Musahib Nedir, Osmanlıda Musahiblik Görevi, Hakkında Bilgi

Musâhib. Osmanlı sarayında padişahın yanında bulunan ve bîr nevi danışmanlık yapan görevli.

Sohbet kökünün “mufâale” kalıbından türeyen musâhib kelimesi “sohbet ehli kimse, arkadaş, dost” anlamına gelir. Os­manlı saray teşkilâtında saraydaki görev­liler içinde vezir ve beylerbeyilerinden pa­dişaha danışmanlık yapan, kişiliği ve bil­gisiyle temayüz ederek ona arkadaşlıkta bu­lunanlar İçin kullanılmıştır. Daha çok eğ­lence arkadaşı, şiir ve şarkı söyleyerek pa­dişahın hoş vakit geçirmesini sağlayan ne­dimden farkı resmî bir özellik taşıması, devlet işlerinde, iç ve dış meselelerde gö­rüşlerine başvurulan bir görevli olmasıdır. Bununla birlikte her iki kelimeye aynı mâ­nayı yükleyen ifadelere de bazı kaynaklar­da rastlanır. Burada temel olgu her ikisi­nin de padişahı özel olarak eğlendiren ve bilgilendiren kimseler olmasıdır. XVI. yüz­yıl sonlarında Osmanlı tarihçisi Selanik! res­mî görevli unvanı ile Celâl Bey’den musâ­hib şeklinde söz ederken III. Murad’ı eğ­lendiren, türlü maskaralıklar yapan cüce Nasuh’u nedim olarak anar. Koçi Bey de devlet işlerine karışan nedimlerden bahseder.

XV. yüzyıla ait ilk Osmanlı kroniklerinde ve Fâtih Kanunnâmesi’nde musâhib keli­mesine rastlanmaz, ancak XVI. yüzyıl kay­naklarında bu tabir geçer. Lutfı Paşa’nın, “Mülûk nedimsiz ve musâhibsiz olmaz, am­ma … mesâlih-i halka karışmamak gerek­tir” ifadesi bu duruma açıklık kazandırır. Burada onların devlet iş­lerine karışmaması gerektiği belirtilir. Bu­na göre resmî bir görevli olarak değil pa­dişahın yakınında hoşsohbet, şahsî işlerin­de ona yardımcı bir şahsın mevcut olduğu söylenebilir. Daha önce Yıldırım Bayezid’in kaynaklarda “mashara” adıyla zikredilen bir kulunun nedim veya musahibe benzer bir konumda bulunduğu ve padişah üze­rinde etkili olduğu anlaşılır.

Yavuz Sultan Selim’in yakın adamı ve Ho­ca Sâdeddin Efendi’nin babası Hasan Can Çelebi’nin de böyle bir hizmet gördüğü bi­linmektedir.

Bu durum, anlam ve görev itibariyle ne­dim ve musâhib arasındaki ince çizginin henüz tam olarak birbirinden ayırt edil­memiş olduğuna işaret eder. Ancak XVI. yüzyılda aradaki fark giderek belirginleş­miş olmalıdır. Nitekim bu yüzyılın sonlarında Âlî Mustafa Efendi padişahların maiyetinde emsali az bulu­nur, dili fasih ve edip bir musahibin bulun­masının gereğine işaret ederek bu kişinin evliya ve enbiya tarihini, hükümdarlar soh­betini bilen, devlete ve saltanata zarar ve­ren hususları açık dille ve güzel misallerle padişaha anlatan, ilmî sohbetlere önem veren, hak ve hukuka riayetkar, kimseye kini, garazı olmayan, kerem sahibi, hare­ketleri Ölçülü, makam hırsına kapılmayıp mazlumları koruma, zalimlere haddini bil­dirme hususunda padişaha sağlıklı bilgi­ler veren bir kimse olması gerektiğini be­lirtir. Bu ifadeler, musâhibliğin resmî bir nitelik kazan­dığını ortaya koyduğu gibi hangi alanlara yönelik bir görev haline geldiğini de gös­terir.

Osmanlı sarayında özellikle III. Murad dönemiyle birlikte padişahların meşrep, şahsiyet ve seviyelerine göre değişik rüt­be ve işlevlerde musâhiblerin çoğaldığı dik­kati çeker. Bu dönemden itibaren musâ­hib kadınların da ortaya çıktığı bilinmekte­dir. XVI. yüzyılda Râziye ve Canfedâ, XVII. yüzyılda Şekerpare kaynaklarda adlan ge­çen musâhib kadınlardır. XVII. yüzyılda ağalar ve saraylı ka­dınlar nüfuzunun arttığı dönemde musâ­hiblerin sayısı ve gücü çoğalmıştır.

Musâhiblik özel bir görev olmakla birlik­te idarî ve ilmî görevlilerden seçilen musâhibler çeşitli sorumluluklar üstlenirdi. Ni­tekim III. Murad’ın musahibi Mehmed Pa­şa 996’da (1588) sikke ıslahıyla görevlen­dirilmiş, fakat daha fiilen işe başlamadan kapıkulu süvarilerinin isyanı yüzünden Def­terdar Mahmud Paşa ile birlikte öldürülmüştür.

Sarayda cüce, dilsiz ve siyah hadım ağa­larından seçilmiş musâhibler de vardı. Bu tür musâhiblerin sayısı III. Murad zama­nında olduğu gibi bazan artmıştır. Musâ­hiblerin görüş ve tavsiyeleri padişahlar üze­rinde çok defa etkili olurdu. Zaman zaman siyasî meselelere karışır, idarecileri zor du­rumda bırakırlardı. III. Murad dönemin­de musâhib cücelerin ve kadın musâhib­lerin bazı menfaatler karşılığında özellikle tayinlerde aracı olmaları dönemin tarihçilerince ağır şekilde eleştirilmiştir.

Padişahlar musâhiblerini kendileri se­çer, istedikleri zaman da bu hizmetten af­federlerdi. III. Murad’ın musâhiblerinden Şemsî Ahmed Paşa ile Beylerbeyi Mehmed Paşa; IV. Murad’ın musâhibleri Silâhdar Mustafa Paşa, Emîrgûne oğlu Yûsuf, De­li Hüseyin Paşa ve IV. Mehmed’in veziri ve damadı Musâhib Mustafa Paşa tanınmış şahsiyetlerdir. Özellikle Musâhib Mustafa Paşa, IV. Mehmed’İn dostluğunu ve gü­venini kazanarak uzun süre idarî ve siyasî olaylarda etkili olmuştur. IV. Mehmed dö­nemi tarihçisi Abdurrahman Abdi Paşa onun faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi verir. Mustafa Paşa’nın IV. Mehmed’e iki mükemmel küheylânı pîşkeş olarak sun­duğunu, padişahın çeşitli kimselere yap­tığı hirat-i fâhire, samur kürk gibi ihsan­ları onun vasıtasıyla gönderdiğini, 28 Mu­harrem 1077’de (31 Temmuz 1666) musâ­hib iken kendisine vezirlik rütbesinin tev­cih edildiğini yazar. Ayrıca Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin uzun süre IV. Mehmed’in musâhibliğini yaptığı bilinmektedir. Bestekâr Vardakos­ta Ahmed Ağa, Hacı Sâdullah Ağa, Hacı İzzet Şâkir Ağa III. Selim’in, Hamâmîzâde İsmail Dede Efendi II. Mahmud’un musâ­hibleri idiler. Bu makam 1834’te lağvedi­lip musâhiblerden Abdi ve Said beylere ka-pıcıbaşılık verilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski