Müdeccenler. İspanyollar tarafından geri alman Endülüs şehirlerinde bir süre daha yaşayan müslümanlar.
Sözlükte “bir mekâna yerleşip kalmak, alışmak, uyum sağlamak” anlamına gelen decn kökünden türeyen müdeccen kelimesi “bulunduğu mekâna yerleşip kalmış, oraya uyum sağlamış” mânasında olup XV. yüzyıldan itibaren İspanyollar’ın geri aldığı Endülüs şehirlerinde antlaşmalar çerçevesinde hiristiyan hâkimiyeti altında yaşamaya devam eden müslümanlar için kullanılmış bir tabirdir. Bazı Arapça kaynaklarla Osmanlı arşiv belgelerinde müdeccel şeklinde görülür, kelime mudejar biçiminde İspanyolca’ya da girmiştir.
İlk müdeccenler, 1085’te Kastilya Kral-lığı’nın istilâ ettiği Tuleytula’da (Toledo) ortaya çıkmış ve 1086’dan itibaren antlaşma şartlarının ihlâl edilmesiyle bir süre sonra yok olmuştur. Bu tarihten Önce Ga-licia, Asturias, Leon ve Eski Kastilya’da bazı küçük müslüman topluluklarına rastlanırsa da bunların sayısı son derece azdır ve statüleri pek belli değildir. İşbîliye (Sevilla), Kurtuba (Cordoba), Ceyyân Mirtüle (Mertola), Faro ve Ayamonte’nin kasaba ve köylerinde kalabalık bir müdeccen nüfusun mevcut olduğu ve istilânın üzerinden belli bir süre geçtikten sonra bunların bir kısmının şehir merkezlerine döndüğü bilinmektedir. 1264 yılındaki Endülüs (Andalucia) ve Mürsiye (Murcia) bölgeleri isyanlarını bastıran Kastilya Kralı X. Alfonso isyancı müdeccenlerin bir kısmını sürgüne gönderdi ve yerlerine yeni hıristiyan toplulukları iskân etti; ardından geri kalanlar için tekrar ayaklanmalarını önlemek amacıyla şehir dışında özel mahalleler kurdu. O dönemde Portekiz sınırları içinde de az sayıda müdeccen cemaati mevcuttu.
1099-1170 yılları arasında Veşka (Huesca), Tarasûne (Tarazona), Sarakusta (Zara-goza), Tutîle (Tudela), Karatüeyyûb (Calatayud), Derûka (Daraca), Alcaniz ve Teruel’i ele geçiren Aragon Krallığı, Kastilya’ya nisbetle daha fazla müdeccen nüfusa sahip bulunmaktaydı, bunlar da genelde şehir merkezlerinin dışına çıkarılmıştı. XIII. yüzyılda sayılan 100.000’i bulan müdeccenler 1365′-te Aragon’un 230.000 dolayındaki toplam nüfusunun yaklaşık % 30’unu oluşturuyordu. Katalonya sınırları içinde özellikle Lâride (LĞrida) ve Turtûşe (Tortosa) civarında birkaç bin müdeccen mevcuttu. Ber-şelûne’de (Barselona) aralannda kölelerin, tacirlerin ve müdeccenlerin bulunduğu bir müslüman cemaat yaşıyordu. Buradaki müdeccenler de şehir merkezinden çıkarılmış, yerlerine başka bölgelerden getirilen hıristiyanlar yerleştirilmişti. 1230’da işgal edilen Balear adalarından Mayurka’-daki müslümanlann büyük bölümü kaçmış ya da sürülmüş olduğundan geride yalnızca 20.000 kadar müdeccen Kalmıştı. Mi-norka ise savaşılarak alınmıştı, dolayısıyla müslüman halkının tamamı köle statüsüne geçirildiğinden adada müdeccen nüfus hiç oluşmamıştı. 1232-1245 yıllarında sürdürülen bir Haçlı seferi neticesinde istilâ edilen Belensiye (Valencia) ve çevresi yalnız Aragon’da değil bütün İspanya’da en fazla müdeccenin yaşadığı bölgeydi. İstilânın ardından müslümanlann kendilerinden birkaç kat fazla olduğunu gören Kral Jaime bölgeye 35.000 hiristiyan yerleştirmiş ve buradaki hâkimiyetlerinin kökleşmesi için 100.000 hıristiyan daha getirmeyi planla-mışsa da bu rakama ulaşamamıştır. İşgalden sonra merkezdeki müdeccenler şehir dışına çikanlmiş, bunların büyük bir bölümü ya Nasrîler’in topraklarına veya Kuzey Afrika’ya göç etmiştir. Çiftçiler ise hıristi-yanlann mülkiyetine geçen topraklarda tarım işçisi haline gelmiştir. Zaman zaman çıkan isyanların yine müslüman göçleriy-le sonuçlanmasına rağmen Katalon met-ropolitanı tarafından papalık makamına gönderilen 1337 yılma ait bir raporda Belensiye müdeccenlerinin 50.000 savaşçı çıkaracak güçte olduğundan söz edilmekteydi. Aynı raporda mescidlerin kiliselerden daha fazla olduğu ve müdeccenlerin nüfusun yarısını oluşturduğu da belirtilmekteydi. Bu durum, sürgünlere ve göçlere rağmen müdeccenlerin önemli bir kısmının bölgede kaldığını göstermektedir. Fakat aynı yüzyılda gerek veba salgını gerekse şartların kötüleşmesi sebebiyle sayılarında ciddi bir azalma meydana geldi; XV. yüzyılın ortalarında ise oranlan üçte bire düştü. Müslümanların tamamen sürüldüğü XVII. yüzyılın başlannda Belensiye bölgesinde 65.000 hıristiyan hanesine karşılık 31.000 müdeccen hanesinin bulunduğu kaydedilmektedir.
Kastilya sınırlan içindeki müdeccenler, âlimlerin istilâlar sırasında müslüman hakimiyetindeki topraklara göçmeleri sebebiyle bilim ve kültür alanında herhangi bir hamle gerçekleştiremediler ve buna paralel olarak sarayda da pek etkili olamadılar. Zamanla kendi dillerini muhafaza etmekte çektikleri sıkıntılar, dinî eserleri Arap harfleriyle İspanyolca yazma zorunluluğunu ve “aljamiado” denilen literatürü ortaya çıkardı Aragon’da da benzer bir durum söz konusuydu. Yalnız Be-lensiye’de müdeccenlerle birlikte müsta’rib hıristiyanlar ve yahudiler arasında Arapça yaşamaya devam etti. Derebeyiler ve kontlarla antlaşmalar yapılarak okullarda Arapça Öğretimi sürdürülmüştü. Mescidlerin açık ve şer’î hukukun yürürlükte olması da Arapça’nın devamlılığını sağlamaktaydı.
Müdeccenler genelde getto benzeri mahallelerde yahut müstakil köylerde oturuyorlardı. Müdeccen cemaatleri, kendilerini devlet nezdinde temsil eden ve Kastilya metinlerinde “alcaldes” adıyla geçen liderlere sahiptiler. Müslümanların kendi aralarındaki davalara bakmak da onların göreviydi. Hıristiyaniarla olan davalara ise yalnız hıristiyan hâkimler bakmaktaydı. Ceza takdirinde temel ilke hı-ristiyanm müslümandan daha değerli olduğu idi. Bu sebeple suç aynı olsa da cezaî müeyyide değişiyordu. Öte yandan hıristiyanlar üzerinde başka dinlerden birinin yönetici olamayacağı kanunlarda yer aldığından müdeccenler yönetimde görev alma imkânından mahrumdular. İslâmiyet hak din sayılmamakla beraber genelde ya-hudilere tanınan haklar müslümanlara da tanınmıştı; ancak ibadetlerini yerine getirme hususunda tamamen özgür değillerdi, Hıristiyanlara ait şehir ve kasabalarda bir mescide sahip olmaları, yüksek sesle ezan okumaları ve açıkta kurban kesmeleri mümkün değildi. Şehir merkezlerinden çıkarılıp değişik yerlere göçmeye zorlanmaları da cuma namazının edasını zorlaştırıyordu. İslâm dinini yaymaya çalışmak ise kesinlikle yasaktı; bu dini seçen hıristiyanın dahi cezası ölümdü.
İspanya’nın müslumanlardan geri alınmasını amaçlayan “reconquista” hareketinin XI. yüzyıl ortalarından itibaren Haçlı savaşı karakteri kazanmasına bağlı olarak gelişen dinî taassup sonucu, müdeccenlerin varlığı gerek İspanyol kilisesi gerekse papalık nezdinde rahatsız edici bir durumdu. XIII. yüzyıldan itibaren bazan bizzat papalar, bazan da konsiller tarafından Kastilya ve Aragon krailarına, hâkimiyetleri altındaki müslümanlann hâlâ kendi dinlerine bağlı kalmasının dayanılmaz bir durum olduğu bildirilerek bunların ya Hıristiyanlığa döndürülmeleri ya da ülkeden sürülmeleri istendi. Ancak, bunu yapmadıkları takdirde aforoz edileceklerinin bildirilmesine rağmen hıristiyan yöneticileri önceleri yarımadadaki mevcut İslâm hâkimiyetinin oluşturduğu tehdidi, sonra da müdeccenlerin ekonomik hayat açısından taşıdıkları önemi dikkate alarak bu isteği yerine getirmeye pek yanaşmadılar ve bu politikayı müslümanlara nis-betle daha korumasız durumda bulunan yahudilere karşı uygulamaya koydular. Müdeccenler ise yoğun bir misyonerlik faaliyetine hedef tutulmuştu. Papa VII. Gre-gorius, XI. yüzyılın sonlarında Endülüs topraklarına misyoner rahipler göndermiş, papa II. Urbanus da Tlıleytula başpiskoposundan müdeccenlerin hıristiyanlaştırılması-nı talep etmişti. XIII. yüzyıl ortalarında X. Aİfonso ikna yöntemi esas alınmak şartıyla misyonerlik faaliyetlerini destekledi. Aynı dönemde Dominikenler tarafından misyonerlik faaliyetlerinde görev alacak rahiplere Arapça öğretmek amacıyla Mürsiye1-de kurslar açıldı. Bu arada zaman zaman müslüman âlimleriyle papazlar arasında dinî tartışmalar yapıldı ve bu tartışmalar, misyonerlik çalışmalarına çok fazla hizmet etmemekle birlikte hıristiyanlar arasında İslâm dininin tanınmasını sağladı. 1492’de Nasrîler’in ortadan kaldırılmasından sonra İspanya topraklarını zorla hıristiyanlaştırma politikasının yahudilerin ardından müslümanlar üzerinde de uygulanmasına başlandı.
İspanya’da müslümanların hıristiyan-laştırılması bir süreç dahilinde gerçekleştirildi ve öncelikle Gırnata müdeccenleri hedef alındı. Bu öncelikte, Kraliçe İzabel-la’nın Gırnata’ya Romalılar dönemindeki dinî Önemini yeniden kazandırma arzusu yanında müslüman nüfusun önemli bir bölümünün bu şehirde bulunmasının da payı vardır. Siyasî otoriteye göre şehirdeki yoğun müdeccen varlığı potansiyel bir tehdit kaynağıydı; ayrıca İspanyol kilisesi ülkede dinî birliğin sağlanması için yöneticilere devamlı surette baskı yapıyordu. İlk çalışmalar piskopos Hernando de Tala-vera tarafından başlatıldı. Talavera ikna-ya dayalı bir yöntemle işsizlere iş bulma, hastaları ziyaret etme, yoksulları giydirme gibi jestlerle birtakım rnüdecceni Hıristiyanlığa kazandırdıysa da asıl süreci hızlandıran, 1499’da Talavera’nın yerine tayin edilen Tuleytula piskoposu F. Ximenez (Jimenez) de Cisneros oldu. Cisneros, önce çeşitli vaadlerle halkın önde gelen bazı liderlerini Hıristiyanlığa çekmeye çalıştı, ancak pek başarılı olamadı. Bunun üzerine zor kullanma yolunu seçti ve müslümanların dinî bilgilere ulaşamamaları için bütün kitapları toplatarak şehir meydanında yaktırdı. Gırnata teslim edilirken yapılan antlaşmadaki müslümanların canlarına, mallarına, dinlerine ve dillerine dokunulmayacağı, örf ve âdetlerini koruyacakları şeklindeki taahhütlere aykırı olarak her yola başvurdu ve camilerin tamamını kiliseye çevirirken ibadetin engellenmesi için halka yıkanma yasağı dahi getirdi. Fakat onun bu tutumu beklediği sonucu vermediği gibi çeşitli isyanlara yol açtı. 1499″da Gırnata’nın Beyyâzîn (Albaicin) semtinde, 1500’de Büşürât (Alpujarras) ve 1501 ‘de Ronda ve Bermeja’da ayaklanmalar başladı. Kral II. Fernando (Ferdinand) ve Kraliçe İzabella, kanlı bir şekilde bastırılan bu isyanları Gırnata antlaşmasını tamamıyla geçersiz saymaya fırsat bildiler ve antlaşmayı çiğnedikleri iddiasıyla müdec-cenlerden ya vaftiz olmalarını ya da ülkeyi terketmelerini istediler. Halkın çok azı sürgünü göze alabildi ve asıl çoğunluk vaftize boyun eğmek zorunda kaldı. Toplu vaftizlerin ardından yeni hıristiyanların tesir altında kalmasını önlemek amacıyla başka şehirlerden gelen müslümanların Gırnata’ya girişi yasaklandı. 1502’de Kas-tilya ve Leön topraklarında yaşayan mü-deccenlere hemen ülkeyi terketmeleri, aksi takdirde Hıristiyanlığa girmiş sayılacakları bildirildi. Kral II. Fernando, bu kararını daha sonra Kastilya Krallığı’na bağladığı Neberre’dede (Navarraj uyguladı (15i2}. Kastilya ve Leön müdeccenleri nin büyük çoğunluğu vaftiz olurken Neberre’dekile-rin bir bölümü bulundukları toprakların Fransa’ya yakınlığından yararlanarak bu ülkeye göç etti; göçemeyenler ise diğerleriyle aynı kaderi paylaştı.
Hıristiyanlaştırma politikası çerçevesinde bu gelişmeler yaşanırken Gırnata müdeccenleri Memlükler ve Osmanlılar’dan yardım istediler. Memlûk Sultanı Kayıtbay, müslümanlara yapılan baskılardan vazgeçilmezse kendisinin de hâkimiyeti altında bulunan hıristiyanlara benzer şekilde davranacağını ilân etti; fakat İspanya’dan gelen elçinin girişimleri sonucu bu kararını uygulamaya koymadı. Osmanlı Padişahı II. Bayezid ise bir taraftan müslümanlara uygulanan baskılara son verilmesini sağlamak amacıyla papalık nezdinde teşebbüste bulunurken bir taraftan da Kemal Reis’i bir donanmayla Akdeniz’e gönderdi (1505). Kemal Reis bu sefer sırasında Mâlekave Balear adalarını vurdu; bu arada bir kısım müdecceni Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a taşıdı.
Gırnata, Kastilya ve Neberre’de takip edilen sert politikanın aksine Aragon, Be-lensiye ve Berşelûne’deki müdeccenleri hıristiyanlaştırmak için uzun süre yalnızca misyonerlerden faydanıldı. Bunda, sözknusu bölgelerdeki yönetici sınıfın ar; rinin ucuz ve nitelikli iş gücünün ana nağını teşkil eden müdeccenler taraflı işletilmesinin önemli rolü vardır. Çi onlar ziraat alanında Endülüs medeniyetinden miras kalan bir birikime sahip Turtûşe Asiller Meclisi 1495’te, Berşe Asiller Meclisi 1503’te ve Münteşûn ( zon) Asiller Meclisi 1S10’da Kral Ferdinand dan bölgelerindeki müdeccenlerin kendi istekleriyle vaftiz olabileceklerini, bunu dışında kesinlikle din değiştirmeye veya güne zorlanamayacaklarını ifade eden taahhütler almayı başarmışlardı. A 1520’de Belensiye bölgesinde topraklarına karşı çoğunluğu dindar köylüle oluşan halkın başlattığı Germania i; asilzadeler kadar müdeccenleri de h aldı. Rahiplerin harekete geçirdiği kit Şâtıbe (Jâtiva), Polop, Uriyûle [Orihuela; bayda, Oliva ve Olevagra’da müdera ri zorla vaftiz ettirdiler ve camilerini şeye çevirdiler. 1522’de isyan bastırıl müdeccenler kadar onları koruyan e dileri de baskı altında gerçekleştirilen tizlerin geçerli sayılmaması gerektiğir le getirdiler. Fakat I. Karlos (Şarlken), ki yu incelemek üzere Madrid’de kurduğı misyonun görüşleri doğrultusunda A san lS25’te çıkardığı bir fermanla b ve şiddet altında gerçekleştirilmiş de müdeccenlere uygulanan vaftizin ge siz sayılmayacağını ilân etti. Arkasın da üst üste çıkardığı fermanlarla F VII. Clement’in tavsiyeleri doğrultusu Aragon, Belensiye ve Katalonya bölgelt de yalnız köle statüsündeki müslüma nn bırakılacağını, müdeccenlerin anca] ristiyanlığa girdikleri takdirde yerleri kalabileceklerini, aksi halde İspanya na sürüleceklerini bildirdi. Müdeccenlı sürülmesinin ya da din değiştirerek; len de olsa hıristiyanlarla eşit hale gelı lerinin ekonomik açıdan kendilerine vı ceği büyük zararın endişesini taşıyan; zadeler, fermanlardaki hükümlerin a ya alınması için yoğun çaba harcadık da bir başarı elde edemediler. Söz ko su kararlar özellikle Belensiye bölgesiı yer yer ayaklanmalara sebep oldu; an bunlar da sonucu değiştirmedi ve aj lanmalann bastırılmasının ardından r deccenlerin malları yağmalandı, cam; mescidleri tahrip edildi, kitapları yat ve toplu şekilde vaftizleri sağlandı. en sona bırakılan Aragon, Katalonyj Belensiye bölgelerindeki müdeccenlerirı vaftiz edilmesiyle İspanya’da bütün vat daşların hıristiyanlaştırılması süreci marnlanmış, geri kalan müdeccenlerin tamamı Moriskolar’a dönüşmüş oldu.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi