Musiki / Müzik İslamda, Haram mı, Hükmü, Hakkında Bilgi

Klasik fıkıh literatüründe mû­sikiyi tam olarak karşılayacak Arapça bir kelime bulunmamakla birlikte güzel sesle yapılan hemen bütün icralar sözlükte “se­si yükseltmek; bir sözü mırıldanmak; şar­kı, türkü, gazel, kaside vb.ni heyecan veri­ci bir tarzda söylemek, okumak” anlamı­na gelen gına ve bu icraların dinlenilmesi semâ’ ile ifade edilir; gına ve tegannî ke­limelerinin çalgı aletlerini kapsayacak bi­çimde kullanımlarına da rastlanır. İhvân-ı Safâ’nın mûsiki ve gına kelimelerini birbi­rinin yerine kullanması ve Gazzâlî’nin gına­nın en genel vasfının “hoş ses” olduğunu söylemesi de gınanın bugün müzik adı ve­rilen icraları büyük ölçüde ilgilendirdiğini göstermektedir. IV. (X.) yüzyıldan sonra lalının çoğulu olan elhân kelimesinin mû­siki anlamında kullanımı yaygınlaşmıştır. Klasik fıkıh literatüründe yer alan mûsikiyle ilgili diğer belli başlı kavramlar şun­lardır: Melâhî, lehv, meâzif, hudâ (hıdâ), nasb, hezec, sinâd, tağbîr (tağyîr), tağrîd, neşîd, inşâd, nihâye, savt, terennüm, ed­var, şiir, tilâve. Kaynaklardaki bilgiler, İslâm’dan önce sanatkârane şarkının mevcut olduğunu ve teganniyi meslek edinen kadın okuyucu­lar vasıtasıyla geliştiğini göstermektedir. Ancak meslekten muganniyeler hakkında “câriye” demek olan kayne (çoğulu kıyan) kelimesi kullanılır, ayrıca bunlardan dâcine, mudcine, karine diye de söz edilirdi. Mugannî kelimesi, heyecan verici bir şekilde çekip kırarak ve uygunsuz işleri kapalı ve­ya açık biçimde teşvik suretiyle inşad eden kimseler için kullanılırdı. Çalgı aletlerinin isimleri de gına ile irtibatlı kavramlardan olup genellikle bu aletlerin “melâhî” kelimesiyle ifade edil­diği, her tür içinde farklı isimlerle anılan aletler bulunmakla birlikte telli çalgıların veter çoğulu evtâr, vurmalı çalgıların kûb, üflemeli çalgıların mizmâr diye adlandırıldığı görülür. Hadislerde yer alan mûsi­kiyle ilgili temel kavramlar “gına, meâzif” ve “mezâmîr”dir. Mi’zefin çoğulu olan meâzifin zaman içinde farklı türden çalgı aletleri, mizmânn çoğulu olan mezamirin ise daha çok üflemeli aletler İçin kullanıl­dığı bilinmektedir. Fakat bazı hadislerde mezamirin sesli icrayı ve genel olarak çalgı aletlerini ifade ettiği görülür. Ayrıca hadislerde telli çalgılardan barbat, kîr, gubeyrâ ve kinînin, üflemeli çalgılardan zemmâre ve sancın, vurmalı aletlerden def, tabi, girbâl, ceres, halhal ve celâcilin adlan geç­mektedir.

İslâm âlimlerince etraflı biçimde tartı­şılan gınanın ve çalgı aletlerinin hükmü konusunda müstakil çalışmalar yapılmış ve geniş bir literatür oluşmuştur. Nüveyrî’nin Nihâyetü’l-ereb’ınde gına meselesi­nin hemen bütün yönleriyle incelendiği bir bölüm bulunmaktadır. Gazzâlî de evliyadan Ebü’l-Hasan el-Askalânî el-Esved’in gınaya karşı çıkan­lara reddiye olmak üzere kaleme aldığı bir eserden söz eder.

Bazı müellifler, az sayıdaki istisnalar dı­şında İslâm âlimlerinin gınayı kerih haram veya mekruh görme hususunda fikir birli­ği içinde olduğunu ifade ederken bazıları, içlerinde sahabe ve tabiîn âlimleriyle mez­hep imamlarının da bulunduğu birçok ki­şinin semâı mubah saydığını belirtir ve on­lardan gına dinleyenlerin isimlerini verir. Ekollerden ve aynı ekole mensup âlimler­den farklı görüşlerin ve çelişkili rivayetle­rin aktarılmış olması, lehte ve aleyhteki görüşlerin âyet ve hadislerle ve Selef uy­gulamasıyla desteklenmesi, ayrıca gınanın çalgı eşliğinde olup olmamasına ve kulla­nılan çalgının türüne göre farklı değerlen­dirmelerin yapılması bu konuda kesin bir so­nuca ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Gına ve semâm meşruiyetiyle ilgili tavırlarda, dinî mûsikiyle din dışı mûsikinin ve bunların kendi içindeki türlerinin birbirinden ayırt edilmesi özel bir önem taşımakla birlikte birçok tartışmanın bu ayırımları netleş­tirmeden yapılmış olması da konuya iliş­kin kanaatlerin sağlıklı biçimde tesbiti açısından ciddi bir engel teşkil etmekte­dir. Dinî mûsiki kapsamında ele alman başlıca meseleler Kur’ân-ı Kerîm, ezan, na­maz sonrası teşbih ve tehliller, mevlid-i nebî vb.nin nağmeli ve makamlı olarak okunmasıyla tasavvuf çevrelerinde görü­len semâ ve raks gibi uygulamalardır. Din dışı mûsikinin türlerinde kanaatleri etkileyen temel âmil ise müziğin amacı, biçimi ve ortaya çıkardığı sonuçlardır.

Fıkıh kitapları yanında konuyu özel ola­rak ele alan eserlerde dört mezhep ima­mının genellikle gınayı ve bunu dinleme­yi tasvip etmediği yönünde nakiller yapıl­makta, mezhep âlimlerinin de bunu gü­nah [mâsiyet, fısk] haram, harama yakın mekruh veya mekruh diye nitelediği be­lirtilmektedir. Bununla birlikte İmâm Şa­fiî’nin gınayı mubah, hatta bir kısım Şâfiî-ler’in bazı durumlarda mendup saydığı, yine bir kısım Hanefî meşâyihinin ve Han-belî fakihinin gınayı mutlak olarak mubah gördüğü, ayrıca Medineli âlimlerin gına konusunda nisbeten ılımlı görüşlere sa­hip olduğu kaydedilmektedir. Düğünde ve savaşta def ve davul çalınması dışında çal­gı aletleri hakkında genellikle olumsuz bir tavır söz konusudur. Zahiriyye mezhebine göre gına ve çalgı alet­lerinden yararlanmak mubahtır. Gınanın haramlığı hakkında sahih bir hadisin bu­lunmadığını söyleyen İbn Hazm bu konu­daki kanaatini özetle şöyle açıklar: Amel­ler niyetlere göredir. Kim müziği günah iş­leme amacıyla dinlerse günahkâr olur; Al­lah’a kulluk davranışlarını güçlendirmek ve kendini hayır işlerine yönlendirmek maksadıyla dinlerse itaat ve ihsan üzere­dir, bu fiili de dinin tasvip ettiği işlerden­dir. İsyan veya taat niyeti taşımadan yap­tığında ise bunun olumlu veya olumsuz bir hükmü yoktur; kişinin bahçesinde ge­zinti yapması, elbisesini istediği renge bo­yaması gibi işlenmesi serbest fiillerdendir.

Gınayı haram veya mekruh görenlerin dayandığı belli başlı deliller ve bunlara ve­rilen cevaplar şöylece özetlenebilir:

1. Bazı sahabe ve tabiîn âlimlerine nisbet edilen yoruma göre, “İnsanlardan öyleleri var ki Allah’ın yolunu -âyetlerini- alay konusu ya­parak halkı sinsice O’nun yolundan saptır­mak için söz eğlencesini satın alır. Küçük düşürücü azap işte bunlar içindir” [Lok­man 31/6] mealindeki âyette geçen “lehve’l-hadîs [söz eğlencesi, eğlendirici sözler] ifa­desiyle gına kastedilmektedir. Bu yorumun taraftarlarına göre âyet, Nadr b. Haris ad­lı şahsın Fars memleketlerine ticaret için gittiğinde oradan şarkıcı kadınlar getire­rek insanları Hz. Peygamber’in etrafından uzaklaştırmaya çalışması üzerine nazil ol­muştur. Ayrıca bir hadiste yer alan bir atıf da bunu destek­lemektedir. Şu halde Kur’an’a alternatif olma ve ona ihtiyaç bırakmama amacı ta­şıyan her şey gmâ olup “lehve’l-hadîs” kap­samına girer ki gına da “istiğna” ile aynı kökten gelmektedir. Diğer bir yoruma göre ise lehve’l-hadîs “masal, asılsız sözler ve hurafeler anlatmak” de­mektir; âyetin iniş sebebi de adı geçen şahsın Fars memleketlerinden hikâye ki­tapları satın alarak Kureyşliler’e okuması ve insanları Kur’an’ı dinlemekten alıkoy­maya çalışmasıdır. Karşı görüş sahipleri daha çok bu yorumu ve rivayeti esas alıp söz konusu hadisin zayıf olduğunu belirtir­ler. Ayrıca âyette doğrudan gınayı yasak­layan bir anlam bulunmadığına ve eleşti­rilen davranış Allah yolundan saptırmak ve onu alaya almak için çaba harcamak ol­duğuna göre ister gına isterse başka şey olsun bu amaçla yapılan her şeyin, hatta mushaf satın alma veya Kur’an okumanın bile aynı hükümde olacağını ifade ederler.

2. İbn Abbas’tan, “Siz, ağlayacak yerde du­dak bükerek ve istihza ile gülerek bu söze mi -Kur’an’a- hayret ediyorsunuz! [Necm 53/59-61] mealindeki âyette geçen “sâmidûn” kelimesinin Himyerîce’deki kök anlamının “gına” olduğu nakledilmiştir, do­layısıyla âyette gına kötülenmektedir. Gaz­zâlî, bu bilgiden hareketle gınanın yasak­landığı sonucunun çıkarılamayacağını, ak­si takdirde âyette geçen ve kınanan gülme fiilinin de yasak olması gerekeceğini, nor­malde gülme haram olmadığı halde Kur­’an’ı hafife alarak gülme nasıl haramsa ay­nı şekilde Kur’an’ı hafife alan veya ondan uzaklaştıran gına ve şiirin de haram oldu­ğunu söyler. Bunu desteklemek üzere, “Şa­irlere ancak azıtmışlar uyar” mealindeki âyetten de [Şuarâ 26/224] bizzat şiir yazmanın haramlığı sonucuna varılama­yacağını, zira burada inkarcıların şairleri­nin kastedildiğini ilâve eder.

3. Enfâl (8/35), İsrâ (17/64, 81), Furkân (25/72), Kasas (28/55], Zümer (39/23) ve Nâziât (79/40-41) sûrelerinin âyetlerinden de gına aleyhine anlamlar çıkaranlar ol­muş, karşı görüş sahiplerince bunların doğrudan gına ile ilgili olmadığı belirtil­miştir.

4. Müzik karşıtları görüşlerini des­teklemek için birçok hadisi delil gösterir­ler. Bunların başında, “Ümmetim içerisin­de gayri meşru ilişkiyi, ipeği, şarap ve me-âzifı helâl sayan bir grup olacaktır” mea­lindeki hadis gelir. Fa­kat hadiste geçen “meâzif” kelimesinin izahı hususunda görüş birliği bulunma­maktadır. Karşı görüş sahipleri bu hadis­lerin çoğunun zayıf olduğunu, sahih olan­ların da bizatihi gınayı değil birçok hara­mın işlendiği içkili, kadınlı eğlenceleri ya­saklama anlamı taşıdığını belirtmişlerdir.

Öte yandan gınanın haram olduğu fik­rine karşı çıkanlar, bu hususta âyet veya sahih hadis olmadığını belirterek aslî ibâha ilkesine dikkat çekerler; ayrıca yeryü­zündeki her şeyin insanın emrine verildi­ğini bildiren, güzelliklerden yararlanmayı serbest bırakan yahut teşvik eden âyet ve hadisleri delil olarak zikrederler. Bu grup­taki âlimlerden Gazzâlî semain (gına dinle­me) mubahhğını usul açısından şöyle açık­lar: “Müzik dinlemek haramdır demek Al­lah müzik dinleyen kişileri cezalandıracak demektir. Bu ise sırf akılla bilinebilecek bir husus değildir. Şu halde bu hususta nas-lara veya naslara dayalı kıyaslara başvur­mak gerekir. Eğer bu konuda nas ve nassa kıyas yoluyla ulaşılan doğru bir sonuçlama yoksa müzik dinlemenin haramlığı iddiası boşa çıkmış olur. Gazzâlî daha sonra ölçülü olsun veya ol­masın güzel sesi dinleme, dinlemenin din­leyici üzerinde bıraktığı etki ve dinleyiciyle ilgili hususları açıkladıktan sonra semain mubah olduğunu belirtir; karşı görüşte olanların gerekçelerini tek tek ele alarak cevaplandırmaya çalışır. Bu konuda geniş bir değerlendirme yapan Mâlikî fakihi İbnü’l-Arabî gınanın âlimlerin çoğuna göre gönülleri coşturan bir eğlence olduğunu, gerek Kur’an’da gerekse Sünnet’te bunun haramlığına dair bir delil bulunmadığını, hatta sahih bir ha­diste gınanın mubahlığına dair delil oldu­ğunu ifade eder. Bu hadisle ilgili açıklama­sı şöyledir: Hz. Ebû Bekir, bir defasında Hz. Âişe’nin evine girip orada iki cariyenin şarkı söylemekte olduğunu görünce onla­rı azarladı; bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Onlara ilişme ey Ebû Bekir, bugün bay­ram günüdür” dedi. Eğer gı­na haram olsaydı Resûlullah’ın evinde ic­ra edilmezdi. Hz. Ebû Bekir görünen du­ruma bakarak buna karşı çıkmış, Hz. Pey­gamber ise gönüllerin dinlendirilmesi hu­susunda yumuşaklık ve ruhsat gözeterek onlara ilişmemiştir. Çünkü her gönül sü­rekli olarak ciddiyeti taşıyamaz. Resûl-i Ekrem’in gınanın serbestliğini bayram gü­nü ile jiletlendirmesi bunun sürekli olarak yapılmasının mekruh olduğunu, fakat bay­ram, düğün gibi sebeplerle buna ruhsat verileceğini göstermektedir. Sonuç olarak gınanın haramlığı konusunda rivayet edi­len bütün hadisler sened ve yorum bakı­mından çürük olduğu gibi bu konuda ge­tirilen âyet yorumlan da sağlıklı değildir.

Hacca teşvik ve hacıları coşturmak, sa­vaşa katılacakları cesaretlendirmek gibi özel amaçlarla veya doğum, sünnet mera­simi gibi sevinç günlerinde söylenen gına­nın mubah, hatta bir kısmının mendup ol­duğu hususunda genel bir kabulden söz etmek mümkündür. Bazıları bunların ce­vazı için belirli çalgıların kullanılmaması şartına yer verir. Gınanın müstehcenliğe alet edilmemesi, başka haramlara yol aç­maması, sözlerinin genel ahlâka ve din İl­kelerine aykırı olmaması, vaktin çoğunu iş­gal eden bir meşgale haline getirilmeme­si gibi şartlar ise üzerinde fikir birliği bu­lunan hususlardır.

Lehinde ve aleyhinde zikredilen gerek­çeler değerlendirildiğinde gınanın mutlak olarak yasaklanmadığı, belli kayıtlarla mu­bah sayıldığı, ancak diğer mubahlar gibi bunun da haramın işlenmesine vesile ya­pılmasına karşı çıkıldığı görülmektedir. Fa­kat gerek sahabe ve tabiîn gerekse müc-tehid imamların şarkı ve çalgı aletleri konusunda genellikle olumsuz bir tutum içinde oldukları, nikâh, düğün, velîme gi­bi sevinç zamanlarında veya yol sıkıntıla­rını azaltmak yahut ıssız bir ortamın yol açtığı tedirginliği gidermek gibi mâkul se­beplerle izin verdikleri dikkate alınırsa, En­dülüslü bilginlerden İbn Hazm ve İbnü’l-Arabî’nin ve diğer bazı hadisçilerin çalgı aletleri aleyhine rivayet edilen hadisleri hadis rivayeti teknikleri açısından zayıf ve hatta bir kısmını uydurma olarak nitele­melerini ihtiyatla karşılamak gerekir. Ni­tekim şarkı dinlemeyi mubah sayan İbn Hazm bile bundan uzak durulmasını da­ha faziletli görmüştür.

Gınanın hükmü konusundaki kanaatin hukukî ilişkiler alanına yansımaları daha çok şahitliğin reddine yol açıp açmama­sı, müzik aletlerini satmanın hükmü ve müzik aletlerini telef durumunda tazmin problemi gibi konularda ortaya çıkar. Şarkı söyleme ve dinlemeye olumsuz yaklaşan fakihler genel olarak bunun adalet vasfını etkileyeceği, dolayısıyla şahitliğin kabulü­nü engelleyeceği kanaatindedir. Bu sonu­ca ulaşırken de daha çok kendi dönemle­rindeki sosyal olgunun etkisiyle gınanın dinen yasak eylemlere (fısk) yol açması ih­timaline ağırlık verdikleri ve bunu meslek yahut meşgale edinenlerin umumiyetle toplum nazarında muteber sayılmayan iç­ki düşkünü kimseler olduğunu dikkate al­dıkları anlaşılmaktadır. Nitekim Kâsânî’-nin konuya ilişkin bir değerlendirmesinde mûsiki dinlemenin kalpleri incelttiği, an­cak onunla fısk yapmanın helâl olmadığı ifade edilmiştir. Fakihlerin çalgı aletlerine bakışının da bunların kendi dönemlerindeki işlevi ve harama yol açan eylemlere katkı sağlayıp sağlama­ması ile irtibatlı olduğu, dolayısıyla müzik ve eğlence araçlarının satımı ve tazmini konusunda görüş ayrılıklarının bulunduğu görülmektedir. Meselâ Ebû Hanîfe, barbat (ud), davul, mizmâr kaval, düdük, ney ve def gibi eğlence aletlerinin satımını -mek­ruh olsa da- caiz gördüğünden bunlara ve­rilen zararın tazmin edilmesi gerektiği, Ebû Yûsuf ve Muhammed ise bu satımın bâtıl olduğu ve tazmin sorumluluğunun bulunmadığı kanaatindedir. Şâfiîler, satım akdinin geçerli olabilmesi için satılan şeyin yararlanılabilir nitelikte bulunmasını şart koştukları ve müzik alet­lerinden elde edilen yararı da dinen yok saydıkları için oyun-eğlence aletlerinin konu edildiği alım satımları bâtıl kabul et­mişlerdir. Mâlikî ve Hanbelîler de aynı gö­rüşü benimsemiştir. İbn Hazm’a göre bu tür aletlerin satımı helâldir, dolayısıyla ve­rilen zararın tazmin edilmesi gerekir.

İslâm dini insanın yaratılışının gereği olan maddî / bedenî ihtiyaç ve istekleri ya­nında ruhî/ manevî, bedîî/ estetik ihtiyaç ve arzularını meşruiyet çerçevesinde kar­şılamasını mubah, hatta bazı durumlar­da vacip görmüş, diğer birçok meselede olduğu gibi mûsiki konusunda da ayrıntı­lı hükümler koymak yerine genel İlke ve amaçlan belirlemekle yetinmiştir. İslâm âlimleri tarafından bir ihtiyaç olup olma­ması yanında amacı ve sonuçlan itibariy­le tartışılıp değerlendirilen mûsikinin ce­vazı için dinin temel inanç, amel ve ahlâk ilkelerine aykırı olmaması, haramların iş­lenmesine yol açmaması, başkalarının hak­kını ihlâl etmemesi şart koşulmuş, zama­na ve somut olayın özelliklerine bağlı ay­rıntılar bakımından ise fıkıh ekolleri ara­sında farklı kanaatlerin ileri sürüldüğü bir konu olarak İslâm kültür tarihindeki yeri­ni almıştır. Dinin dolaylı şekilde ilgilendiği ve hüküm koyduğu mûsiki gibi konular bir bakıma kişinin dinî hassasiyeti ve ölçüleri içerisinde çözülebilecek nitelikte olduğun­dan öteden beri bunu bir tercih ve takva meselesi olarak değerlendirenler bulun­muştur. Fakat insanoğlunun kendini kont­rol altında tutmasının zorluğu, insan ta­biatının yasaklara temayülü, eğitimsiz ki­şilerin sübjektif ölçülerinin değişkenliği gi­bi sebeplerle bu gibi konularda birtakım objektif ölçüler getirilmesi ihtiyacı doğ­muştur. Esasen İslâm âlimlerinin konuy­la ilgili görüş ve tavsiyeleri de bu ihtiyacın sonucudur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski