Mukit. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
Sözlükte “korumak, birine hayatiyetini sürdürecek kadar gıda vermek; gücü yetmek” mânalarındaki kavt (kıyâte) kökünün “if âl” kalıbından türeyen mukit “bedenlerin ve ruhların gıdasını veren, gücü yetip koruyan” demektir. Râgıb el-İsfahânî’nin de içinde bulunduğu bir grup lügat âlimine göre mukitın asıl anlamı “koruyup himaye eden”dir, zira hayatiyeti sürdürecek gıdayı vermek “birini koruyup yaşatma” anlamının vazgeçilmez sonucudur.
Mukit ismi bir âyette geçmektedir. Kur-‘an’da Hz. Peygamber’e Allah yolunda savaşması, müminleri de ölüm korkusunu yenmeleri hususunda teşvik etmesi emredildikten ve kâfirlerin gücünün neticede Allah tarafından kırılacağı bildirildikten sonra güzel bir şefaatte bulunan kimsenin ondan bir nasibinin, kötü şefaatte bulunan kimsenin de bu eyleminden kendisine dönecek kötü bir sonucun olacağı ifade edilmekte, ardından “Allah her şeye güç yetiren ve gözetleyip koruyandır” denilmektedir.[Nisâ 4/84-85] Burada şefaat kavramının “meşru veya gayri meşru bir yolda savaşan kimseye eşlik etmek” mânasına geldiğini söyleyen Taberî muklt kelimesine de “muktedir” anlamını vermiştir. Dünyanın yaratılmasını anlatan bir âyette Allah’ın bu âlemde canlılar için çeşitli gıda imkânları yerleştirdiğinden bahsedilirken bu ilâhî fiil küt (besin) kelimesinin çoğulu olan akvât lafzıyla belirtilmiştir.[Fussi-let 41/10]
Tırmizî’nİn rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ hadisinde mukit ismi de yer almıştır. Ayrıca Hz. Peygamber’in, ba-zan ardarda nafile oruç tuttuğunu görüp kendisine özenen sahâbîleri bundan menederken, “Bana özenmeyin, çünkü rabbim beni yedirip içirir” demesi mukit İsminin bir açıklaması niteliğindedir. Yine Resûl-i Ekrem’in, ev halkının bir anlamda sızlanmasına sebep olacak kadar sade bir hayat yaşadığını nakleden muhaddisler onun, “Allahım, Muhammed ailesinin rızkını sadece yetecek derecede lütfet!” şeklinde dua ettiğini kaydeder. Burada da mukit sıfatı yardımcı bir fiil vasıtasıyla zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiştir.
Esmâ-i hüsnâ sarihleri, mukit ismini daha çok “bedenlerin ve dolayısıyla ruhların gıdasını veren” şeklindeki sözlük anlamına uygun biçimde açıklamıştır. Buna göre Nisa süresindeki mâna (4/85) lâzımı bir muhtevaya dayanmış olur. Halîmî, mukita “hayatiyetin gereklerini sağlayan” mânası verdikten sonra Allah’ın canlıları birbirini besleyecek bir mekanizma ile yarattığını ifade etmiştir. Şöyle ki, canlıların bünyesinden bazı şeyler zamanla çözümlenerek ayrılır ve diğer canlıların da besinini sağlar. Bu, yaratıcının planladığı zamana kadar devam eder. Kuşeyrî ise Allah’ın canlıların besinini farklı şekillerde yarattığını söyler. Cenâb-ı Hak, insanların ve diğer canlıların gıdasını çeşitli yiyecek ve içecekler, meleklerin gıdasını tâat ve teşbih, ruhların gıdasını nesne ve olayların mahiyetine vâkıf olup onları akletmek şeklinde düzenlemiştir. Bütün güzelliklerin düzeni akılla mümkün olur. Allah akıldan daha şerefli ve daha güzel bir şey yaratmamış ve kimse aklın tamamına sahip kılınmamıştır.
Mukit “bedenlerin ve ruhların gıdasını veren” manasıyla fiilî, “güç yetiren” anlamıyla zâtî-sübûtî sıfatlar içinde yer alır. İlk muhtevasıyla mukît, bâsıt, kabız, latîf, rezzâk, muğnî, muhyî; ikinci muhtevasıyla kadir, kavî, metîn ve muktedir isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur. Mukit, “koruyup gözeten” mânasına alındığı takdirde hafîz ismiyle de ilişkili olur.
TDV İslâm Ansiklopedisi