Mücessime. Allah’ı cisim olarak düşünenleri veya O’na cîsmanî özellikler nisbet edenleri ifade eden bir terim.
Sözlükte “gövdesi büyük olmak” anlamındaki cesâme kökünden isim olan cism “insan, hayvan vb.nin maddî varlığını oluşturan şey, ceset, beden” demektir. Aynı kökten türeyen teesîm “bir şeyi cisim olarak düşünmek, onun üç boyutlu olduğunu kabul etmek” mânasına gelir. Buna göre mücessime tecsîm görüşünü benimseyen grup veya kişileri ifade eder.
Allah’ın sadece zihinde değil gerçekte de mevcut olduğunu belirtmek ve insan aklının soyut bir varlığı tasavvurdaki aczi karşısında zihinde bir fikir uyandırmak üzere Allah’a istiva arş üzerinde karar kılma, nüzul yukarıdan aşağıya inme gibi fiillerle yed, vech, ayn (el, yüz, göz) gibi organlar nisbet eden naslar sebebiyle ilk dönemlerden itibaren ulûhiyyet konusunda çeşitli anlayışlar ortaya çıkmıştır. İlâhî sıfatları, inkâra götürecek şekilde te’vile tâbi tutan Muattıla’ya karşılık O’na cismanî nitelikler izafe eden Mücessime de aşırı bir grup olarak zuhur etmiştir. Bu anlayışın doğmasının sebepleri arasında nasları hakikat-mecaz ayırımına gitmeksizin zahirine göre yorumlama, koyu bir antropomorfik anlayışa dayalı ulûhiyyet fikrine sahip bulunan Yahudiliğin tesirinde kalma ve Kur’an’ın tevhid ilkesini aklî bakımdan yeterince temellen-dirememe şeklinde üç ana faktörden söz etmek mümkündür.
Müstakil bir fırkayı belirtmekten ziyade çeşitli gruplar içinde teesîme dayalı anlayışları kabul edenleri niteleyen mücessime, bazı kelâm ve mezhepler tarihi kaynaklarında “müsebbibe” terimiyle eş anlamlı gibi kullanılın ıştır. Meselâ Mâtürîdî, Allah’ı cisim olarak ananlardan söz ederken mücessime yerine müşebbihe demeyi tercih etmiş aynı şekilde Âmidî tecsîmle ilgili gördüğü bütün şahıs ve grupları “Müşebbihe” başlığı altında incelemiştir. Abdülkâhir el-Bağdâdî, itikadî konulan şahsî telakkilerine göre yorumlayan fırkalar arasında saydığı Mücessime’yi aynı başlık altında incelemiş Şehristânîde benzer bir yol takip etmiştir. Buna karşılık Eş’arî teesîm telakkisini benimseyenleri “Mücessime” başlığı altında ele almıştır Esasen Allah’a bazı cismanî özellikler nisbet etmekle O’nu yaratılmışlara benzetmek arasında mantıkî bir irtibat bulunmakla birlikte müşebbihe teriminin daha kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Mücessime’nin en belirgin özelliği Allah’ın cismanî niteliklere sahip olduğunu söylemesi veya O’na en, boy ve derinlik gibi cismanî vasıflar izafe etmesidir.
Kaynaklarda tecsîm anlayışının genellikle Şia’dan çıktığı belirtilmektedir. Son dönemlerde yapılan araştırmalarda tecsîme dayalı fikirleri ilkin ortaya atan kişinin Abdullah b. Sebe olduğu ileri sürülmüştür. Abdullah b. Sebe, Hz. Ali’nin ilâhlığmı iddia ederken dolaylı biçimde Allah’a cismaniyet nisbet etmiştir. Mücessime’nin Şia’dan çıkan en önemli temsilcisi Hişâm b. Hakem’dir. Cisim terimini var olan her şey için kullanan Hişâm Allah’ı da genişliği, derinliği ve uzunluğu bulunan bir cisim şeklinde düşünmüştür. Ona göre Allah rengi, kokusu ve dokunma özellikleri bulunan bir varlık olup hareket eder, durur, oturur ve kalkar. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Hişâm’ın Ebûkubeys dağının Allah’tan daha büyük olduğunu söylediğini belirtir. İbnü’r-Râvendî de Allah’ın bazı yönleriyle yarattığı cisimlere benzediğini iddia etmiştir. Şiî kökenli Hişâm b. Salim el-Cevâlîki, Allah’ın insan şeklinde sonlu ve sınırlı bir nur mahiyeti taşıdığını, insan gibi beş duyuya ve organlara sahip bulunduğunu ileri sürmüş, daha başka antropomorfik tasvirler de yapmıştır. Mezhepler tarihi kaynaklarında değişik tecsîm anlayışlarını benimseyen birçok aşırı Şiî fırkadan söz edilmiştir. Bunların içinde Allah’ı nurdan bir insan suretinde tasvir edip yüzü dışında bütün organlarının zeval bulacağını söyleyen Beyâniyye’yi, yüzünün harflere benzediğini iddia eden Mugiriyye’yi, kendisinin rabbine benzediğini ve rabbin eliyle başını meshettiğini iddia eden Mansûriyye’yİ, ayrıca hulul anlayışını benimseyen fırkaları zikretmek gerekir.
Tecsimi çağrıştıran görüşleri kabul eden kimselerin Haşviyye arasından çıktığı da belirtilmektedir. Dönemlere ve bölgelere göre farklılık arzettiği için Haşviyye telakkisinin sınırlarını belirlemek güçtür. Ancak bunların dinî konularda akıl yürütmeyi reddedip nasların zahirine bağlı kaldıkları, bu sebeple haberî sıfatları olduğu gibi benimserken tecsîm ve teşbihe saptıkları kabul edilmektedir. Bir kısmı ehl-i hadîs içinden çıkan ve Mücessime temsilcileri olarak da sayılan bu gruba mensup Mudar b. Muhammed el-Kûfı, Kehmes b. Hasan el-Basrî, Ahmed b. Atâ el-Hüceymî, Allah ile karşılaşıp tokalaşmanın mümkün olduğunu, ileri derecede ihlâs ve riyazet sayesinde müslümanlann dünyada ve âhirette O’nunla kucaklaşabileceklerini iddia etmişlerdir. Mezhebî kimliğiyle ilgili farklı rivayetler bulunan Mukâtil b. Süleyman da makâlât kitaplarında Mücessime mensubu diye tanıtılır. Mukâtil, arşı maddî bir mekân olarak tanımlayıp Allah’ın onun üzerine oturduğunu söylemiş, Allah’ı eti ve kanı olan bir cisim biçiminde tasvir etmişti. Mücessime içinde değerlendirilen önemli bir şahsiyet de Muhammed b. Kerrâm ve ona nisbetle anılan Kerramiyye fırkasıdır. İbn Kerrâm zatıyla kâim olan her şeyin cisim diye bilindiğini, bu mânada Allah için de cisim denilebileceğini söylemiştir. Fakat bu anlayışın sadece terminoloji açısından yanlış olduğunu söylemek gerekir. Muhammed b. Kerrâm, ilgili âyeti yorumlarken Allah’ın arşa temas ettiğini ve arşın O’nun mekânı olduğunu, Allah için hareket etme, halden hale geçme (tahavvül) ve inişin (nüzul) imkân dahilinde bulunduğunu iddia etmiştir. Şehristânî’nin kaydettiğine göre Kerrâmiyye fırkalarının çoğu Allah için cisim ifadesini kullanmış, ancak O’nun sonlu olup olmadığı konusunda aralarında ihtilâf çıkmıştır.
Kelâm âlimleri, haberî sıfatları naslar-daki ulûhiyyet anlayışı çerçevesinde ve dil kurallarına uygun biçimde te’vile tâbi tutmuş, Allah’a doğrudan cisim isnadında bulunan yahut haberî sıfatları zahirî haliyle benimseyip sonuçta tecsîme düşen grupları eleştirmiştir. Allah cisim olmadığı gibi cismanî özellikler de taşımaz. Çünkü cisim birleşik olup mekânda yer tutar. Varlığı için cüzlerin ve parçaların bir araya gelmesine muhtaç olmak, varlığını sürdürmek için mekânda veya boşlukta yer tutmak gibi yaratılmışlık özelliklerini kâinatın yaratıcısına nisbet etmek ulûhiyyet anlayışıyla bağdaşmaz.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi