Mübalağa, edebî bir üslûp yahut şairane bir duyarlık çerçevesinde yapıldığında okuyucuda bir heyecan uyandırır. Edipler ve şairler, duygu ve heyecanlan tabii boyutlarının dışına taşıyıp muhatabın zihninde kuvvetli bir iz bırakmak istediklerinde mübalağaya başvurur, böylece anlatmak istedikleri şeyi ya büyüterek veya küçülterek ya da ona uygun bir çağrışımla etkili bir teşbihte bulunup mübalağa kalıbına dökerler. Burada önemli olan husus, sanatkârın heyecanıyla yaptığı mübalağa arasında bir nisbet ve letafetin bulunmasıdır. Bir edebî sanat olarak mübalağanın yapmacıktan uzak, zarif ve nükteli olması gerekir. Gerçeği aşan bir söz güzel ve etkili bir hayalle çerçevelenmiyorsa mübalağa soğuk düşer ve ifade bayağılaşır.
Eski belagat kitaplarında “izam” başlığı altında ve İfrat, tefrit, iktisad, istidrak İle birlikte kullanılan mübalağa belagat ilminin ihtilaflı konulanndandır. Çünkü düşüncenin değerine uygun ifade bulunamadığı veya istenilen şekilde ifade edilemediği zamanlarda olduğu gibi söze değer katmak gerektiği durumlarda da mübalağaya başvurulabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de mübalağanın sıkça kullanılmış olması, ayrıca teşbih, istiare ve kinaye sanatlarıyla doğrudan ilişkili bulunması şairleri mübalağalı ifadeler kullanmaya yöneltmiş, giderek mübalağalı sözlerin daha etkili olacağı fikri benimsenmiştir. Mübalağanın güzelliği teşbih unsurunun ön planda olması, bir şart cümlesiyle ifade edilmesi, yergi veya övgü amacıyla kullanılması, içinde güzel bir hayal barındırması gibi hususları ihtiva etmesiyle ölçülür.
Belagat kitaplarında mübalağa ifadedeki aşırılığın derecesine göre tebliğ, iğrâk ve gulüv şeklinde üç kısma ayrılarak incelenmiş, akla yatkın ve âdete uygun mübalağaya tebliğ, akla uygun olmakla birlikte âdete uygun bulunmayan, gerçekle çelişen mübalağaya iğrâk, akla ve âdete uygun olmayan mübalağaya da gulüv adı verilmiştir. Tebliğ, muhatabın hayal gücünü okşayarak tarif veya tasvir edilen şeyin daha iyi kavranmasını sağlaması bakımından mübalağanın en makbul türü sayılır. Fu-zûlî’nin, “Ey Fuzûlî çıksa can çıkmam ta-rîk-i aşktan / Reh-güzâr-i ehl-i aşk içre kılın medfen bana” beyti bu tür mübalağaya örnektir. Çünkü canı pahasına aşktan dönülmemesi ve mezarların yol kenarlarına yapılması akla da göreneğe de uygun düşmektedir. Nâbrnin, “Âb akmada mâ-nend-i cinan ravzalarından Sahnında gönül olmada bülbül gibi nâlân” beytinde de böyle bir mübalağa vardır. İç açıcı bir bahçeden akan suların cennet tasvirlerine benzetilmesi ve orada insan gönlünün bülbül gibi coşması mümkün ve akla uygundur.
Belli bir nükte taşıyan iğrâk örnekleri de belâgatçılar tarafından makbul sayılmıştır. Ahmed Paşa’nın, “Hey kıyamet gel hesabın gönlüme sor zülfünün Elli bin yıldan uzundur her şeb-i hicran ona” beytinde böyle bir mübalağa söz konusudur. Bir gecenin uzunluğunun elli bin yıl gibi bir zaman hesabıyla ölçülmesi akla uygunsa da böyle bir kıyaslama âdete aykırıdır. Bakîye ait, “Kametin yâdına bir âh edeyim kim dudu / Gülşen-i aşkına bir serv-i hırâ-mân olsun” beytinde sevgilinin boyunu hatırlayınca ah etmek, ayrıca gül bahçelerinde servilerin bulunması akla ve geleneğe uygundur; ancak ağızdan çıkınca göklere doğru yükselip giden buğunun bir duman gibi düşünülüp bahçede servi olarak bir yerde çakılı durup salınması gerçeğe aykırıdır.
Güzel bir nükte yahut latif bir söyleyişi ihtiva etmiyorsa gulüv türü mübalağa makbul sayılmaz. Nefî’nin, “Erdi bir gayete te’sîr-i hevâ kim bir mûr Bir dem-i germ ile eyler yedi deryayı serâb” beytinde görüldüğü gibi bir karıncanın nefesiy-le denizleri kurutması akla uygun olmadığı için bu beytin muhatapta bıraktığı etki pek hoş değildir; dolayısıyla beyitteki mübalağa gulüvvün makbul olmayan bir türü sayılır. Edep dairesini veya dinî sınırları aşan mübalağalar da gulüv cinsinden kabul edilmiştir. Öte yandan ihtiva ettiği nükte bakımından insanı hayrete düşüren gu-lüvler de vardır. Nedim’in, “Güllü dîbâ giydin amma korkarım âzâr eder / Nazeninim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni” beytinde böyle ince bir nükte mevcuttur. Çünkü ipekten incinmek hem akla hem göreneğe aykırıdır. Bununla birlikte bir şairin sevgilisine zarafet, nezaket ve narinlik yakıştırması ancak bu derece güzel olabilir. Befâgatçı-lar latife yollu yazılmış gulüv örneklerini de makbul saymıştır. Zâtî’nin, “Eyitti ol perî bir gün düşüne girerim bir şeb / Sevincimden nice yıllar geçiptir görmedim uyku” beyti bu tür mübalağaya güzel bir örnektir. Uyuyabilse sevgilisini rüyasında görebilecek olan âşikın sevinçten uykularının kaçması hoş bir nükte kabul edilir. Mübalağada maksadın tam olarak ifade edilmesi önemlidir. Bir sanatkâr, mübalağanın hangi türünü kullanırsa kullansın eğer maksadını güzel ve etkili biçimde ifade edebiliyorsa mübalağası başarılı sayılır. Buna göre sanatkâr, kendi heyecanını muhatabına duyurabildiği sürece mübalağayı gulüv derecesinde yapmış olsa da başarılıdır.
Divan şairleri geniş hayal dünyalarını anlatabilmek için sık sık mübalağaya başvurmuşlar, özellikle methiye, fahriye ve hicviye yazarken güzel mübalağa örnekleri ortaya koymuşlardır. Bu şairler içinde mübalağanın en makbul örneklerini övme, övünme ve yerme hususunda üstat kabul edilen Nefî vermiştir. Nâmık Kemal’in tebliğ için “makbul”, iğrâk için “mâkul”, gulüv için “medhul” dediği meşhurdur. Şeyh Galib Nâbfyi eleştirirken, “Hem bir dahî bu kim ol sühan-sâz İğrâkda mürg-ı pest-pervâz” diyerek onun mübalağa konusunda iğraktan öte geçemediğini, bunun da bir şair için eksiklik sayıldığını ima eder.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi