Muska İslamda, Dinimizde Var mı, İslama Göre Hakkında Bilgi

Muska, bazı hastalık ve afet­lerden koruduğuna ya da bunları giderdi­ğine inanılarak üstte taşman, suda eritile­rek içilen veya yakılıp tütsülenen yazılı kâ­ğıdı ifade eder. Muskacılıkta muska yazan hocanın, muskaya malzeme teşkil eden ya­zı ve nesnelerin veya kendisi için muska hazırlanan kişinin etkinliği söz konusudur. “Ocakçılık” diye bilinen yöntem birincisine, muska için yazılan âyetler ve esmâ-i hüsnâ, muskanın yazıldığı kâğıt, mürekkep, mahfaza, tarih ve saati ikincisine, hakkında muska yazılan kişiyle ilgili astrolojik ve­riler üçüncüsüne örnektir. Muska değişik yöntemlerle hazırlanmakta olup ilki kâğıt vb. nesneler üzerine âyet ve dualarla ilâhî isimlerin, melek veya efsanevî kişi adları­nın, tılsımlı sözlerin, İbrânîce, Süryânîce ve Keldânîce yazıların yazılması, insan ve­ya hayvan figürleri ve yıldız işaretlerinin çizilmesi suretiyle hazırlanan muskalardır. İkincisi yapılış amacına uygun düşen âyet, dua, isim vb.nde geçen harflerin ifade et­tiği rakam değerlerinin (ebced hesabı] bel­li bir usulle karelere yerleştirilerek şekiller (vefk) oluşturulması biçimindedir. Kadîm kültürlerdeki inanca göre ebced harfle­riyle sayılar arasında gizli bir ilişki bulun­maktadır ve her harf tanrıya veya semavî güçlerden birine tekabül etmektedir. Do­layısıyla harflere yüklenen sayı değerleri kullanılarak elde edilen ebced hesabı sırri varlıklar dünyasıyla (meselâ cinler] ilişki kurmanın bir yolu olarak düşünülmüştür. Ebcedde yer alan yirmi sekiz harfin İlk do­kuzuna 1’den başlamak üzere tek hane­li, ondan sonra gelen onuna 10’arli, daha sonra gelen onuna 100’erli değerler yük­lenir, böylece son harfe 1000 değeri veri­lir. Meselâ insanları bir araya getirmek için “yâ cami'”, vesvese ve evhama kapı­lanları iyileştirmek için “es-selâm”, işlerin açılması ve iyi gitmesi için “yâ fettâh”, rız­kın çoğalması için “yâ rezzâk” isminden; insanları kötülüklerden korumak için Ayetü’L-kürsî, Muavvizeteyn gibi sûrelerle çe­şitli şifa âyetlerinden, bir şahsı celbetmek için onun ve annesinin adıyla bir araya ge­tirilmesi istenen kişinin ve annesinin ad­larından bir vefk oluşturulur. Bu amaçla misk ve za’ferandan yapılmış güzel kokulu mürekkep kullanılır. Muska hazırlanma­sındaki üçüncü yöntem, Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen risalede görüldüğü gibi yıl-dıznâme veya falname usulüdür. Bu yön­temde önce Arap alfabesinin işaret etti­ği sembolik anlamlardan oluşan falname­ler ve her birinin yazılışının etkili sayıldığı vakit ve saat cetvelleri düzenlenir, daha sonra bunlar bir torbaya konularak çekilir. Çıkan her harfin sembolize ettiği anlama göre hüküm çıkarılır.

Muskalar üçgen, dörtgen, kalp ve silin­dir biçiminde katlanarak en az üç kat ol­mak üzere muşambaya sarılıp dikildikten sonra boyuna veya koltuk altına asılır ya da belden yukarı ve ön tarafta elbisenin görünmeyen bir yerinde taşınır. Bazı yö­relerde üçgen şeklindekilere muska, dik­dörtgen ve silindir biçiminde olanlara “mut­lak” denilir. Üçgen iki muskanın birbirine geçmesinden altıgen şeklinde muskalar elde edilir. Aynı zamanda yahudilerin de sembolü olan altı köşeli yıldızın Hz. Süley­man’ın mührü olduğu ve muskacılıkta özel bir etkisinin bulunduğu kabul edilir. Mus­kanın özellikle Bektaşîler’de Hz. Fâtıma’-nın eli kabul edilen pençe-i âl-i abâ şeklin­de de düzenlendiği görülür. Üzerinde Âyetü’L-kürsî, Fatiha, İsrâ ve Kalem süreleriy­le “karınca duası” yazılı olan muskalara “boylama”, Allah’ın bin bir ismini kapsa­yan ve kötülüklerden korunmada manevî bir zırh kabul edilene “cevşen”, omuzdan bele doğru çapraz olarak asılana “hama-yil” (hamail, hamaylı), yazıları küçültülmüş dualardan oluşan kitapçık şeklindekine “en’âm” adı verilir. Muska karşılığında Ku­zey Afrika’da “hırz”, Doğu Arabistan’da “hamâye, hafız, ûze” gibi kelimeler kulla­nılır. Muskalar taşıyanın durumuna göre farklı mahfazalar içinde saklanır ve güçlü kuvvetli, yakışıklı, güzel insanlarla saralı, inmeli, cinler tarafından çarpılmış hasta­lara, ayrıca gösterişli at, koç, inek gibi hayvanlara takılır.

Muskalar genellikle büyünün bozulma­sı, iki kişi arasında muhabbet sağlanması, eşleri birbirine ısındırma veya soğutma, kısmetin açılması; sebebi belirsiz korku, baş ve karın ağrısı, sara gibi hastalıkların tedavisi; kıymetli şeylerin çalınmaktan ko­runması, yitiklerin bulunması; zararlı hay­vanlardan, eşkıya ve zorbalardan korun­ma, ziraat ve ticaretin hareketlendirilme­si gibi amaçlarla yapılır. Muskanın nazara karşı korunmak için takılması da söz ko­nusudur.

Kültürel bir miras olan muska ve mus­kacılık, ilâhî dinlerde önemli bir yere sa­hip bulunan duanın yozlaşmış şekli yahut hastalık ve kötülüklerle sebepleri arasın­da doğru ilişki kuramayan ilkel topluluk­ların bir yanılgısıdır. Câhiliye Arapları gizli güçlerin etkisini gidermek ve nazardan korunmak için boyunlarında “tebgîz, nüf-re, tencîs, temîme, nüşre, azâim, ta’vîz (ûze), tevele, hasûme” gibi adlar verilen muskalar taşıyor, hastaların başını veya ağrıyan organını tutarak okuyup üfleyen kâhin ve büyücülerin onlara sıhhat vere­ceğine inanıyorlardı. Câhiz, cinleri istihdam ederek {azâim) büyü yapan veya yapılan büyüleri bozan kişilerden söz eder. Cevâd Ali ise Araplar’ın en çok tevele (muhabbet) ve nüfre (nef­ret) muskaları yaptırdıklarını bildirir.

Uygurlar’ın, yanında taşıyana saadet geti­receğine, baş ağrısına iyi geleceğine, hay­vanların toplu ölümlerine mani olacağı­na inanılan tılsım çeşitlerini kullandıkları Türkmenler’in ve Baraklar’ın yaşadıkları yerlerde tılsım izlerine rastlandığı; muskalarda eski Uygur ve Gök­türk alfabelerindeki harflere benzer harf­lerin kullanıldığı görülmekte, bu geleneğin Doğu Türk lehçelerinde “arvıç, arbıç, arbav” şeklinde adlandırıldıği; “arbavcı” adı verilen kişilerin yılan sokmuşlara okudu­ğu, samanların “yada” adı verilen yağmur taşı ile yağmur yağdırdıklarına inanıldı­ğı bilinmekte ve arkeolojik kazılarda elde edilen malzemelerde nazarlık, muska, tıl­sım gibi inançların izlerine rastlanmakta­dır.

İslâm kültüründe muskacılık, fetihler so­nucu yeni müslüman olan kitlelerin farklı inanç ve geleneklerinin tesiriyle yeni şekil­ler kazanarak yaygınlaşmıştır. Başlangıç­ta Ca’fer es-Sâdık ve Câbir b. Hayyân gibi âlimlere nisbet edilen uygulamalar sebe­biyle sadece ŞİÎ ve Batınîler arasında gö­rülürken ilk Mutezile ulemâsının muhalif görüşlerine rağmen zamanla Sünnîter’e de geçmiş, müneccimler ve cinci hocalar İslâm âleminin her tarafında ortaya çık­maya başlamıştır. Tabiatta görülen garip olayları bazı insanların psikolojik yapıları­nın (nefis) özel bir fıtrata sahip olması, unsurî cisimlerin özellikleri ve gök kuvvetleriyle yer cisimlerinin mi­zaçları arasındaki etkileşim olmak üzere üç sebebe bağlayan İbn Sînâ sihri birinci­sine, mucize ve kerameti ikincisine, tılsımı üçüncüsüne örnek gösterir. Havâtîm, azâim, rukye ve duhân gibi yöntemlerden söz eden İbnü’n-Nedîm, bazı filozof ve medyumların yıldızlara bakarak tılsımlar yaptığını kay­detmekte, tılsımı ak sihir ve kara sihir diye ikiye ayırmaktadır. Fahreddin er-Râzî sihri sekiz çeşide ayırmakta, sihirbazlar içinde güçlü nefis­lere sahip olanlardan, ayrıca nesnelerin ha-vassından ve yer ruhlarının (cinler) kulla­nılması suretiyle yapılanlarından söz et­mekte, İbn Haldun ise yıldızlardan yardım alarak ya­pılana tılsım, doğrudan nefsânî yetenek­lerle yapılana da sihir dendiğini yazmakta­dır. Bazı Batı’lı araştırmacılar Gazzâlî’nin de bir tür muska çeşidi olan “bedûh”tan söz ettiğini ve onun denenmiş etkisini benimsediğini kaydetmekte ise de bu iddia tamamen yersizdir.

Muskacılık konusunda eser verenlerin başında Keldânî ilim ve kültürünü yaşat­mayı amaç edinmiş bulunan, eserlerinde ağırlıklı olarak sihir, tılsım ve simya gibi konuları işleyen, fakat gerçek veya haya­lî bir şahsiyet olduğu konusu tartışılan İbn Vahşiyye gelmektedir. İkinci isim Ahmed b. Hilâl’dir. Bu konuda her ikisinin de Kitûbü’r-Rukâ ve’t-teâvîz adlı eserinin bu­lunduğu kaydedilmektedir. Daha sonra Ğayetü’l-hakîm ve ehakku’n-netîceteyn bi’t-taczîm adlı eseriyle Mesleme b. Ahmed el-Mecritî, Şemsü’l-ma’-âriü’l-kübrâ isimli kitabıyla Ahmed b. Ali el-Bûnî, Şümûsü’l-envâr ve künû-zü’I-esrâri’î-kübrâ’sıya İbnü’l-Hac et-Tilimsânî zikredilebilir. Şem-sü’l-macârifi’l-kübrâ ile Şümûsü’l-envâr ilâhî isim ve sıfatlarla çeşitli zikir ve dua­ların esrar ve havassı üzerine kurulmuş­tur. Ayrıca Süleyman el-Hüseynî’nin Ken-zü’1-havâs ve Keyfiyyet-i Celb ve Tes-hîr adlı Türkçe eseri bu­lunmaktadır. Bu kitap büyük oranda Bû-nî’nin eserinin Türkçe’ye tercümesinden oluşmaktadır.

Muska İslâm tarihi boyunca sadece ava­mı etkilemekle kalmamış, bazı din âlimle-riyle devlet adamları da söz konusu yön­temlerden medet ummuştur. Bu telkinle­rin etkisinde kalan kumandan ve padi­şahlar savaşa çıkarken kurşun işleme­mesi, kılıcın kesmemesi, ayrıca düşman tarafından görülmemeleri, suikast ve has­talık gibi tehlikelerden uzak kalmaları için tılsımlı gömlekler giymeye ve muskalar ta­şımaya başlamışlardır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bu tür eşyala­rın muhafaza edildiği Sihir ve Tılsımlar Do­labı adıyla bir dolap bulunmaktadır.

Din âlimlerinin bir kısmı Allah’ın kelâmı veya O’nun isim ve sıfatlarından biriyle ya­pılması, anlamlı cümlelerin yazılması ve şirke sebep teşkil etmemesi, ayrıca bir ve­sile olduğuna inanılması durumunda mus­kaya karşı çıkmamışlardır. Bu âlimlere örnek ola­rak kadını kocasına sevdirmek için yapılan muskayı bir bakıma ziynet kabul ederek caiz gören Şevkânî ile İbn Raslân göste­rilebilir. Bazı âlimlerse İslâm dışı kültürlerin ürünü ve devamı olan muskayı caiz görmemişlerdir. Tuz ve demirle rukye yapmayı, düğüm at­mak ve Süleyman mührü çizmek suretiyle muska düzenlemeyi tasvip etmeyen İmam Mâlik bunlar arasında sayılabilir. Ukbe b. Âmir el-Cühenİ’nin Hz. Peygamber’den rivayet ettiği, “Üzerinde temîme ve vedîa (muska) taşıyanı Allah muradına erdirmesin ve muhafaza etme­sin” mealindeki hadiste Resûl-i Ekrem’in bir seferde develerin boy­nuna asılmış muskaların ve kiriş­lerin koparılıp atılmasını istediğine dair rivayet de bu görüşü teyit etmektedir. İlgili hadisleri değerlendiren Tahâvî, bu tür takıların belâ gelmeden önce takılması du­rumunda şirk olacağı için yasak edildiği­ni, belâ geldikten sonra takılmasında ise herhangi bir sakıncanın bulunmadığını kaydetmektedir.

Câhiliye dönemi ulûhiyyet inancına ba­kıldığında en yukarıda Tanrı’nın, yeryüzün­de cinlerin, bunların heykelleri olan put­ların, bunlarla temas halindeki kâhin, bü­yücü ve falcıların olduğu, bu kişilerin cin­lerden aldıkları güçle tabiat üzerinde ta­sarrufta bulunduklarını iddia ettikleri gö­rülür. Ayrıca muskalar üzerindeki insan ve hayvan figürleri, gizemli şekiller, garip harfler ilkel dinlerin inançlarının veya Hu­rufîlik, Bâtınîlik gibi felsefi görünümlü sis­temlerin ifadesi durumundadır. Şüphe yok ki bu tarz inanç sistemlerinin devamı ni­teliğindeki muskacılık İslâm dininin tas­vip etmeyeceği bir uygulamadır. Muska­cılığın bir fantezi olarak icra edilmesi ya­hut insanların sömürülmesine vasıta kılın­ması halinde bâtıl inanç, hurafe ve ahlâkî yozlaşma problemleriyle karşı karşıya ge­linir. Bunların dışında, meselâ kutsala say­gı gibi masum bir amaçla Kur’an âyetle­rinin yazılıp taşınmasında sakınca görül­memektedir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski