Mutasarrıf. Osmanlı taşra teşkilâtında sancak veya livanın mülkî âmiri için kullanılan unvan.
Osmanlı idarî teşkilâtında “herhangi bir makam, görev veya memuriyeti elinde bulunduran, tasarruf eden” kişi anlamına gelir. Bu tabir ayrıca vekille unvan sahibini birbirinden ayırmak, malikâne, has ve ti-mara sahip olmak mânasında sıkça kullanılmıştır. İlmiye teşkilâtında kadılığa bilfiil getirilenler de mutasarrıf şeklinde anılmıştır. Kelimenin “sancağa veya livaya gönderilen idareci” anlamını kazanması XVII. yüzyıl başlarından itibaren meydana gelen gelişmelerle ilgilidir. Sosyoekonomik değişimler taşra idarî yapısının büyük ölçüde farklılaşmasına, yönetimde beylerbeyi vali ve sancak beyi mirlivalardan ayrı olarak mutasarrıf, mütesellim, muhassıl, voyvoda ve ayan gibi yönetim silsilesinin doğmasına zemin hazırlamıştır.
XVII. yüzyılda hem merkezî idare hem eyalet ve sancak yönetimi klasik şeklinden tamamen farklılaşmaya başladı. Tımar sistemi önemini yitirip merkezdeki vezir sayısı artınca sancakların arpalık yöntemiyle vezirlerin tasarrufuna verilmesi uygulaması ortaya çıktı. Buna paralel olarak beylerbeyilik ve sancak beyliğine enderun halkından tayin yapılması usulü gevşedi. Böylece taşra idaresinde yerli ayan ve müte-galiibenin etkisi daha da arttı. İdarecilerin emrinde bulunan kapı halkı sayısındaki sınırlamanın kaldırılması güçlü mahallî idarecilerin ortaya çıkmasına yol açtı. Aynı süreçte merkezdeki vezirler, tasarruf ettikleri sancaklara bizzat gitmek yerine vekil olarak mütesellim kaymakam göndermeye başladılar. XVIII. yüzyılda bu sistem iyice yaygınlaştı. Yüzyılın başlarından itibaren eyalet ve sancaklar ya mîrî mukâtaa haline getirilerek iltizam yoluyla veya arpalık ve malikâne uygulamalarıyla verildi. Ortaya çıkan yeni şartlardan dolayı mutasarrıf tabiri sadece sancağı değil aynı zamanda eyaletleri tasarruf eden paşalar için de kullanıldı. Nitekim XVII. yüzyılın sonları ile XVIII. yüzyılda eyalet tevcihatın-da mutasarrıf kelimesine sıkça rastlanır. Bilhassa Nizâm-ı Cedîd sürecinde yapılan düzenlemelerle mutasarrıf tabiri taşra idaresinde yerleşti.
Mutasarrıf tayinine dair ilk ciddi düzenleme III. Selim döneminde (1789-1807) gerçekleşti. Eyalet sistemindeki aksamaları yakından takip eden padişah öncelikle idarecilerin bizzat görev yerlerine gitmeleri hususu üzerinde durdu ve vezir sayısıyla eyalet sayısı arasındaki orantısızlığın giderilmesi için uğraştı; vali ve mutasarrıf tayinlerindeki iltimas ve rüşvetle mücadele ederek tayinlerde caize uygulamasını sınırlamaya çalıştı. Sık sık görev yeri değiştirme usulünü terkedip en az üç, en fazla beş yıl görevde kalma esasını koydu. II. Mahmûd çoğunluğu önce mu-kâtaat, ardından mansûre hazinesine bağlı olan sancakların yönetimine mutasarrıf veya onun yerine mütesellim, bazı sancaklara da muhassıllar gönderdi. Doğuda meselâ Muş gibi sancaklarda klasik dönemden itibaren süregelen yurtluk-ocaklık sistemi muhafaza edilerek mutasarrıflığa ekber evlât tayini âdeti sürdürüldü.
Padişahın onayıyla tayin edilen mutasarrıflar için her yıl tevcihat defterleri hazırlanır, ibkâ, azil ve yeni tayin muameleleri gerçekleştirilirdi. Birden çok sancağı tasarruf eden mutasarrıflar yerlerine merkezî hükümetin tasdikiyle mütesellim gönderebilirdi. Tayinler yapılırken bölgenin özel şartları, sancağın güvenliği, mutasarrıfın önceki görevinde gösterdiği başarılar ve halka karşı tavırları dikkate alınırdı. Islahat dönemlerinde mutasarrıf tayinlerinde yeni kriterler ortaya çıktı. Meselâ Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin kurulacağı sancak mutasarrıfının, yeni ordu ve Kaptanpaşa eyaleti sancaklarından birine tayin edilecek mutasarrıfın donanma konusunda bilgili olması gerekiyordu.
Mutasarrıfın veya mütesellimin tayin emri yörenin önde gelenlerine okunur ve mahkeme siciline kaydedilirdi. Mutasarrıflar maaş ve personel giderlerini sancak ahalisinden imdâd-ı hazariyye, imdâd-ı se-feriyye ve âidât-ı muayyene isimleri altında tahsil ettikleri vergiden karşılar, ancak bazan belirlenenden fazlasını toplayıp halka zulmetmeleri şikâyetlere sebep olurdu. Tayin edilen mutasarrıfın hemen görev yerine gitmesi istenir ve ihmali görülenler hakkında soruşturma açılırdı. Mutasarrıflar görevlerini “saray” denilen konaklarında görürlerdi. Sancak divanı toplantılarının yapıldığı bu sarayların inşası, tamiri ve bazı giderleri için gerekli para ahaliden toplanırdı. Mutasarrıfların devlet merkezindeki işleri kapı kethüdaları tarafından görülürdü. Yaş haddinden veya başka sebeplerle emekli olan mutasarrıflara aylık tahsisi yapılırdı. Mutasarrıfların öncelikli görevi asayişi temin etmek ve vergileri toplamaktı. Ayrıca emlâk-i hümâyunu İdare etmek, sancağı şenlendirmek, halka iyi muamele etmek, bölgesini düşmandan korumak ve sefer durumunda maiyetiyle birlikte savaşa katılmak diğer önemli vazifelerindendi. Sancaktardaki inşaat ve bayındırlık işleri, bazı dinî ve içtimaî yapıların ve su yollarının tamiri de görevleri arasındaydı.
Tanzimat’tan sonra mutasarrıflardan Tanzimat usulünün eksiksiz tatbiki ve her sınıf ahaliye eşit muamele etmeleri istendi. 28 Kasım 1852 tarihli bir fermanla düzenlenen vali ve mutasarrıfların yetkileri 22 Eylül 1858 tarihli talimatla genişletildi. Tanzimat’la beraber müstakil mutasarrıflık sistemi yaygınlık kazandı. Bir eyalete bağlı bulunmayan ve mutasarrıf tarafından yönetilen sancaklar doğrudan merkeze bağlıydı. 1864’te vilâyet düzenlemesine kadar muhtelif tarihlerde Sivas, Amasya-Çorum, Rumeli, İşkodra, Üsküp, İzvornik, Hersek, Tuzla, Niş, İskenderiye, Tırhala, Ankara, Biga, Karesi, Canik, Bozok, Kudüs, Basra, Lazis-tan, Musul, Bağdat, Kars, Kıbrıs, Maraş, Yemen, Filibe, Sofya, Kocaeli, Rakka, Edirne, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd, Adana, Kastamonu, Harput, Şehrizor, Tulçı, Van, Vıdin, Yenipazar, Erzincan, Bingazi, Prizren ve Hudâvendigâr müstakil mutasarrıflık olarak yönetildi. Müstakil mutasarrıflar valilerin yetkilerini haizdi. 1861 ‘de teşkil edilen ve hıristiyan bir mutasarrıfça yönetilen Cebelilübnan muta-sarrıflığıyla 1878’de oluşturulan Şarkî Rumeli vilâyeti bünyesindeki sancak mutasarrıflıkları farklı statüdeydi. Bu tür mutasarrıflıklar eyâlât-ı mümtâze sistemi içerisinde ele alınmalıdır.
Sancak idarecisi olarak mutasarrıflığın kesin biçimde kurumsallaşması 1864 Vilâyet Nizâmnâmesi ile oldu ve eyalet yerine vilâyet sistemine geçildi. Sancağın idaresi mutasarrıfa verildi. 1867de yapılan düzenlemeden sonra yeni mutasarrıflıklar Oluşturuldu. Bu dönemde mutasarrıfların merkezdeki işlerini gören kapı kethüdaları daimî memur statüsüne geçirildi. 1871’de neşredilen nizâmnâmeyle 1864 nizâmnâmesi geliştirildi ve bilhassa maaş ve harcırah konusu yeniden düzenlendi. İstanbul’a bağlı olmak üzere özel idareye sahip Beyoğlu, Üsküdar, Çatalca ve İzmit mutasarrıflıkları kuruldu. Kânûn-ı Esâsî’nin ilânının ardından 187Tde yeni bir yönetim yapılanması öngörüldüyse de uygulanamadı. Ancak toprak kayıpları sebebiyle mülkî taksimat yeniden düzenlenip bütün sancaklar Dâhiliye Nezâreti’ne bağlandı. 1908′-de vilâyetlerde tensikata gidilerek bazı mutasarrıflıklar lağvedildi. Sancaklar nüfuslarına göre sınıflandırıldı ve mutasarrıf maaşları buna göre belirlendi. 1913’te yayımlanan vilâyetlere dair geçici bir kanuna göre müstakil mutasarrıflıklar Ur-fa, İzmit, İçel, Eskişehir, Bolu, Teke (Antalya), Canik, Çatalca, Cebelilübnan, Zor, Asır, Kudüs, Karesi, Kal’a-i Sultâniyye, Kayseri, Karahisarısâhib, Kütahya, Menteşe (Muğla), Maraş, Niğde ve Medîne-i Münevvere idi. 1914’te Cebeli-lübnan’ın imtiyazları kaldırıldı.
Tanzimat’tan sonra livada valinin temsilcisi ve umumi idare ve asayişten birinci derecede sorumlu olan mutasarrıflar yemin ederek göreve başlardı. Vali Dahiliye Nezâreti’nden mutasarrıfın azlini isteyebilirdi. Nezâret azil gerekçesini yeterli görmezse konuyu bir ay içerisinde Şûrâ-yı Devlet’e havale ederdi. Burada dosyanın iki ay zarfında sonuçlandırılması zorunluydu. Vali azil talebine bir ay içerisinde cevap alamazsa mutasarrıfı azledebilirdi. Görevinden ayrılan mutasarrıf yaptığı icraatlar ve yapılması gerekenler hakkında nezârete bir rapor sunardı.
Mutasarrıflar çok zaruri durumlar hariç doğrudan merkezle yazışamaz, ancak vali aracılığıyla haberleşebilirdi. Validen aldığı emir ve talimatı livada uygular ve yeni kanun ve nizamları ilân ederdi. İhtiyaç duyduğu bazı memurları tayin edebilir, maiyetindeki memurları cezalandırabilir veya azledebilirdi. Her yıl livayı teftiş eder ve sancağın meselelerinin tesbit edildiği ve masrafların devletçe karşılandığı bu teftişin zamanını valiyle birlikte belirlerdi. Sancak dahilindeki belediyelerin teftişi de mutasarrıfın göreviydi. Mutasarrıf sancağın bütçesini hazırlar, vilâyet vasıtasıyla merkeze yollar ve onaylanıncaya kadar eğitim ve sağlık gibi âcil ihtiyaçlar dışında harcama yapmazdı. Sancakta tahsisatı gerçekleşen her türlü inşaat ve tamirata nezaret eder, ayrıca sancakta meydana gelen vukuatın istatistiğini düzenli biçimde Dahiliye Ne-zâreti’ne yollardı.
Mutasarrıfın başkanlığında toplanan ve istişârî niteliği bulunan liva idare meclisi mutasarrıfın havale ettiği evrak hakkında mütalaa beyan ederdi. Meclisin tabii üyeleri mutasarrıf, nâib, muhasebeci, tahrirat müdürü, nâfia mühendisi, ziraat memuru, müftü ve gayri müslim cemaatlerin ruhanî liderleriydi. Ayrıca dört yıl müddetle görev yapmak üzere seçilen dört üyesi daha vardı. Livada güvenliği jandarma ve polis sağlardı. Mutasarrıf, bunların yeterli olmaması durumunda valiye bilgi vermek şartıyla askerî kuvvete başvurabilirdi.
1921 Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu ile kazada kaymakam idaresi benimsendi. Bununla birlikte müstakil mutasarrıflıklar bir süre daha varlığını sürdürdü. Cumhuriyetin ilânından sonra vilâyet teşkilâtına dair yapılan düzenlemelerle mutasarrıf tabirinin idarî mânada kullanımına son verilmiş oldu.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi