Müezzin Nedir, Müezzinlik Ne Demek, Tarihte, Tarihi, Hakkında Bilgi

  • Müezzin, Müezzinlik -Cumhuriyet Dönemi-
  • Müezzin, Müezzinlik Fıkhi Hükümleri,
  • Müezzin, Müezzinlik -Osmanlı Dönemi-

Sözlükte “çağrıda bulunan, ezan oku­yan, kamet getiren kimse” mânasındaKi müezzin kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “münâdî” anlamında iki âyette geçmektedir.[A’râf 7/44; Yûsuf 12/70] Hadislerde “ezan okuyan, kamet getiren” mânasın­da kullanılır, bazan bu anlamda münâdî kelimesi de yer alır. Müezzinler için sâih [çağıran, davet eden] ve mükebbir (tekbir alan] gibi unvanlara rastlanmakta­dır. Münâdîlik İslâm’dan önce Araplar’da mevcuttu. Mekke’de Dârünnedve’de yapı­lacak toplantılar münâdîler vasıtasıyla du­yurulduğu gibi şehirlerde ve kabileler ara­sındaki önemli olaylarla umumi toplantılar müezzin veya münâdî adı verilen şahıslar tarafından halka ilân edilirdi.

Hz. Peygamber hicretten önce Mekke’­de bazı duyurular için münâdîler görevlendirmiş, ancak müslümanlan namaza ça­ğırmak amacıyla özel bir görevli tayin et­memişti. Müezzinlik görevinin Mekke’de başladığına dair rivayetler doğru değildir. Medine’­de genellikle Bilâl-i Habeşî bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda “es-salâh es-salâh” (haydi namaza) diye çağrıda bulunduysa da bu uygulama yeterli görülmemiş, Resûl-i Ekrem’in 1 (622) veya 2. (623) yılda eza­nın lafızlarını belirlemesiyle müezzinlik mü­essesesi ortaya çıkmıştır. Bu tarihten son­ra müezzin kelimesi sadece namaz vakit­lerini duyuran ve kamet getiren kimseleri ifade etmek suretiyle münâdîlikten ayrılmışsa da münâdînin nadiren müezzin kar­şılığı kullanıldığı da görülmektedir.

İlk müezzin, ezan ve kameti Resûl-i Ek­rem’den öğrenen ve Neccâroğullan’ndan bir kadına ait evin damına çıkarak sabah ezanını okuyan Bilâl-i Habeşî’dir. Müezzinliğin önemine işaret eden Hz. Peygamber, “İnsanlar müezzinlik yapmanın ve ilk safta bulunmanın ne ka­dar sevap olduğunu bilselerdi buna ulaş­mak için kuraya başvururlardı” demiştir. Resûlullah zamanın­da müezzinlik görevi Medine’de Bilâl-i Ha­beşî ve İbn Ümmü Mektûm, Küba’da Sa’d b. Âiz el-Karaz ve Mekke’de Ebû Mahzûre tarafından yerine getirilmiştir. Müez­zinler bir arada bulundukları vakit Bilâl bi­rinci, Ebû Mahzûre ikinci, İbn Ümmü Mek­tûm üçüncü müezzin sayılırdı. Bilâl-i Habeşî ezan okuduktan sonra Hz. Peygamberin kapısı önünde durarak onu namaza davet ederdi. Bu uygulama Hulefâ-yi Râşidîn döneminde Sa’d b. Âiz, sonraki devirlerde devlet başkanlarının müezzinleri tarafından sürdürülmüştür. Bilâl-i Habeşî’nin Resûl-i Ekrem’in vefatı­nın ardından müezzinlik yapmak isteme­mesi üzerine bu iş için Mescid-i Küba’nın müezzini Sa’d b. Âiz görevlendirilmiştir. Bayram namazına gidilirken müezzinler Hz. Peygamberin önünde yürür, ellerinde Habeş Necâşîsi Ashame tarafından gön­derilen ve “aneze” diye bilinen asayı taşır­lardı.

Resûlullah, tayin ettiği valilerden ve İs­lâm’a giren kabilelerden imam ve müez­zin istihdam etmelerini isterdi. Hz. Ömer’in, Küfe kadılığına ve beytülmâl idaresine gön­derdiği Abdullah b. Mes’ûd’u müezzinlikle de görevlendirmesi Hz. Peygamberin baş­lattığı uygulamanın sürdürüldüğünü gös­termektedir. Re­sûl-i Ekrem’in Mekke fethinde Bilâl’e Ka­be’nin damında ezan okutmasından hare­ketle bir yerin fethinden sonra fetih ezanı okunması, fethedilen yere imam ve mü­ezzin tayin edilmesi ilk dönemlerden itiba­ren âdet haline gelmiştir.

Hz. Osman’ın Mescid-i Nebevî’de mü­ezzin sayısını dörde çıkarmasından sonra özellikle bü­yük ve merkezî camilerde cuma başta ol­mak üzere önemli gün ve gecelerde ezan ve kametin dışında çeşitli vazifeler üstle­nen birden çok müezzin görevlendirilmiş­tir. Bunlardan biri başmüezzin reîsülmüez-zinîn, şeyhülmüezzinîn olarak tayin edilirdi. Fethedilen yahut yeni kurulan şehirlerde yaptırılan cami ve mescidlerde merkezî idare, mahalle halkı veya bani tarafından müezzin görevlendirilmesiyle müezzinlik dinî hizmetler alanında imamlıktan sonra en önemli kurum haline gelmiştir. Cami ve mescidlerin yanı sıra külliye, medrese, han-kah, ribât, tekke ve zaviye gibi kurumlar­da da müezzinler vazife yapmıştır.

Asr-i saadetten itibaren müezzinler sesi güzel ve gür, Kur’ân-ı Kerîm’i iyi okuyan, mûsikiye vâkıf kimseler arasından seçilirdi. Hz. Peygamberin yirmi kadar kişiye ezan okutup dinlediği ve içlerinden Ebû Mah-zûre’nin sesini beğenerek ona ezan cüm­lelerini öğrettiği rivayet edilmektedir. Resûl-i Ekrem ayrıca çe­şitli sözleri ve uygulamalarıyla müezzinli­ğin önemine işaret etmiş ve müezzinler­den görevlerini usulüne uygun, insanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmalarını, gereksiz yere seslerini yükseltmemelerini istemiştir.

Mescid-i Nebevfnin arka tarafına müez­zinlerin ezan okuması için “mi’zene” adı verilen yüksekçe bir yer yapılmıştır. Emevî Halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân zamanın­da müezzinlerin seslerini daha uzaklara duyurabilmeleri ve sesi duymayan kimse­lerin uzaktan görerek vaktin girdiğini an­lamaları, ayrıca sahur ve iftar vakitlerinin bildirilmesi, bazı duyuruların yapılması için minareler inşa edilmiştir.

‘Bilâl-i Habeşî’nin beytülmâl işlerine de bakması, Hz. Ali’nin müezzini İbnü’n-Nebbâh’ın halifenin kâtipliğini ve Abdullah b. Zübeyr’in müezzininin kadılık vazifesini yapması örneklerinde görüldüğü gibi mü­ezzinler farklı görevler de üstlenmişlerdir; bu uygulama sonraki dönemlerde devam etmiştir. Müezzinler genelde hayatlarının sonuna kadar görevlerini sürdürürlerdi. Özellikle büyük şehirlerde belli ailelerden gelen müezzinler birkaç nesil boyunca bu görevi yerine getirirlerdi. Mekke ve Medi­ne’de Ebû Mahzûre ile Sa’d b. Âiz el-Ka-raz’ın soyundan gelenler uzun süre müez­zinliği uhdelerinde bulundurmuşlardır.

Emevîler devrinden itibaren devlet baş­kanlarının yanı sıra emîr, vali, kumandan gibi üst düzey yöneticiler de özel müezzin istihdam etmiştir. Memlükler’de saltanat nâiblerinin, Altın Orda Hanlığı’nda emîr ve hatunların elçilik, kâtiplik ve müderrislik de yapan müezzinleri bulunuyordu.

Zamanla Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî ile Emeviyye ve Ezher gibi büyük camilerde farklı mezheplere ait her mih­raba ayrı müezzin tayin edilmeye başlan­mıştır. Bu camilerdeki müezzin sayısının otuz ile yetmiş arasında olduğu belirtil­mektedir. Mekke’de ve Dımaşk’ta önce Şa­fiî müezzinlerinin, ardından diğer mezhep müezzinlerinin kamet getirdiği kaydedil­mektedir.

Hayatı boyunca Mescid-i Harâm’da gö­rev yaparken müezzinliği de öğreten Ebû Mahzûre Mekke okuyuşunun, Sa’d b. Âiz Medine okuyuşunun kurucusu kabul edil­mektedir. İslâmiyet’in yayıldığı bölgeler­de görevlendirilen müezzinler bu iki oku­yuştan birini esas almıştır. Fâtımîler’den itibaren müezzinlerin hâkim mezhebin an­layışına uygun biçimde görev yapması za­man zaman şikâyetlere sebep olmuştur.

Hz. Peygamber, beraberinde Bilâl-i Ha­beşî olduğu halde Mescid-i Küba’ya gitti­ğinde müezzinliğin Sa’d b. Âiz tarafından yerine getirilmesi, Ebû Mahzûre’nin, Mes­cid-i Harâm’da müezzinlik görevinin Emevî Halifesi Muâviye’nin müezzini tarafından üstlenilmesine karşı çıkması bir yerde ön­celiğin vazifeli müezzine ait olduğunu gös­termektedir. Öte yandan müezzinlerin bazan görevlerini ihmal ettikleri veya yet­kilerini aştıkları, Emevî valilerinden Ziyâd b. Ebîh’in müezzininin yaptığı gibi halkı zorla camiye topladıkları, ezanı vaktinden önce okudukları veya siyasî olaylar sebe­biyle görev yapamadıkları görülmektedir.

Resûl-i Ekrem ve ilk iki halife zamanın­da cuma namazı için hutbeden önce sa­dece iç ezan okunurken Hz. Osman döne­minden itibaren dışarıda da ezan okun­maya başlanmıştır. Müezzinler, aşırı yağ­mur sebebiyle cuma günü namazın Mes­cid-i Nebevi’de kılınamayacağını duyurmak gibi bazı istisnaî görevler de üstlenirdi.

Bayram namazları için mescide gidilir­ken Resûlullah devrinde olduğu gibi mü­ezzinler namazı kıldıracak halifenin veya valinin önünden yürürlerdi. Hulefâ-yi Râşidîn döneminde kurban edilecek hayvan Mescid-i Nebevî’nin müezzini tarafından halifenin önüne getirilirdi. Fâtımîler’den itibaren tören alaylarına ka­tılmaya başlayan müezzinler Mekke’de minberin basamaklarına oturarak, Hindis­tan’da fillerin üzerinde tehlîl ve tekbirlerle bayram törenlerini yönlendirirlerdi.

Müezzinlerin önemli günlerde bilhassa yatsı ve sabah namazlarından önce, Cuma ve bayram gecelerinde minareden tesbi-hatta bulunmaları, cuma ezanından evvel sala okumaları âdeti ilk defa Mısır’da Mesleme b. Muhalled’in (ö. 62/682) valiliği es­nasında Amr b. Âs Camii’nde uygulanmış­tır. Daha sonra bu uygulama Kur’ân-ı Ke­rîm tilâveti, dua, kaside ve ilâhiler de ilâve edilerek bütün İslâm dünyasında yaygın­laşmıştır. Memiükler devrinde büyük camilerde Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmeyi em­reden Ahzâb sûresinin 56. âyeti cuma geceleri ezandan sonra başmüezzin tara­fından okunur, diğer müezzinler de bunu tekrarlardı. Müezzin­lerin farz namazlardan sonra otuz üçer defa okuduğu “sübhânellah”, “elhamdü­lillah” ve “Allâhüekber” şeklindeki tesbihata 742’de (1341) Kâdılkudât Takıyyüddin es-Sübkî, üç defa “estağfırullâh el-azîm” ve “Allâhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârekte yâ ze’I-celâli ve’l-ikrâm” ibareleriyle sabah ve akşam namazların­dan sonra bazı zikir ve tesbihatı ilâve et­miştir Mısır ve Suriye’de 791 (1389) yılından itibaren müezzinler her ezanın ardından Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmeye başlamıştır.

Halife, sultan, vezir ve kumandanlar gö­reve geldiklerinde, sefere çıktıklarında ve­ya dönüşlerinde müezzinler onları öven ka­sideler okurlardı. Abbâsîler’de biat edile­cek halifenin adı minarelerden halka bil­dirilirdi. 463te (1070-71) Kâim’BiemrİIlâh ve Sultan Alparslan adı­na hutbe okunacağı siyahlara bürünmüş müezzinler tarafından ilân edilmişti. Müezzinler, vaktin girdi­ğini devlet başkanına yahut valiye haber verdikten sonra ezan okuyarak bekler, ka­meti onlara göre ayarlarlardı. Halifelerin beş vakit namaza çıkmayı terkettikleri Ab­basî ve Fatımî dönemlerinde müezzinlerin halifeyi namaza davet görevi ortadan kal­kınca çeşitli vesilelerle halifenin adı mina­relerde zikredilerek övme uygulaması baş­lamış, Fâtımîler’le mücadeleye giren Selâ-haddîn-i Eyyûbî bunu kaldırmak istemiş­se de başarılı olamamıştır. Buna ilâveten Mısır, Suriye ve Hicaz’daki bütün camiler­de sabah namazından önce halifenin ya­nında Hz. Peygamber’in anılması âdetini getirmiştir. Mekke’de “müezzin-i zemzemî” adı verilen başmü­ezzin, her akşam namazından sonra ve yeni ay girince ezan okuduğu yere çıkarak yüksek sesle emîri tebrik eder, Mekke yö­netiminde bulunmuş kimseleri öven bir kaside okurdu. Osmanlı döneminde de bu uygulama sürdürülmüştür. Memiükler devrinde Hicaz ve Mısır’da müezzinler ta­rafından toplu olarak okunan ezana “sul­tan ezanı” denilirdi.

Müezzinler açılış törenleri başta olmak üzere çeşitli etkinliklere katılırlardı. Mu-hammed b. Kalavun, Kal’atü Cebel ta­mamlanınca Mısır’daki bütün müezzinleri açılış törenine çağırarak aralarından seç­tiği yirmi kişiyi burada görevlendirmişti. Müezzinlerin vazifeleri arasında ölüm haberlerini halka duyurmak da bulunuyordu. Nitekim Abbas b. Abdülmuttalib’in vefatı Medine’nin kenar mahallelerine gönderi­len bir müezzin tarafından duyurulmuştu. 781 (1379) yılından iti­baren bu görev müezzinlerin minarelerden okudukları sala ile yerine getirilmeye baş­lanmıştır. Savaşlarda şehid olan Önemli kişilerin şehâdetini halka duyuran müez­zinler cenazelerin teçhiz ve tekfiniyle uğraşır, bazı bölgelerde cena­ze götürülürken vefat eden kimsenin iyi­liklerini sayarlardı. Hükümet merkezinden gelen ferman ve mektup gibi önemli du­yurular da halka müezzinler tarafından okunurdu. Müezzin­lerin görevlerini iyi yapıp yapmadığı muh-tesibler tarafından denetlenirdi. İbn Battûta’nın, Mal-divler’de kadılık vazifesini üstlenince bu­radaki adalara emirnameler göndererek devletten maaş alan imam ve müezzinle­rin görevlerini iyi yapmalarını istemesi ve tayinleriyle bizzat ilgilenmesi müezzinlerin kadılar tarafından denetlenebildiğin! de göstermektedir.

Müezzinlere maaş bağlandığına dair ilk haberler Hz. Ömer devrine kadar ulaşır ve Hz. Osman’dan itibaren müezzinlerin sürekli maaş aldığı belirtilir. Hârûnürreşîd zamanında divana kayıtlı müezzinlere yıllık 1000 dinar verilirken Muktedir- Billâh döneminde hi­lâfet sarayı ve müştemilâtını kapsayan Dârülhilâfe’de görevli müezzinlere günlük 3^-dinar ücret ödeniyordu. Nâsır-ı Hüsrev, Dı-maşk’tan Kayrevan’a kadar bütün şehir ve köylerde müezzin bulunduğunu ve bunla­rın maaşlarının valiler tarafından ödendi­ğini kaydeder. Müez­zinlere ramazan aylarında, bayramlarda, önemli gün ve gecelerde ek tahsisat ay­rılırdı. Müezzinlik görevini fahrî olarak üst­lenenler de bulunuyordu İbn Haldun, Me’mûn dönemine ait maaş defterlerinden hareketle müezzinler dahil dinî hizmet ifa edenlerin fazla servet sa­hibi olamayacağını söyler. Müezzinlerin maaşlarına dair ayrın­tılı bilgiler vakıfların gelişmesiyle birlikte artmaktadır. Vakfiyelerde müezzinlere ya­pılacak maaş ödemeleriyle beraber gıda ve giyecek tahsisatı yanında ek görevlerine dair bilgiler de vardır. İbn Asâkir, Dımaşk camilerinde vazife yapan müezzinlerin ma­aşlarının büyük bir kısmının vakıf gelir­lerinden karşılandığını söyler.

Anadolu Selçukluları döneminde Seyfeddin Torumtay’ın düzenlediği 66S (1266-67) tarihli vakfiyede Amasya’daki Gökmedrese Camii’nde görevli müezzinle sala müez­zininin maaşı yıllık 3’er müd buğday, Kırşehir Emîri Cacaoğlu Nûreddin tarafından düzenlenen 670 (1272) ta­rihli vakfiyede Kayseri’de görevli müezzi­nin maaşı yıllık 240 dirhem olarak tesbit edilmiştir. Aynı vakfiye­den medresenin mescidinde vakıf gelir­lerinden herhangi bir tahsisat almadan Kur’an öğreten müezzine yılda 120 dir­hem ve 645 (1247) tarihli vakfiyeden kervansarayın mesci­dinde görev yapacak olan müezzine yılda 150 dirhem maaş yanında 24 müd buğ­day verildiği anlaşılmaktadır.

Memlûk Sultanı Hasan b. Muhammed b. Kalavun’un yaptırdığı Sultan Hasan Kül-liyesi’nde bir başmüezzinle on altı müez­zin görevlendirilmiş, bunlardan başmü-ezzine aylık 50, diğerlerine 40’ar dirhem maaş tahsis edilmiş ve ramazan aylarında 1O’ar dirhem daha Ödeneceği belirtilmiş­tir. el-Melikü’l-Eşref Şa’bân zama­nında Mescid-i Harâm’da görevli beş mü­ezzinle Mescid-i Nebevî müezzinleri yıllık 400 dirhem, Mekke’yi kuşatan tepelerde vazife yapan müezzinler ise yıllık 120 dir­hem ücret alıyorlardı. İlhanlılar devrinde Tebriz’de inşa edilen Rab’-ı Reşîdî Külliyesi’ndeki müez­zinlerden daimî kadroda bulunan iki mü­ezzine yıllık 90 dinar maaş ve günlük 4 men  buğday ekmeği, sadece cuma günleri görev yapan on müezzine ise yıllık 50 dinar maaş ve günlük 10 men buğday ekmeği ödenek ayrılmıştı. Beylikler döneminde Sivas Sâhibiye Medresesi”nde bulunan iki mü­ezzine yıllık 300’er dirhem-i sultanî verili­yordu. Amasya Burmalı Mi­nare Camii’nde iki müezzin münâvebe ile, cuma günleri ise birlikte görev yapıyor ve günlük 3’er dirhem ücret alıyorlardı.

Hankah, ribât, tekke, zaviye gibi kurum­larda görevlendirilen müezzinlerden ayrıca aşçılık, hâdimlik, bevvâblık, ferrâşlık gibi hizmetlerden bir veya birkaçını üstlenme­leri isteniyordu. XIV. yüzyılda Tokat’taki Ebüşşems Hankahfnda vâkıfın azatlıların­dan ve onların evlâdından olması şart ko­şulan bevvâb aynı zamanda müezzinlik ya­pıyor ve bunun karşılığında kendisine yılda 120 dirhem maaşla günde 3 ukıyye ek­mek veriliyordu. Veled-i Kâblu Hankahı’nda ezanı mutlaka hankahın kapısının ya­nında okuması şart koşulan müezzin ferrâşlık, bevvâblık ve aşçılık görevlerini de üstleniyor ve yılda 320 dirhem maaş alı­yordu.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski