Muş Şehri / İli Tarihi, Yerleri, Coğrafi Özellikleri, Hakkında Bilgi

Muş. Doğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Muş ovasının güney kenarı ile bu ova­nın güneyini izleyen Güneydoğu Toroslar dizisinin temas sahasında eğimli bir yü­zey üzerinde bulunur. Şehrin nüvesini teş­kil eden kale, güneydeki dağlık kesimi dar bir boğaz halinde yararak ovaya inen Çar deresiyle bu dereye sol taraftan kavuşan Karni çayı arasında kalan ve bu iki vadiye dik bir şekilde inip dış saldırılara karşı nisbeten güvenli bir alan oluşturan sırt üze­rinde kurulmuştur. Buranın önündeki ge­niş ova Muş ovası, Doğu Anadolu’nun İğ­dır ovasından sonra ikinci büyük ovasıdır çeşitli tarımsal ürünleriyle şehrin yiyecek ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır. Muş ovasının çevresini kuşatan yüksek dağlar ulaşıma imkân vermez gibi görünse de bunların arasındaki nisbeten alçak eşik­ler ve tabii koridorları oluşturan vadiler Muş’un uzak çevreye bağlanmasını kolay­laştırır. Ovanın doğusundaki Nemrut dağı ve güneyindeki yüksek dağlar arasında [Muş güneyi dağlan, birçok do­ruk 2600 metrenin üzerindedir] 1800 met­relik bir eşik (Rahva düzü) Muş’u Van gö­lünün batı kıyısındaki Tatvan’a bağlar ve Van gölü havzası aracılığıyla daha doğu­daki bölgelerle irtibatlandırır. Rahva dü­zünde Başhan mevkiinde ayrılan yol Bit­lis deresi tabii koridorunu izleyerek Gü­neydoğu Toroslar engelini aşar ve bu suretle Muş’u Bitlis üzerinden Dicle havzası­na ve bu havzanın önemli şehri Diyarba­kır’a kavuşturur. Şehri batıya bağlayan ka­rayolu [Muş’u Bingöl-Elazığ üzerinden An­kara’ya ve İstanbul’a bağlayan yol] Muş ovasının kuzeybatısındaki Şerafettin dağ­larının (2388 m.) güneye uzanan alçalmış kesimlerindeki Buğlan Geçidi’ni (1640 m.) takip eder. Şehir ayrıca batıdaki büyük merkezlere 1955’ten beri demiryolu ile bağlıdır. Murat nehrinin Muş’un karşısın­da ovanın kuzey kenarında açtığı vadi de Varto-Hınıs üzerinden Erzurum’a ulaşan güzergâhı meydana getirir.

Şehrin temelini oluşturan kalenin ilk de­fa ne zaman kurulduğu ve ilk sakinleri hakkında bilgiler yetersizdir. İslâm Öncesi dönemlere ait kaynaklarda Muş ovası ve çevresi Taraunitis, Taraun veya Daron ad­larıyla anılır. Bu ad Ortaçağ’da Taran şek­lini almıştır. İslâmî devirde Tarûn biçimin­de hem bölgenin hem şehrin adı olarak kullanılmıştır. Şehrin bu­günkü isminin kökenine dair bilgiler de çe­lişkilidir. Bazı rivayetlere göre Muş adı su­ların bolluğunu ifade eden Süryânîce “mu­şa” kelimesinden gelir, bazılarına göre ise şehri kurduğu söylenen Muşet adlı bir ki­şiden kaynaklanır.

Şehrin ve çevresinin Eskiçağ dönemi hakkında genel bilgiler tekrarlanır ve böl­genin Asurlular, Urartular, Med ve Persler, Büyük İskender ve halefleri (Selevkoslar), daha sonra Roma ve Bizans hâkimiyetin­de kaldığı belirtilir. Bu yöreye erken sayı­labilecek bir tarihte Hz. Ömer zamanında (634-644) ilk Arap ordularının ulaştığından söz edilir. Ermeni kaynaklarında Abdurrahman b. Rebîa el-Bâhilî kumandasında­ki 18.000 kişilik bir islâm ordusunun 640 yılında Muş ve civarındaki yerleri haraca bağladıktan sonra karargâhına döndüğü rivayet edilir. Komşu şehirler­le birlikte Muş’un da 19-21 (640-642) yıl­ları arasında İslâm hâkimiyeti altına alın­dığı anlaşılmaktadır. Fakat bu hâkimiyet sürekli olmamıştır. Muş ve çevresinde İs­lâm hâkimiyeti Muâviye b. Ebû Süfyân ve Abdülmelik b. Mervân döneminde yeniden kuruldu. Abdülmelik zamanında Muhammed b. Mervân yöreyi Diyarbekir âmilliği-ne bağladı. Şehir 210-236 (825-851) yılla­rında Bağratî ailesinden Bağrat adlı pren­sin yönetimindeydi. Bağratiler Krallığı dö­neminde Muş şehri krallığın Tarûn idarî biriminin merkeziydi.

Bağratîler zaman zaman Abbasî hali­fesinin, zaman zaman Bizans’ın vasalı ol­duğundan Muş ve çevresi de Bizanslılar’-la müslümanlar arasında sık sık el değiştirdi. Abbasî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın İrmîniye Valisi Yûsuf b. Muhammed 237 (851-52) yılının kış mevsimini Muş’ta ge­çirdi. Her tarafın karla kaplı olduğu bir gün aniden saldırıya geçen Ermeniler, Yûsuf ve maiyetindekiler! katlettiler. Bunun üzerine Mütevekkil, Boğa el-Kebîr’i Muş üzerine göndererek bu katliamın intikamını aldı. Muş bazan da rnüslüman maceraperestlerin eline geçt.[X. yüzyılda Hamdânî emîri olan Seyfüddevle döneminde olduğu gibi] Şehrin ismi­nin Muş olarak İslâmî kaynaklarda görül­meye başlaması da bu devreye tesadüf eder. IV. (X.) yüzyıl İslâm coğrafyacısı Mak-disî’nin Ahsenü’t-tekâsîm adlı eserinde merhaleler verilirken Muş’un adı da zikre­dilir.

XI. yüzyıldan itibaren Türk akınları bu havaliye de yöneldi. Daha Malazgirt Sava-şı’ndan önce Tuğrul Bey zamanında Sel­çuklu birlikleri Muş yöresine akınlarda bu­lunmuştu. İbrahim Yinal’ın kumandasın­daki Selçuklu ordusu 1049’da Muş’a ka­dar geldi. 1055-1056 yıllarında merkezî ida­reyle anlaşmazlığa düşen bazı Selçuklu beyleri Muş Valisi Theodoros ile iş birliği yaptılar. Tuğrul Bey, Theodoros’a haber gönderip beylerin iadesini istedi. Theodo-ros’un bu teklifi reddetmesi üzerine Sel­çuklu kuvvetleri Muş’a bir sefer düzenle­yerek valiyi öldürdüler. Muş’un Selçuklu­lar tarafından kesin olarak ele geçirilmesi Malazgirt zaferinden (1071) az sonra Sul­tan Alparslan döneminde gerçekleşti. Muş ve çevresi Emîr Sanduk’a iktâ edildi. XII. yüzyılın başlarında Ahlatşahlar Devleti’nin kurucusu ve ilk beyi olan Sökmen devrinde (1100-1! 22) Muş bu bey­liğin sınırları içinde bulunuyordu. XIII. yüz­yılın başlarında Ahlatşahlar’ın zayıflama­sından yararlanarak bu hanedana son ve­ren Eyyûbîler’den el-Melikü’l-Evhad Necmeddin Eyyûb o sırada Ahlat’a bağlı olan Muş’u kuşattı. 607-626 (1210-1229) yılları arasında Ahlat ve ona bağlı olan Muş da muhtemelen Eyyûbîler’in hâkimiyeti altı­na girdi. 625’te (1228) Van gölü bölgesine inen Celâleddin Hârizmşah Muş ovasındaki köyleri yağmaladı.

XIII. yüzyılın ilk yarısındaki Moğol istilâsı sırasında şehir tamamıyla tahrip edildi. XIV. yüzyıl ortalarında buraya gelen Ham­dullah el-Müstevfînin şehrin durumu hak­kında verdiği bilgiler bu tahribatın izleri­nin bir asır sonra bile silinmediğini göste­rir. Moğol döneminin ardından Karakoyun-lu yönetimine geçen Muş, 789’da (I 387) Karakoyunlu topraklarına sahip olan Ti­mur’un idaresi altına girdi. Arkasından Akkoyunlular’ın eline geçti. Bu dönemde Uzun Hasan’ı ziyaret eden Venedik elçisi Barbara Muş’a uğramış, şehrin kalabalık ve kalesinin sağlam olduğunu kaydetmiştir Ayrıca Akkoyunlu kaynak­larında buradan ve onun önündeki ovadan sıkça söz edilir.

Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Fâtih Sultan Mehmed’e Otlukbeli Savaşı’n-da (1473) yenilmesinin ardından Muş ve çevresi Akkoyunlular’ın idaresinde kalma­ya devam etti. Şehrin Osmanlı idaresine kesin olarak geçişi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden (1514) sonradır. Çal­dıran Savaşı’nın ardından Diyarbekir’in fethi öncesinde bölgedeki mahallî beyler Osmanlılar’la birlikte hareket ederek Muş ve çevresindeki Safevî kuvvetlerini uzaklaştır­dılar (921/1515), böylece şehirde Osmanlı idaresi kuruldu. Burası Osmanlılar’a bağlı Bitlis ocak­lık beyliği içinde yer aldı. Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Osmanlılar’a İltica eden Azerbaycan Valisi Ulama Paşa (937/ 1531), Bitlis beylerbeyliğine getirilince Bit­lis hâkimi Şeref Bey, bölgesindeki diğer kaleler gibi Muş Kalesi’ni de Rujeki ağaları­nın muhafazasına verip Safevîler’e sığın­dı. Bu sebeple Safevî Şahı Tahmasb, Muş Kalesi’ni de kendi toprağı saydı. Şehir bu dönemdeki Osmanlı-Safevî savaşlarından etkilendi. Kanunî Sultan Süleyman’ın ikin­ci İran seferinden (1548) dönüşünde Şah Tahmasb, Van fethinin intikamını almak için çevredeki başka yerlerle birlikte Muş yöresine de saldırarak burayı yakıp yıktı ve yağmaladı.[20 Receb 955 / 25 Ağustos 1548] Bunun üzerine Adilcevaz’a yönelen Kanunî, Şah Tahmasb’ı takip etti, onu bu­lamayınca Muş’a gelip bir süre burada ko­nakladı. Ramazan 959’da (Eylül 1552) Ah­lat Kalesi önüne gelen Şah Tahmasb”ın Bit­lis sancağına karşı gönderdiği kuvvetleri Muş Kalesi’ne kadar her yeri yakıp yıktı. 962 (1555) Amasya Antlaşması sonrası bu yörede huzur yeniden sağlandı. XVI. yüz­yıl ortalarına ait tahrir kayıtlarında şehrin fizikî durumu hakkında bilgi verilmemekle birlikte gelir kaynaklan tahsisinden hare­ketle buranın küçük bir kasaba durumun­da olduğu tesbit edilebilir. 961″de (1554) Muş şehrinin vergi gelirleri Adilcevaz san­cak beyi hassına dahildi. Ayrıca kasabanın çevresi bağ ve bahçelerle çevriliydi.

Muş, Osmanlı mülkî idare teşkilâtında önceleri Van eyaletine bağlı ocaklık statü­sündeki Bitlis sancağının bir parçasıydı. Daha sonra doğrudan Van’a bağlı sancak merkezi haline getirildi. 976’da (1568) burası Ulama Bey oğlu Bahâeddin Bey’in ida-resindeydi. Bu durumunu XVII. yüzyıl baş­larına kadar korudu. IV. Murad tarafından tekrar Bitlis ocaklığına bağlandı. Aynı yüz­yıla ait kaynaklardan Cihannümâ’da da Muş’un küçük bir yerleşme yeri olduğu zikredilir. Daha sonraki yüzyıllarda şehrin biraz daha geliştiği görülür. Bitlis Hanlığı’-nın ortadan kaldırılmasının ardından Muş. Erzurum eyaletine bağlı bir sancak mer­kezi oldu.

XIX. yüzyılın başlarında Osmanlılar’ın Yunan isyanıyla uğraşmaları sırasın­da İran Şahı Feth Ali Şah’ın oğlu ve Azer­baycan Valisi Abbas Mirza, Doğu Anado­lu’nun birçok yerine saldırırken Muş’u da işgal etti ve şehre zarar verdi. Ancak ko­lera salgını çıkınca çekilmek zorunda kaldı. Bu yüzyıla ait şehir nüfusu hakkında bilgi veren kaynaklar birbirinden farklı rakam­lar içerir. 1838″de Muş’u ziyaret eden Brant burada 700 müslüman ve 500 Ermeni ai­lesi bulunduğundan, bundan kısa bir sü­re sonraya ait (1846) bilgi veren Koch ise 1000 müslüman ve 41S Ermeni ailesin­den söz eder. Yüzyılın ikinci yansına dair nüfus rakamlarından şehrin daha da kalabalıklaştığı görülür. Tozer’in 1881 yılında 5000 müslüman ve 1800 Ermeni ailesi ya­şadığına dair verdiği bilgiyi Lynch mübala­ğalı bularak nüfusun 20.000 kişiyi aşmadı­ğını zikreder. Şemseddin Sami ile V. Cui-net aynı rakamı kaydedip XIX. yüzyılın son on yılı içinde nüfusun 37.000 olduğunda birleşir. Bir Rus raporunda şehirdeki ev sa­yısı 2700 diye verilmiş, bunun 1500’ü müs­lüman, 1200’ü Ermeni olarak gösterilmiş­tir (1899). XIX. yüzyılda dış etkenlerle kış­kırtılan Ermeni isyanları Muş şehrinin ge­rilemesinde önemli rol oynamıştır. 1894′-te ilk defa Muş’un yakınındaki Sasun’da başlayan Ermeni baş kaldırışının ardından 1895 yılında hükümetin bu konuyla ilgilenmek üzere kurduğu bir heyet Muş’ta top­landı. Erzurum’daki Fransa, Rusya ve İn­giltere konsolosları da bu toplantı için Muş’a gelip istişarede bulundu. 1901 ve 1905 yıl­larında Ermeni çetelerinin isyanları tek­rarlandı ve bunlar şehre önemli ölçüde za­rar verdi. 3 Mayıs 1903’teki deprem çevre köylerle birlikte şe­hirde de hasara yol açtı [bu fayın 1946 ve 1966 Varto depremlerinde yeniden hare­kete geçmesi Muş şehrine de zarar vermiş­tir] Muş, 1879 Berlin Antlaşması’nın Do­ğu Anadolu’nun idarî yapısında yeni bir ıs­lahat yapılmasını öngören maddesi gereği aynı yıl oluşturulan Bitlis vilâyetine bir san­cak merkezi halinde bağlandı. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar sürdü.

Muş hakkında XX. yüzyılın başlarında I. Dünya Savaşı Öncesine ait bilgiler veren E. Banse şehrin nüfusunu 20.000 olarak kay­deder. I. Dünya Savaşı içinde Doğu Ana­dolu’nun birçok şehri gibi Muş da Rus iş­galine uğradı. 18Şubat 1916tarihindeki iş­gal kısa sürdü, aynı yılın 26 Temmuzunda şehir kurtarıldı. Türk kuvvetleri 9 Ağus-tos’a kadar burada kaldı. Ardından Ruslar Muş’u tekrar ele geçirdiler. 1 Mayıs 1917 tarihinde şehir kesin olarak Rus işgalinden kurtarıldı. Bu savaştan tamamen harap ol­muş bir vaziyette çıkan Muş ancak Cum-huriyet’in kuruluşundan sonra toparlan­maya başladı.

Cumhuriyet döneminin başlarında il mer­kezi durumuna getirilen Muş’ta ilk nüfus sayımında (1927] sadece 4227 nüfus bu­lunuyordu. Bu sayı daha sonraki dört nü­fus sayımında da 10.000’e erişemediği gibi arada düşüşler de gösterdi [1935’te 5158, 194O’ta5681, 1945’te5040, 1950’de 7050] 1955 yılında demiryolunun buraya ulaş­ması, ayrıca Muş’u çevreye ve uzak yöre­lere bağlayan karayollarının düzgün hale getirilmesiyle şehirde gelişme emareleri baş gösterdi ve nüfusu ilk defa 1955 sa­yımında 10.000’i aşabildi (10.888). Bundan sonraki bir Önemli nüfus sıçraması da 1966 Varto depreminden sonra çok sayı­daki Vartolu’nun Muş’a yerleştirilmesi so­nucu 1970 sayımında görüldü ve şehrin nüfusu 23.058’e ulaştı. Bu artış daha son­raki yıllarda da sürdü. 1980’de 40.000’i aşan nüfus (40.977) 2000 sayımında 70.000’e yaklaştı (67.977).

Günümüzde Muş şehrinin çekirdeğini tarihî kalesinin bulunduğu dar ve dolam­baçlı sokakların yer aldığı kesim oluştu­rur. Bu kesimde bulunan Kale, Muratpa-şa, Minare ve Dere mahalleleri şehrin en eski mahalleleridir. Bunlardan Kale mahal­lesi 1360 m. yüksekliğiyle aynı zamanda şehrin en yüksek kesimidir. Şehir buradan kuzeydoğuya, doğuya ve kuzeye doğru git­tikçe alçalarak devam eder. Muş meteoro­loji istasyonunun bulunduğu kesimde 1283 metreye inen yükseklik, Tepebağ semtin­de 1210 metreye düşer, 1950’li yıllara ge­linceye kadar  şehrin en alçak kesimini burası teşkil ediyordu. Bu tarihten sonra ovadaki düzlüklere ve 1955’te kavuştuğu demiryolu istasyonuna doğru genişledi. Bu büyüme, şehrin ana caddesi olan güneybatı-kuzeydoğu doğ-rultulu Atatürk Bulvan’yla daha aşağı ke­simlerde adı istasyon caddesi olur İkinci önemli şehiriçi ekseni olan ve Atatürk Bulvarı’na paralel uzanan Cumhuriyet cad­desinin iki yanında kurulan ya da ikisinin arasında [Kültür ve Sunay mahalleleri bu durumdadır] bulunan mahallelerle ger­çekleşmiştir. Yeni mahallelerden Zafer ve Sunay 1966 yılından sonra kurulmuş ve Varto depreminden dolayı buraya göç eden­ler yerleştirilmiştir. Daha yeni mahalleleri ise kuruluşları 199O’lı yıllardan sonra olan kuzeydoğudaki Yeşilyurt, kuzeydeki Zafer ve doğuya doğru gelişen Saray’dır. Şehrin belediye sınırları içinde önemli sanayi ku­ruluşu yoktur.[1983’te üretime geçen Muş Şeker Fabrikası belediye sınırları dışında­dır] Saray mahallesi içinde küçük bir sa­nayi sitesi vardır. 2005 yılı başlarında şehir yaklaşık 1100 hektarlık bir alana yayılıyor ve bu alan içinde on mahalle bulunuyor­du.

Şehirdeki en önemli eserler arasında yapım tarihi bilinmeyen kale ile Şeyh Mu-hammed Mağribî tarafından inşa edildiği söylenen Muş Ulucamii (XIV. yüzyıl) sa­yılabilir. 1571 tarihli vakıf defterinde bu camiden Ferhad Bey Camii diye de bah­sedilir. Cami, Ferhad Bey’in Muş sancak beyliği sırasında tamir ettirildiği için onun adıyla anılmış olmalıdır. Ayrıca gü­nümüzde Hacı Şeref Camii diye anılan mescidin 1571’de de adı geçer. Hacı Şe­ref, muhtemelen Selçuklu döneminden kalma bir camiyi ihya ederek vakıflar tah­sis etmiştir. XVIII. yüzyıldan kalan Alâeddin Camii ile Selçuklu devrine ait Aslanlı Han diğer önemli âbidelerdir.

Muş şehrinin merkez olduğu Muş ili Er­zurum, Ağrı, Bitlis, Batman, Diyarbakır ve Bingöl illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçe dı­şında Bulanık, Hasköy, Korkut, Malazgirt ve Varto olmak üzere beş ilçeye ayrılmıştır. 8059 km2 genişliğindeki Muş ilinin 2000 yılında yapılan sayıma göre nüfusu 453.654, nüfus yoğunluğu ise elii altı kişi idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2005 yılı istatistiklerine göre Muş’ta il ve ilçe mer­kezlerinde seksen beş, kasabalarda kırk dört ve köylerde 369 olmak üzere toplam 498 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı kırk birdir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski