Mücîb. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ} biri.
Sözlükte “kesmek; birinin susmasını sağlamak” anlamındaki cevb kökünün “if âl” kalıbından ficâbet) sıfat olan mücîb “dua ve dileklere olumlu cevap veren” mânasına gelir. İcabetin asıl anlamı “cevap vermek suretiyle söz söyleyenin kelâmını kesmek”tir. Râgib el-İsfahânî taleplerin ve onlara mukabelede bulunmanın biri sözle, diğeri fiille olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini söyler. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın davetçisine icabet ediniz” mealindeki âyet birincisinin, “Ey Mûsâ ve Hârûn, ikinizin de talebi kabul edilmiştir” âyeti de [Yûnus 10/ 89] ikincisinin örneğini teşkil eder.
İcabet kavramı beş âyette zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir. Bunlardan biri mücîb şeklinde olup Hz. Salih’in kendi kavmine hitabı sırasında, “Allah’tan bağışlanma isteyin ve O’na dönün, zira benim rabbim kullarına çok yakındır, dua ve isteklerini kabul edendir” şeklindeki ifadesinde [Hûd 11/61] yer almaktadır. “Nûh bize yalvarıp yakarmıştı. Doğrusu biz en güzel biçimde cevap verenleriz” âyetinde ise [Saffât 37/75]mücîb ismi tazim amacıyla çoğul olarak kullanılmıştır. İcabet kavramı üç âyette fiil kalıplarıyla Allah’a izafe edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in dokuz âyetinde yine cevb kökünden türeyen “isticâ-bet” kavramı da Allah’a nisbet edilmiştir. İsticâbetin “icabet” anlamında olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte Ebü’l-Be-kâ ikisi arasında fark bulunduğunu kaydeder. İsticâbet talebe “olumlu cevap verme” mânasına geldiği halde icabet “mutlak olarak cevap vermek” demektir ve bu cevabın menfi olması da mümkündür.
Mücîb ismi İbn Mâce ve Tirmizî rivayetlerinde yer almış, icabet ve isticâbet kavramları birçok hadiste zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiştir. İbn Abbas’ın naklettiğine göre Hz. Peygamberin dua ve niyazlarından birinin son kısmı şöyledir: “Rabbim! Duamı kabul et, günahımı bağışla, çağrıma icabet et, hak yol için kullandığım delilleri daima geçerli kıl, kalbimi hidayetten ve dilimi doğruluktan ayırma, kalbime gelebilecek kin duygularını benden uzaklaştır!.
Ebû Abdullah el-Halîmî, mücîb isminin daha çok -doksan dokuz isim listesinde yer almayan- karîb ismiyle yahut “duayı kabul eden” veya “darda kalanların çağrısına olumlu cevap veren” anlamında kullanıldığını söyler ve yaygın mânasının “talepte bulunanın -kimsenin karşılamaya muktedir olamayacağı- arzusunu yerine getiren” olduğunu belirtir. Kuşeyrî, Allah’ın, sadece kendisinin karşılayacağı ihtiyaçları olduğunu bildiği halde dostlarının bu sıkıntılarını giderme hususunda acele etmeyip bunu ortaya koymalarını istediğini kaydeder. Bazan da İmtihanın yanı sıra sabır ve şükür yoluyla derecelerinin yükseltilmesi hikmetine bağlı olarak sıkıntılarını daha da arttırıp ümitsizlik noktasına yaklaştırır, fakat sonunda en güzel lutuflarla onları teselli eder. Gazzâlî ise Cenâb-ı Hakk’m dua ve yakarış olmadan da ihtiyaç sahiplerinin arzularını yerine getirdiğini söyler; çünkü O ezelde her şeye vâkıf olmuş ve yarattıklarının ihtiyaçlarına cevap verecek sistemleri kurmuştur. Ancak Gazzâlî, mücîb isminin tecellisine mazhar olabilmek için kulun kendisinin de mücîb olmasının gerektiğini kaydeder. Bu da Allah’ın emir ve nehiy biçimindeki davetlerine uymaya, gücü nisbetinde ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, gücü yetmediği yerde nezaketle cevap vermeye, kim çağırırsa çağırsın davete gitmeye ve ne olursa olsun verilen hediyeyi almaya yönelik icabetlerle gerçekleşir.
Mücîb Allah’ın fiilî sıfatları grubu içinde yer alır. Abdülkâhir el-Bağdâdî ve Fahred-din er-Râzî mücîbin “sözle mukabele eden, ezelde mütekellim olan” mânasına alınması halinde zatî isimlerden olabileceğini kaydeder. Mücîb latîf, tevvâb ve gafur isimleriyle anlam ilişkisi içinde bulunur.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi