Musul Meselesi / Sorunu Nedir, Çözümü, Hakkında Bilgi

Mondros Mütarekesi’-nin imzalandığı tarihte (30 Ekim 1918] Mu­sul vilâyetinin önemli bir kısmı Osmanlı birliklerinin denetimi altındaydı. Ancak mü­tarekenin 7. maddesine dayanılarak İngil­tere tarafından işgal edildi. Türk tarafı bu oldu bittiyi reddedip Musul’u, İstanbul’­daki son Medis-i Meb’ûsan’ın kabul etti­ği ve Ankara hükümetinin Kurtuluş Savaşı’nın hedefler beyannâmesi olarak benim­sediği Mîsâk-ı Millî’ye dahil etti. Mîsâk-i Millî’nin 1. maddesine göre, Mondros Mütare­kesi imzalandığı sırada İngiliz işgali altın­da bulunan topraklardaki Araplar’ın kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınırken mütareke hattının içinde ve dışında kalan diğer müslümanların ayrılmaz bir bütün olduğu vurgulanarak Anadolu ile bütünleşmesi öngörülüyordu. Sevr Antlaşmasını tanımayan Ankara hükümeti, Mîsâk-ı Millî’de tesbit edilen sınırlar üzerinde bir barış için Kurtuluş Savaşı’nın sonuna ka­dar ısrarcı oldu. Bu dönemde Ankara hü­kümeti, Musul’daki aşiretleri kendi tara­fına çekmek suretiyle İngiltere karşısında avantaj sağlamak için askerî boyutları da olan birtakım teşebbüslerde bulundu. Fa­kat Musul kurtanlamadan Mudanya Ateş­kes Antlaşmasının imzalanması ile mese­lenin halli Lozan Barış Konferansfna kal­dı.

Lozan’a giden İsmet Paşa başkanlığın­daki Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetine verilen talimata göre Süleymaniye, Musul ve Kerkük livaları Musul vilâyeti istenecek. İngilizleri ikna etmek için gerekirse pet­rolden hisse önerilecekti. Türk heyeti Lo­zan’da Musul vilâyetinin etnik, hukukî, ta­rihî, iktisadî, coğrafî, siyasî, askerî ve stra­tejik sebeplerle Türkiye’ye ait olduğunu savundu. Nüfusun çoğunluğunu oluştu­ran ve yüzyıllardır bir arada yaşayan böl­ge halkının Türkiye’ye bağlı kalmak iste­ğini belirterek bölgede bir halk oylaması yapılmasını teklif etti. Musul’un Irak’ın sı­nırları içinde kalmasını savunan Lord Curzon’un başkanlık ettiği İngiliz tarafına gö­re ise vilâyet İngiliz manda rejimi altında bulunan İrak Krallığfna ait bir toprak par­çasıydı ve mesele sadece Türkiye Irak sı­nırının nereden geçtiğini belirlemekten ibaret bulunuyordu. Halk oylaması teklifi­ni de kabul etmeyen Curzon, bölge halkı­nın sosyal ve kültürel durumu göz önüne alındığında herhangi bir oylamanın anlam­sız olacağını savunuyordu.

Türk tarafı, bütün kararlılığına ve ısra­rına rağmen İngiliz heyetini Musul’un Tür­kiye’ye bırakılması hususunda ikna ede­medi. Musul meselesi üzerinde bir uzlaş­ma sağlanamayacağı ve bunun konferan­sın genel gidişini sekteye uğratacağı an­laşılınca taraflar meselenin hallinin konfe­rans sonrasına bırakılması hususunda an­laştı. Lozan Antlaşmasının 3. maddesinin 2. fıkrasına göre Türkiye ile İrak arasın­daki sınır bu antlaşmanın yürürlüğe gir­diği tarihten başlayarak dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla belirlenecekti. Öngörülen sürede iki hükümet bir anlaşmaya varamazsa mesele Milletler Cemiyeti’ne götü­rülecekti. Sınır çizgisi konusunda alına­cak karar beklenirken Türk ve İngiliz hü­kümetleri, geleceği bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte bir harekette bulunmamayı taahhüt etmişti. Ar­dından meselenin çözümü İçin öngörülen süreç işlemeye başlayınca 19 Mayıs – 5 Haziran 1924 tarihlerinde İstanbul’da Ha­liç Konferansı İstanbul Konferansı toplandı. Fethi Bey (Okyar) başkanlığındaki Türk he­yeti daha önce Lozan’da sunulan tezleri tekrar tartışmaya açmışken İngiliz heyeti­nin Musul’dan başka Nestûrfler için Hak­kâri’yi de istemesi üzerine konferans da­ğıldı.

Bunun üzerine mesele 24 Eylül 1924 ta­rihinden itibaren Milletler Cemîyeti’nde görüşülmeye başlandı. İngiltere temsilci­si, problemin Musul vilâyetinin kime ait ol­duğuna karar vermek değil sadece Tür­kiye-Irak sınır hattının belirlenmesinden ibaret olduğunu iddia ederek bunun için Milletler Cemiyeti’nin bir komisyon oluş­turmasını teklif etti. Fethi Bey ise mese­lenin Musul vilâyetinin geleceğini ilgilen­dirdiğini, dolayısıyla belirlenecek olan sını­rın bu topraklarda yaşayan insanların is­teklerine uygun olması gerektiğini söyle­yerek en iyi çözümün halk oylaması oldu­ğu Konusunda ısrar etti. Sonuçta Millet­ler Cemiyeti, İngiltere’nin görüşü doğrul­tusunda tarafsız devietierden müteşekkil üç kişilik bir komisyon kurma karan aldı. Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis ve İsveçli A. Wirsen’den oluşan bu komis­yon Londra ve Ankara’da temaslarda bu­lunduktan sonra 1925 yılının Ocak ayı son­larına doğru Musul vilâyetinde çalışmala­rına başladı. Bu sırada Milletler Cemiye-ti’ni ve komisyonu baskı altına alan İngil­tere bölgede Türkiye aleyhine teşebbüsler­de bulunmaktaydı. Komisyon hazırladığı raporu 16 Temmuz 1925’te Milletler Ce­miyeti’ne sundu. Meseleyi coğrafi, etnik, tarihî, ekonomik, stratejik ve siyasî açılar­dan değerlendiren rapor belli bazı şartla­ra bağlı olarak Musul vilâyetinin Irak’a ve­rilmesini öneriyordu.

Milletler Cemiyeti, bu rapor doğrultu­sunda Türk temsilcisinin protesto ederek katılmadığı 16 Aralık 1925 tarihindeki top­lantısında Musul vilâyetinin İrak’a ait ol­ması yönünde karar verdi. Bu karar Tür­kiye’de büyük tepkiyle karşılanmasına ve Türkiye’nin kararı tanımadığını açıklama­sına rağmen dönemin siyasî şartlan Tür­kiye’yi bunu kabul etmek mecburiyetinde bıraktı. Meseleyi nihaî çözüme kavuştur­mak amacıyla S Haziran 1926’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan An­kara Antlaşması ile [Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk Antlaşması] Milletler Cemi­yeti tarafından 29 Ekim 1924’te statüko hattı olarak tesbit edilen çizginin Türkiyelehine yapılan küçük bir değişiklikle Tür­kiye ile Irak arasında sınır olacağı kabul edildi.

Musul meselesinin askerî ve diploma­tik boyutu yanında petrolle ilgili bir yönü de vardı. 1912’de Musul ve Bağdat vilâyet­lerinde petrol arama ve işletme İmtiyazı almak için İngiliz ve Alman şirketlerinin ortaklığıyla Türk Petrol Şirketi kuruldu. Bu şirket, Osmanlı hükümetinden imtiyaz almak üzereyken I. Dünya Savaşı başladı­ğından bütün çabalar sonuçsuz kaldı. Sa­vaş sonrasında Almanya sahneden çekilin­ce İngiltere ve Fransa 1920’de yeni bir an­laşma yaparak Türk Petrol Şirketi’ni Irak’­ta petrol arama ve İşletme imtiyazı elde etmek için yeniden faaliyete geçirdiler. An­cak Amerikan hükümetinin itirazı üzerine Lozan Barış Konferansı boyunca devam eden uzun pazarlıklar sonucu bu ortaklı­ğa 1924te Amerikan şirketleri de katıldı. Sonunda, İngiliz manda rejimi altında bu­lunan Irak hükümetiyle İngiliz-Amerikan-Fransız petrol çıkarlarının temsil edildiği bir konsorsiyum olan Türk Petrol Şirketi arasında 14 Mart 1925’te yetmiş beş yıl sü­reyle petrol imtiyaz sözleşmesi imzalandı. Bu imtiyaz, hiç şüphesiz Musul’un İrak’a bırakılması yönündeki kararı da etkileyen bir faktör oldu. Nitekim 1926’da yapılan antlaşmanın 14. maddesiyle Irak hüküme­tinin petrol gelirlerinin % 10’u yirmi beş yıl süreyle Türkiye’ye bırakıldı. Yapılan he­saplamaya göre Türkiye’ye bu dönemde ödenmesi gereken miktar 5.500.000 ster­lindir; bunun 3.500.000 sterlini 1954 yılı­na kadar çeşitli aralıklarla ödendi. Geri ka­lan kısmın görüşmeleri devam ederken İrak’ta 1958 darbesi olunca görüşmeler kesildi. Tahsil edilemeyen bu alacak 1986 yılına kadar bütçede ayrı bir madde ola­rak gösterildi. O tarihten itibaren diplo­matik gerekçelerle bütçeden çıkarılmasına rağmen Türkiye’nin İrak’tan petrol ala­cağı konusu zaman zaman kamuoyunda tartışılmaya devam etmektedir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski