şansını arttırarak risk ihtimalini düşüreceği için mültezimlerin daha az kârla, yani daha yüksek bir bedelle mukâtaala-rı kabul etmelerini sağlardı.
Mukâtaaların oluşturulmasında dikkat edilen önemli bir nokta da vergilendirme masraflarının fazla olmaması idi. Brüt gelirinin genel olarak % S-20’si arasında değişen bir masraf oranı normal sayılırdı. Mukâtaanın iltizam veya emanetle idare edilmesi arasında bu bakımdan bir fark bulunmazdı. Zira vergilendirme masraflarının fazla olması, meselâ % 30-50 gibi yüksek oranlara varması, Osmanlı maliye otoritelerince halkın gereksiz ve aşırı bir vergi yükü altına sokulması diye düşünüldüğü için ya vergi ortadan kaldırılır yahut vergilendirme maliyetini düşürecek şekilde başka vergi unsurları ile birleştirilerek bir demet haline getirilirdi. Bu sayede sınırlı bir bölge içinde çok sayıda vergilendirme görevlilerinin toplanması da önlenmiş olurdu. Mekân sınırları daraldıkça mu-kâtaayı oluşturan vergi unsurlarının arttırılmasının önemli bir sebebi bu idi. 0 kadar ki normal olarak mukâtaa kategorisine girmeyen avarız ve cizyenin de bu saikle mukâtaalara bağlandığı bazı nâdir örnekler de mevcuttur.
Devletin iktisadî hayatla alâkası sadece vergi haklarından ibaret değildi. Mîrî toprak rejimiyle bağlantılı, fakat onunla sınırlı sayılamayacak iktisadî alâka ve faaliyetleri de mevcuttu. Üretim faktörleri olan toprak, emek ve sermaye üzerinde kurmaya çalıştığı kontrol çerçevesinde devlet madencilik, ziraat, esnaflık ve ticaret alanlarında birçok kuruluş ve faaliyetin de doğrudan sahibiydi. Madencilikte özellikle altın ve gümüş madenlerinin hemen tamamı ile bakır ve kurşun madenlerinin en büyük bölümü, şap madenleriyle tuzlaların tamamı, ziraatta pirinç ekimine gerekli alt yapı tesisleri devlete ait olduğu gibi esnaf imalâtının az çok önemli fizikî sermaye gerektiren kumaş apre tesisleri (mengene), boya ve basma atölyeleri, mum imalâthaneleri, kahve değirmenleri vb. alanlarda pek çok kuruluşun da başlıca sahibi devletti. Bütün bu kuruluşların hemen tamamı birer mukâtaa olarak örgütlenmiş bulunuyordu.
Geniş imparatorluğun büyük çeşitlilik içindeki bu mukâtaalan kısmen bulundukları bölgelere, kısmen de muhtevalarına göre oldukça karmaşık görünen gruplan-dırmalarla İstanbul’da defterdarlığa bağlı olarak XVI. yüzyılın ortalarından XVII. yüzyılın başlarına kadar esas profilleriyle teşekkül etmiş bulunan, en büyüğü ve önemlisi Başmuhasebe olmak üzere başlıca Maden, Başmukâtaa, Haslar, Haremeyn Muhasebesi, Haremeyn Mukataası, Bursa, İstanbul, Kefe, Avlonya ve Eğriboz adıyla bilinen gelir bürolarında kayıt, kontrol ve takip ediliyordu. Merkezdeki bu bürolarda kayıtlı mukâtaaların birim sayısı XVII. yüzyılın sonlarında 400-500 kadardı. Ancak bu sayının bir bölümü tek bir mukâtaayı değil bir grup mukâtaayı temsil eden birimlerden oluşuyordu. Büyük çoğunluğu Başmuhasebe Bürosu’nda kayıtlı bulunan Tokat, Diyar bekir, Mardin, Halep, Kıbrıs, Üsküp, Kefe gibi daha çok uzak bölgelerde yer alan grup halindeki mukâtaaların yönetimi voyvodalık, muhassıllık veya nezaret şeklin-de örgütlenmiş olarak birer birim gibi muamele görürdü. Her birimde yer alan mukâtaaların sayısı meselâ Tokat voyvodalığında 1070’te (16601 yirmi dörde, Halep muhassıllığında 1102’de (1690) otuz bire ulaşıyordu. Zamanla hem merkezde kayıtlı birim sayısı hem grup halindeki birimlerde yer alan mukâtaa sayısı büyük ölçüde artma eğiliminde olmuştur.
Osmanlı bütçeleri başlıca üç ana kategoriden oluşuyordu: Emlâk ve araziye tasarruf eden müslüman ve gayri müslim reayanın ödediği avarız ve nüzul vergileri, gayri müslim sağlıklı ve çalışan erkeklerden alınan cizye ve mukâtaalan Timar sistemi içinde yer alan dirlikler bütçe rakamlarına girmediği gibi mukâtaa sektörünün de dışında kalırdı. Fakat muhteva itibariyle potansiyel olarak bu üç kategoriden sadece mukâtaaya dönüşebilecek türde vergi ve resimlerden oluştuğu için zamanla timar sistemi daraldıkça bu dirlikler de mukâtaa sektörünün büyümesini sağlayan önemli bir faktör oldu. Bütçe gelirlerinin XVI. yüzyılda yandan biraz fazlasını temin eden mukâtaaların oranı XVII. yüzyılda muhtemelen bu faktörün etkisiyle yavaş yavaş artarak % 66’ya kadar yükseldi. Ancak XVII. yüzyılın sonlarındaki savaş döneminde bütçenin diğer kategorilerinde, özellikle 1102′-deki (1690) reformdan sonra cizye gelirlerinde büyük bir artış olunca mukâtaaların oranı bir miktar azalarak 1104’te (1692-93) % 47’ye kadar geriledi. Bu orana tekabul eden gelirin yıllık hacmi 4,2 milyon kuruş kadardı. Mukâtaa sektörü daha sonraki yıllarda hızla büyümeye devam ederek 1175’te (1761 -62) % 60’a yakın bir artışla 6,7 milyon kuruşa ulaştı. Fakat bütçedeki oranı daha da düşük olarak % 46 civarında kaidı. Bununla birlikte mukâtaa sektöründeki fiilî büyüme bu hacim ve oran rakamlarının gösterdiğinden asiında çok daha büyük oldu. Ancak bunu XVII. yüzyılın sonlarından itibaren bütçe rakamlarında bulmanın imkânı yoktur. Zira bu dönemde mukâtaa sektörüne dayanarak başlatılmış olan bir nevi iç borçlanma uygulamasındaki kurumsal düzenleme, mukâtaa sektöründen borca karşılık yapılan ödemeleri bütçe kayıtlarının dışında bırakmaktaydı. Bu iç borçlanma, mukâtaa iltizam rejimini köklü şekilde değiştirmiş olan malikâne sistemiyle gerçekleşmiştir. 1106’da (1695) uygulamaya konulan bu yeni sistemde “hazineye verdiği kredi” anlamındaki muaccelesinin karşılığında mukâtaayı ölünceye kadar elinde bulunduracak olan mâîikânecinin kazanmakta olduğu faiz geliri bütçe kayıtlarında yer almazdı. Malikâne olarak verilen mukâtaalardan hazineye ödenmekte olan ve mal adı verilen yıllık vergiler de sistemin mantığı gereği dondurulmuş olduğu için mukâtaa sektörü malikâneye dönüştükçe bütçeye yansıyan yönüyle tam bir durgunluk perdesi altına girmiş oluyordu. Malikâne sistemi hızla genişleyerek XVIII. yüzyılın ortalarından sonra mukâtaa sektörünün hemen hemen tamamını kapsar hale geldikçe bu durgunluk perdesi de aynı ölçüde genişlemiştir. Her türlü artışı giz-leyici bu perdeye rağmen mukâtaa sektöründe 1104 (1692-93) İle 1175 (1762) arasında % 60’a yakın bir büyümenin gerçekleşebilmesi, kolayca tahmin edilebileceği gibi yeni mukâtaalann sektöre girmesinden kaynaklanmıştır. Bu husus defterdarlık bürolarında kayıtlı mukâtaalann sayısındaki değişmede açıkça görülmektedir. Gerçekten bu bürolarda kayıtlı mukâtaalann 1102’de (1690) 440 kadar olan sayısı ltei’de (1748) % 126’dan fazla artarak 997’ye yükselmiştir Ayrıca grup halindeki birimlerin bünyesinde yer alan mukâtaalann sayısında da artış olmuştur. Merkezde tek mukâtaa olarak kayıtlı bulunan meselâ Tokat voyvodalığında 1070’te (1660) yirmi dört olan mukâtaa sayısı 1169’da (1756) yetmiş sekize ulaşmış benzer şekilde Halep muhassillığına bağlı mukâtaalann 1084’te (1673) yirmi üç olan sayısı 1692’de otuz bire 1117’de de (1705} seksen bire yükselmiştir.
Mukâtaa sektörünün genişlemesini sağlayan başlıca faktörler şöylece özetlenebilir: Her şeyden önce timar sistemindeki daralma hızlanmış ve buradaki birçok dirlik padişah haslarına katılarak mukâtaa haline getirilmiştir. İkinci olarak ekonomide kaydedilen gelişmeler, bilhassa ticaret ve mübadeledeki artışlar sonucu ortaya çıkan yeni bazı İş alanlarıyla birlikte, eskiden beri mevcut olduğu halde vergi dışı kalmış bulunan bir kısım alanların da vergilendirilmesini sağlamak üzere birçok yeni mukâtaa meydana getirilmiştir. Ayrıca devletin özellikle XVIII. yüzyılın başlarından itibaren genişlettiği iktisadî faaliyet ve yatırımları da yeni mukâtaalann oluşmasına katkıda bulunmuştur. Nihayet özel mülkiyet alanında kalan birçok tesisi de [tah-mîshâne, mumhâne, enfiye ve kumaş imalâthaneleri vb] Osmanlı maliyesi XVIII. yüzyılda malikâne sistemi içinde birer mukâtaa haline getirmekte sakınca görmemiştir. Bu da Osmanlı vergilendirme sisteminin, hazineye ödenecek vergiyi her türlü iktisadî faaliyetin âdeta meşruiyet temeli ve referans çerçevesi sayma eğiliminin bir ifadesi olarak mukâtaa sektörünü genişleten faktörler arasında kaydedilmelidir.
Bu yeni mukâtaalann hemen hepsi malikâne olarak verildiği için kayıtlan yapılırken bağlanmış olan yıllık vergi miktarları da bir daha değişmemek üzere dondurulmuş bulunuyordu. Mukâtaaların gelirlerinde zamanla meydana gelen artışlar hazineye yatırdıkları muaccelelerin faizi olarak doğrudan mâlikânecilere intikal ettiği ve dolayısıyla bütçe rakamlarında hiçbir şekilde yer almadığı için mukâtaa sektörü, XVIII. yüzyılın ilk yarısında sayıca % 126 oranında genişlediği halde bütçede yer alan hacmindeki artış % 60’tan ibaret kalmış ve bütçe içindeki oranı da gerilemeye devam etmiştir. Buna karşılık mukâtaa sektöründeki bu gelir fazlalannı faiz olarak kazanabilmek için mâlikânecilerin hazineye yatırmış oldukları muacceleler-den oluşan kredi stoku hızla büyümüştür. 1115’te (1703) 1 milyon kuruş olan stok 1768’de 10 milyon kuruşa yaklaşmıştır. Karşılığında mâlikânecilere ödenmekte olan faiz miktarını tam olarak hesaplamak çok zor olmakla birlikte bu stokun % 30’u ile 4O’ı arasında tahmin edilebilir ki bu da 3-4 milyon kuruş demektir. Bu tarihlerde meselâ 1175 (1761-62) bütçesindeki mukataalara ait 6,7 milyon kuruşluk gelirle karşılaştırılırsa yaklaşık yarısı kadar bir meblağın da mâlikânecilere faiz olarak intikal ettiği tahmin edilebilir. Bu da mukâtaa sektöründe oluşan gelirlerin potansiyel toplamının 1/3’ü kadarının mâlikânecilere gittiği anlamına gelir.
Osmanlı maliye otoriteleri, malikâne sistemindeki borçlanmanın çok yüksek faiz ödemeleriyle gerçekleştiğini gördükleri için mukâtaa sektörünü bu iç borç yükünden kurtarmak üzere bir dizi tedbiri uygulamaya koydular. Bu tedbirlerin ilki, 1173’e (1760) doğru gelirleri hızla artan bir kısım mukâtaalann mâlikânelikten çıkarılarak devlet adına Darphâne’nin idaresine verilmesidir. Bu da mâlikânecilerin kazanmakta olduğu faizlerin bir bölümünü hazineye intikal ettirmeye imkân verdi. Ancak Osmanlı-Rus savaşı (1768-1774) sonunda tekrar büyük çapta borçlanma ihtiyacı doğunca malikâneyi yeniden genişletmek yerine yeni bir borçlanma metodu olarak esham sistemini denediler. Daha düşük faizle borçlanmaya imkân veren bu yeni sistemde de borcun temeli mu-kâtaalardı. Fakat malikâneden farklı olarak burada mukâtaalann yönetimi devletin elinde kalıyor ve borcu veren esham sahibine belirli sabit bir faiz ödeniyordu. Ödenen faizler mâlikânedekinden hem daha düşüktü hem de hangi borç için ne kadar faiz ödeneceği baştan belirleniyordu; yani maliye esham sistemiyle daha şeffaf bir borçlanma ortamı sağlamış oluyordu. Bu tarihten itibaren malikâne sektörü yavaş yavaş daraltılırken borçlanma ihtiyacı da bu yeni sistem içinde karşılanıyordu. Her iki borçlanma sistemi de pahalı yöntemlerdi. Giderek artan faiz ödemelerinden kurtulmak için Osmanlı maliyesinin başvurduğu ikinci önemli tedbir, 2 Mart 1793’te uygulamaya konan Nizâm-ı Cedîd’i finanse etmeye yönelik îrâd-ı Cedîd Hazinesi’nin oluşturulmasıdır. Bu yeni hazine, mukâtaa sektörünü iç borcun ağır faiz yükünden tamamıyla kurtarmak üzere her iki borçlanma sistemlerinin önce genişlemesini durduracak, sonra da yavaş yavaş daralmasını sağlayacaktı. Amaç mukâtaa gelirleri üzerindeki devlet kontrolünü arttırmaktı. Ancak gelirlerin tamamı hazineye aktarılsa bile giderlere yetmeyeceği için iç borçlanmaya son vermenin mümkün olmadığı kısa zamanda anlaşılınca malikâneden ziyade esham sistemi tercih edildi. Zira bu sistemde mukâtaa yönetimi maliyenin kontrolünde kalıyor ve faiz haddi de piyasanın imkân verdiği ölçüde mâlikânedekinden daha düşük tutu-labiliyordu. îrâd-ı Cedîd Hazinesi ayaklanma ile 1807’de ortadan kaldırılınca aynı fonksiyonu görmek üzere önce Darphâne, 182Tden sonra da yeni kurulan Mukâtaat Hazinesi devreye sokuldu. Bu yeni kuruluşun hedefi de malikâne sahiplerine ödenmekte olan faizi azaltarak mukâtaa sektörü üzerindeki devlet kontrolünü arttırmaktı.
Bütün bu tedbir ve denemelerin ana hedefi, devletle mukâtaa sektörü arasında herhangi bir zümrenin uzun vadeli haklarla yerleşerek yüksek paylar almasını önlemek üzere mukâtaa sektöründeki vergi potansiyelini mümkün olduğunca maliyenin kontrolü altına almaktı. Bu amaca ulaşmak üzere Tanzimat’ın başında malikâneyle beraber iltizamın da tamamıyla kaldırılmasına karar verildi. Malikâne sona erdirildi; ancak iltizamın kaldırılarak yerine modern ve rasyonel bir emanet rejiminin kurulması imparatorluğun sonuna kadar tamamlanamadı. Tanzimat’la birlikte vergi telakkisinde meydana gelen değişmelerin sonucu olarak mukâtaa kavramı işlevini yavaş yavaş kaybetti. İltizama verme anlamında “maktûan ihale” tabiri yaygın biçimde kullanıldı. Fakat iltizama verilen vergi birimi anlamında mukâtaa kavramı, 1860’lardan itibaren giderek seyrek-leşen bir kullanımla metinlerden ve zihinlerden giderek silindi. Yalnız vakıflarda ve mîrî arazi hukukunda “mukâtaa-i zemîn” ve “mukâtaalı” tabirleri içinde imparatorluğun sonuna kadar devam etti.
TDV İslâm Ansiklopedisi