Musibet Nedir, Kuranda, Ayetleri, İslamda Anlamı, Hakkında Bilgi

Musibet. Sözlükte “ansızın bastıran yağmur” an­lamındaki savb kökünden türeyen ve “bir şeyin hedefine ulaşması, birinin payına düşmesi” mânasına gelen isabet masdarından isim olan musibet, “insanın genel­likle kendi iradesi dışında ve beklemediği şekilde karşılaştığı durum” demektir. Da­ha çok hastalık, kıtlık, zarar ziyan, yangın, deprem gibi âfetler, sevilen birinin ölümü vb. ağır sıkıntı veren şeyler için kullanılır. Cürcânî musi­beti “insanın tabiatına uymayan şey” diye tanımlamış ve buna ölümü örnek göster­miştir. Ya’-küb b. îshak el-Kindî’den itibaren pek çok İslâm âliminin benimsediği anlayışa göre ölüm de dahil olmak üzere musibetler ha­yatın bir parçasıdır, tabii ve kaçınılmaz ger­çeklerdir. İnsanın hiçbir musibetle karşı­laşmaması için hiç var olmaması gerekir. Çünkü musibetler değişme ve bozulma ni­teliği taşıyan şeylerin değişmesinden, bo­zulmasından ileri gelmektedir. Eğer dün­yada bozulma olmasaydı varlık da olmaz­dı. Musibetlerin olmamasını istemek ta­biattaki oluşma ve bozulma kanununun ortadan kalkmasını istemek olur ki bu da imkânsızdır.

Musibet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de on âyette geçmektedir. Ayrıca altmış dört yerde ölüm, fitne, kötülük, belâ, yaşlılık, azap; aşırı susuzluk, yorgunluk ve açlık gi­bi olumsuzlukların başa gelmesini ve iyi­lik, ilâhî lütuf, rahmet gibi olumlu durum­larla karşılaşmayı ifade etmek üzere mu­sibetle aynı kökten gelen fiiller kullanılmış­tır. Bakara sûresinde (2/155-157) Allah’ın in­sanları korku, açlık, mal, can ve ürün kay­bı gibi musibetlerle sınamaya tâbi tuttu­ğu belirtildikten sonra bu tür musibetler karşısında, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyerek sabır ve metanetlerini kanıtlayanlar Allah’ın lü­tuf ve rahmetiyle müjdelenmekte ve bun­ların doğru yolu bulmuş oldukları bildiril­mektedir. Hz. Peygamber musibete uğra­yanları yukarıdaki âyetlerin, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve muhakkak O’na dönece­ğiz” [İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn] kısmını okuyarak teselli etmelerini müslümanlara öğütlemiş, bu sebeple yakınlarını kaybe­denlere taziyede bulunurken bunun okun­ması âdet haline gelmiştir.

Bazı âyetlerde her türlü musibetin bir kitapta yazılı olduğu [Tevbe 9/50-51; Hadîd 57/22] musibetlerin Allah’ın izniyle gerçekleştiği [Tegâbün 64/11] bildirilir­ken bazısında musibetler insanın kendi fi­illerinin bir sonucu olarak gösterilmekte­dir.[meselâ bk. Al-i İmrân 3/165; Nisâ 4/62;Kasas 28/47] “Başınıza gelen her musibet kendi yaptıklarınız yüzündendir; kaldı ki O birçoğunu bağışlar” mealindeki âyet [Şûrâ 42/30] ikinci tür âyetlerin özeti mahiyetindedir. Nisa sûresinin 78. âyetinde iyilik ve kötülük olarak insanların başına gelenlerin hepsinin Allah’tan oldu­ğu bildirilirken 79. âyette, “Sana gelen iyi­lik Allah’tandır, başına gelen kötülük ise kendindendir” buyurulmuştur. Müfessirler, bu farklı ifadeleri kader kavramı çerçeve­sinde musibetlerin genel yaratma fiili açı­sından Allah’a; irade ve ihtiyar, esbaba te­vessül, kesb ve hak ediş gibi beşerî etken­ler açısından kula ait olduğu şeklinde açık­lamışlardır.

Musibet kelimesi ve aynı kökten türe­yen çeşitli fiil ve isimler hadislerde de sıkça geçmektedir. Hadis mecmualarında mu­sibetten dolayı üzüntü duymanın, göz ya­şı dökmenin günah olmadığını; feryat ve figan etmek, dövünmek, üstünü başını yırtmak, sürekli halinden şikâyet etmek gibi taşkınlıklardan sakınmak gerektiğini bildiren ve metanetli olmayı öğütleyen ha­dislerin yer aldığı bölümler bulunmaktadır  Resûlullah’ın, oğlu İbrahim’in vefatı sırasında ağlamasını yadırgayan bazı sahâbîlere, “Bu bir şefkattir; kalp üzülür, göz yaş döker; ancak bizim ağzımızdan rabbimizin razı ol­mayacağı hiçbir söz çıkmaz” demesi musibetler karşısında üzülüp ağlamanın sakıncasının bulunmadığına delil olarak gösterilir. Ayrıca hadislerde en büyük mu­sibetlerle peygamberlerin karşılaştığı Allah’ın sevdiği kul­larını zaman zaman musibetlerle imti­han edeceği belirtilmekte ve musibetlere sabredip çekilen acılar karşısında Allah’­tan ecir beklemenin faziletine işaret edil­mektedir. Yorgunluk, hastalık, tasa ve kederden aya­ğına diken batmasına kadar müslümanın başına gelen her türlü musibetin günah­lara kefaret olacağı müjdesi verilmektedir. Hadislerde ayrıca musibete uğrayanların teselli edilmesi, acı­larının paylaşılması ve yakınlarını kaybe­denlere taziyede bulunulması tavsiye edil­mektedir.

Gazzâlî, İhyâ’ü ulûmi’d-dîn’in ana bö­lümünden biri olan “Sabır ve Şükür Kitabı’nda (IV, 72-73) insanın üstesinden gele­meyeceği musibetlere sabretmesini sab­rın en yüksek derecelerinden biri olarak zikreder. İnsanın musibetlerden korun­maya çalışması ve uğradığı bir musibet­ten kurtulmak istemesi, kurtulamaması halinde üzüntü ve acı duyması, göz yaşı dökmesi tabii bir durumdur. Ondan iste­nen önlenebilir musibetlere katlanmak de­ğil musibetten korunma yönünde önlem almak, başa gelen bir felâketten kurtul­mak için her türlü çabayı göstermek, kur­tulma imkânı bulunamaması halinde du­rumu sabır ve metanetle karşılamaktır. Mâverdî de Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn ad­lı eserinin “Sabır ve Tahammülsüzlük” baş­lıklı bölümünde musibetleri kolaylıkla atlatmanın ve acılarını hafiflet­menin yollarını göstermiş, tahammülsüz­lüğün musibetlerden doğan acıları daha da arttıracağını belirtmiştir. Ona göre musi­betler karşısında sabırlı ve metanetli dav­rananlar onlardan daha çabuk kurtulabi­lir. Musibet hakkındaki âyet ve hadislerle İslâm âlimlerinin görüşleri değerlendiril­diğinde bunlarda musibetlerin insanları eğiten, olgunlaştıran, onlara hayatın ağır sıkıntıları karşısında dahi tahammül gücü ve iradesi kazandıran rolüne dikkat çekil­diği görülmektedir. Özellikle tasavvuf dü­şüncesinde belâ ve musibetlerin bu olum­lu yönüne önem verilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski