Mustafa Sabri Efendi kendi döneminde yaygın olan pozitivist, materyalist ve ateist akımların etkisiyle daha çok kelâm ve usûlü’d-dîn konulan üzerinde durmuştur. Dikkat çeken görüşleri şöylece özetlenebilir: Allah’ın varlığını ispatlayan en önemli delil Kur’an’da da sık sık işaret edilen gaye ve nizam delilidir. Evren hakkındaki bilimsel buluşlar bu delili beslemiş ve daha güçlü hale getirmiştir. Bunun yanında evrenin yaratılmış olduğunu vurgulayan hudûs ve imkân delilleri de rasyonel açıdan hâlâ geçerlidir. Kant’ın iddiasının aksine Allah’ın varlığı rasyonel bilgilerle kanıtlanabilir. Bilinebilen varlıklar içinde sadece insanın irade sahibi olması maddeci ve tabiatçı felsefelerin temelsizliğini gösterir. Maddecilerin bilgiyi gözlem ve deneye münhasır kılıp aklî istidlali reddetmeleri doğrulanabilir temelden yoksundur; aksi takdirde mantık, felsefe ve matematik gibi rasyonel bilgiye dayanan disiplinleri de reddetmek gerekir. Maddecilerin, inkâr düşüncesini Allah’ı duyularla algılamanın imkânsızlığına dayandırmaları da mantıkî bir temele oturmaz. Çünkü duyularla algılanmamak var olmama sonucunu gerektirmez. Allah’ın varlığı aleyhinde delil diye ileri sürülen evrim teorisi zan ve tahminlere dayanır. Ayrıca evrenin ezelî olmadığı ve maddede yaratma gücünün bulunmadığı yolunda ulaşılan yeni bilimsel bilgiler de maddeciliğin temelsizliğini kanıtlar mahiyettedir. Tabiatçılar, evrenin yaratıcısı ve yöneticisinin yerine şuursuz tabiatı koymakla ondaki planlı ve amaçlı düzenlenmeyi ve fail illetin eserlerini ortadan kaldıramamıştır.
Vahdet-i vücûd telakkisi, “varlığı zorunlu olmayan kâinatı varlığı zorunlu olan Allah’a nisbetle yok hükmünde kabul etmek” şeklinde anlaşıldığı takdirde benimsenebilir, Allah-âlem ve Allah-insan ayırımını ortadan kaldıran anlayışlar ise kişiyi küfre götürür. İnsanların sorumluluk doğuran fiilleri Allah’ın hükmü, iradesi ve yaratmasıyla meydana gelir. İlke olarak Allah’ın irade ettiği fiilleri kişinin istememesi ve yapmaması mümkün değildir. Bu bakımdan insan icbar altındadır. Zira insan pratikte istediğini yaparsa da bu yaptığı fiil Allah’ın dilediğinden başka bir şey değildir. Kul mecburdur, fakat mazur değildir. Mazur olmaması fiillerini pratikte iradesiyle yapmasından, mecbur olması ise Allah’ın kendisi hakkında dilediğinin dışına çıkamamasından dolayıdır. Mustafa Sabri Efendi, kaza ve kader probleminin özünü teşkil eden “ef âl-i ibâd” meselesinde gerçeğe en yakın görüşün Eş’ariyye’ye ait yorum olduğunu savunur ki bunu “cebirle birlikte tefvîz” şeklinde özetlemek mümkündür.
Nübüvvet inancını ulûhiyyete ve uhrevî sorumluluğa iman etmenin bir gereği olarak gören Mustafa Sabri Efendi, Allah’a ve âhirete inanan Batılı teist filozofların peygamberliğe olan ihtiyacı görememelerini şaşırtıcı bulur onların nübüvveti felsefî bir problem saymamalarının Hz. îsâ’nın tanrılaştırılması inancından kaynaklanmış olabileceğini düşünür. Ona göre Ferîd Vecdî, Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ, Muhammed Mustafa el-Merâgi, Mahmûd Şeltût, Muhammed Hüseyin Heykel, Abbas Mahmûd el-Akkâd gibi yeni akılcılık okulu mensuplarına ait olup peygamberin dâhiliğine vurgu yapan nübüvvet yorumu nübüvveti ilâhî elçilik bağlamından çıkarıp insanî düzeye indirir. Bunlardan bazılarının peygamberlerin gösterdiği hissî mucizeleri inkâr etmeleri Allah’ın irade ve kudretine olan imanı zedeleyici bir nitelik taşır; zira bu, evreni belli bir düzende yaratıp onun varlığını devam ettiren Allah’ın bu düzeni değiştiremeyeceği anlamına gelir. Ayrıca bu mucizelere Kur’an’-da ve sahih hadislerde açıkça yer verilmiştir. Peygamberin getirdiği dünyevî ilkeler insanlar arası münasebetlerin ana kaynağını teşkil eder. Bunların bir kısmını hukukun dışına itmek dinin ruhuyla bağdaşmaz. Mustafa Sabri, dinî hayatı bayramlara indirgeyen bir anlayışın ortaya çıkmasından yakınarak hıristiyanları taklit etmekten kaynaklandığını düşündüğü bu yaklaşımın dinin içini boşaltmak anlamına geldiğini belirtir.
Roma hukukunun başlangıçta İslâm hukukuna kaynaklık yaptığına ilişkin iddialar gerçeğe aykırıdır ve her iki hukuk sisteminin farklılıkları bunun açık delilidir. İslâmî açıdan kadının örtünmesinin gerekmediğini iddia etmek bu konudaki açık emir ve hükümleri reddetmek demektir. Kasım Emîn gibi bazı yazarların ileri sürdüğü iddianın aksine örtünmenin bilgisizlikle alâkası olmadığı gibi örtünme İslâmî bir emir olup başka kültürlerden intikal etmiş bir yaşama tarzı değildir.
Mustafa Sabri Efendi, Batılılaşma hareketine karşı İslâmî inanç ve değerleri savunan çağdaş İslâm düşünürleri arasında yer alır. Özellikle Immanuel Kant’ın rasyonel bilgiyi teolojik alandan dışlamasını eleştirmesi, evrim teorisinin gözlem ve deneye dayanmadığını vurgulaması ve inanç konularının bilimsel bilgilerle temellendirilme yönteminin yanlışlığını belirtmesi dikkat çekicidir. Bununla birlikte muhtemelen çok değişken ve sıkıntılı hayat mücadelesinin de etkisiyle kader konusunda yetiştiği kültürün aksine cebre yaklaşan bir telakkiyi benimsemiş, sert tabiatı ve başlangıçtaki siyasî faaliyetlerinin şevkiyle muhaliflerini eleştirirken yer yer aşırılığa kaçmış ve bazan haksız suçlamalarda bulunarak yanlış sonuçlara varmıştır.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi