Müezzin, Tarihte Müezzinlik -Osmanlı Dönemi- Hakkında Bilgi

  • Müezzin, Müezzinlik -Cumhuriyet Dönemi-
  • Müezzin, Müezzinlik Fıkhi Hükümleri,
  • Müezzin Nedir, Müezzinlik Tarihi

Osmanlı Devleti’nde din hizmetlerinin yürütülmesinde önem­li bir yer işgal eden müezzinler sivil ve as­keri kesimlerde hizmet vermek üzere özel ve resmî kimlikleriyle geniş bir kitle oluş­tururlar. Osmanlı şehir örgütlenmesi için­de, önemli görevler üstlenen mahalle ima­mının yardımcısı müezzinlerdi. Müezzinler padişah beratı İle göreve başladıklarından Osmanlı devlet sisteminde şahsî vergi yü­kümlülüğünden muaf olan gruplar (askerî) içinde sayılır ve görevlerinin sona ermesiy­le yeniden sivil statüsüne dönerlerdi .

Yeniçeri ortalarında, serhadlerdeki müs­tahkem mevkilerde, askerî teknik sınıflar içinde, askerî eğitim kurumlarında, do­nanma ve tersanelerde, baltacı ocakların­da ve askerî hastahanelerde padişah be­ratı ile müezzin tayin edildiği bilinmek­tedir; Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni ordu teşkilâtında alaylar ve ta­burlar içinde de müezzin görevlendirilmiş­tir. 1208 (1793) tarihli belgede, bir saray mektebi olan Galata Sarayı’nda müezzin kadrosunun boşalması halinde kasriyed ve evlâdiyet şartıyla intikali doğru bulunma­yıp ehil bir kimsenin tayin edilmesi isten­mişti. 1076-1105 (1665-1693) yılları arasında Tersâne-i Âmire’nin camisinde bulunan on beş gö­revli arasında bir sermahfil, üç müezzin ve bir sala müezzini bulunuyordu. Donan­ma gemilerinde de müezzin görevlendiri­lir, namaz vakitlerinde her gemiden bir müezzin mizana direği çarmıhına tırma­narak ezan okurdu. Osmanlı Devleti’nde ufak bir garnizonu barındıran kalelere, derbendlere müezzin tayin edildiği, bun­lara askerî hizmet yükümlülüğüne tâbi olmaksızın timar tevcih edildiği görülmek­tedir.

Sarayda görev yapan padişah müezzin­lerine “müezzin-i hâssa, müezzin-i şehriyâri, hünkâr müezzini” adı verilirdi. Baş­larında sermüezzinin bulunduğu hünkâr müezzinleri müezzinbaşının yardımcısı olan sermahfil tarafından Enderun’a alı­nır, mûsiki bilgisi ve müezzinlik âdabı öğ­retildikten sonra sermahfilin tavsiyesi ve Dârüssaâde ağasının arzı ile görevlendiri­lirdi. Hünkâr müezzinlerinin XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren saray görevlileri arasına girdikleri, XVI. yüzyılda önce üç, daha sonra altı olan sayılarının bu yüzyılın son çeyreğinden itibaren on beş olarak sabitlendiği görülür. Hezarfen Hüseyin Efen­di de saray müezzinlerinin sayısının on beş olduğunu ve bunlara yıllık toplam 48.960 akçe ödendiğini kaydeder. Bu sebeple 1669-1670 yıllarına ait bütçe kayıtlarında günlük 175 akçe öde­me yapılan on dokuz saray müezzininin bu­lunması D’Ohsson’un bunların sayısını otuz iki olarak kaydetmesi ve 1218’de (1803) sayılarının on bire düşme­si istisnaîdir. Başlangıçta eşit ücret alan ve daha sonra kıdemlerine göre farklı ücret takdir edi­len saray müezzinleri müezzinbaşının ön­cülüğünde Osmanlı ordusunun yola çık­ması ve karşılanması, surre alayının İstan­bul’dan ayrılışı, alay sancağının alaya ilk ve­rilişi, sancağa madalya takılması gibi tö­renlere katılırdı. Enderun’da Baltacı Mehmed Paşa ve Bıyıklı Ali Paşa gibi saray mü­ezzini olup daha sonra sadrazamlığa ka­dar yükselenlerin yanında önemli devlet adamlarının müezzinliğini üstlenenler de vardır. Hünkâr müezzinleri 1826’da Muzıka-i Hümâyun’un kuruluşunun ardından bu çatı altında toplanmıştır.

Cami ve mescidlerin dışında da resmî müezzinler mevcuttu. “Ehl-i hiref-i hâssa” adı verilen bu müezzinlerin sayısını kendi mesleğinin de müezzinlik olduğunu söyle­yen Evliya Çelebi 700 olarak gösterir. Sanat ve ticaretle ilgi­si olmadığı halde ehl-i hirfetten sayılan bu müezzinler vezir, ayan ve diğer ileri gelen­lerin müezzinleriydi. Bunlar geçit resmi­ne katılırlardı. Hünkâr müezzinleri ikişer, sadrazam müezzinleri birer pay alıp sefe­re giderken bu müezzinler selâtin ve ve­zir camilerinde görevli müezzinlerle bir­likte İstanbul’da kalıp sefere giden ordu müezzinlerine birer aylık ulufelerini verip yardım ederlerdi. Fâtih Sul­tan Mehmed’in türbesinde ve Urfa’daki Halvetî Tekkesi’nde biri sala müezzini ol­mak üzere ikişer müezzin görevlendiril­mesi örneklerinde olduğu gibi yalnız bu gö­revi üstlenenlerin yanında müezzinlerin imamlık, hatiplik, kayyımlık, aşçılık, devirhanlık, zâkirbaşılık gibi hizmetlerden bir veya birkaçını yerine getirenlere de rast­lanır. Dârülaceze’nin yanı sıra Dârülhayr gibi Batı tarzında açılan eğitim kurumla­rında da müezzin görevlendirilmiştir.

Müezzinler mescid ve camilerin vakıf­larından maaş alıyordu. Tayinleri önceleri vakıf mütevellisinin teklifi ve şeyhülislâmın tasdikiyle hazırlanan beratla oluyordu. II. Mahmud devrinden itibaren maaş tahsi­si sistemine geçilince tayin teklifi Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti tarafından yapılmaya başlanmıştır. Taşradan gelenlerin başvuruları için kadı i’lâmı, adayın dilekçesi ve vakıf mütevellisinin arzı gerekirdi.

Çeşitli mukâtaa gelirlerinin kaynak gös­terildiği cami ve mescidlerin cihetlerine maaşlar genellikle yıllık olarak verilirken bunların dışında kalanlara günlük, aylık ve üç aylık ödeme şekli benimsenmiştir. Maaş yanında aynî ödeme yapıldığı gibi özellikle taşrada ücretlerin tamamı yıllık olarak verilebiliyordu. Ücretler genellikle düşük seviyededir. İstanbul’daki müezzin­ler taşraya göre, İstanbul’da selâtin cami­leri ve saray müezzinleri ise diğerlerine göre daha yüksek ücret alırdı. Müezzinba-şı ile yardımcılarına diğer müezzinlerden daha yüksek maaş tahsis edilirdi. Müez­zinlerin ayrıca ramazan aylarında, bayram­larda, mübarek gün ve gecelerde, saltanat değişimlerinde, selâtin camilerinde padi­şah veya devlet büyükleri namaz kıldığın­da ek gelirlere nail oldukları görülmekte­dir.

Müezzin tayinlerinde dinî bilgi yanında güzel ses ve mûsiki bilgisi de aranırdı. An­cak görevin küçük yerleşim birimleriyle kır­sal kesimlerde babadan oğula veya diğer aile fertlerinden birine geçmesi bu ölçü­nün her zaman geçerli olmadığını göste­rir. Bazan taşrada bir mescidin bütün gö­revleri bir kişinin veya aynı ailenin fertle­rinin üzerinde toplanırdı. Büyük yerleşim birimlerinde ise adaylar arasında yapılan imtihanlarla liyakatli kimseler tercih edil­mekteydi. Düzenlenen vakfiyelerde mü­ezzin tayin edilecek kişilerin nitelikleri, görev alanları ile ezan ve kamet dışında yü­kümlü oldukları vazifeler sıralanmıştır. Eği­tim durumlarına işaret eden kayıtlar, ge­nellikle müezzinlerin imam ve hatipler ka­dar düzenli bir eğitim görmediğini, güzel ses ve aileden tevarüs dışında fazla bir özellikleri bulunmadığını göstermektedir. Hassa müezzinleriyle selâtin camisi müez­zinlerinin ise dinî bilgiler ve güzel ses ya­nında çok iyi bir mûsiki bilgisine sahip ol­dukları anlaşılmaktadır. Bundan dolayı İs­tanbul’da yetişen müezzinlerin Anadolu’­nun çeşitli yerlerine gönderildiğine dair örneklere rastlanmaktadır. İstanbul’daki Yenicami için im­tihanla otuz altı müezzinin tayininde oldu­ğu gibi Topçular Kâtibi Abdülkadir müezzinlik tayin­lerinin mutlaka bir imtihan sonucu gerçek­leştirilmesi istenmiş ve imtihansız müezzin tayin edilme­mesi için hüküm çıkarılmıştır.

İli. Selim devri ricalinden Behiç Efendi, aralarında müezzinlerin de bulunduğu din görevlilerinin işlerinin ehli olmalarının ya­nında bulundukları yerlerde bilhassa si­yasî ve mülkî meselelerin çözümünde is­tifade edilebilecek bir niteliğe sahip bulun­maları gerektiğini vurgular. Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nde oluşturulan komisyon tarafından 10 Cemaziyelahir 1305 (22 Şubat 1888) tarihinde hazırlanan Tevcîhât-ı Cihât Nizamnâmesi’nde müezzinlik görevi veri­lecek kimselerin İstanbul’da Mahkeme Tef­tiş Heyeti huzurunda, taşrada idare meclislerinde hâkim, müftü, evkaf muhase­becisi ve mahallî ulemâdan oluşacak bir heyet tarafından imtihana tâbi tutulma­sı, başarılı görülenlerin ayrıca iyi hallerine dair şehâdetnâmelerinin incelenmesinden sonra tayinlerinin yapılması kararlaştırıl­mıştır. İki camide birden imamlık veya müezzinlik cihetlerinin aynı şahısta top­lanmasına izin verilmemesi, iki camide gö­revli olanların bunlardan birini tercih et­mesi, birden fazla müezzini bulunan camilerde herhangi bir kadro boşalması du­rumunda tayinlerin kıdem esasına göre yapılması hükme bağlanmıştır. 1913’te imam – hatip ve müezzin yetiştirmek ama­cıyla Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ açıl­mış, ancak I. Dünya Savaşı sebebiyle iste­nen sonuç alınamamıştır. Medreselerin ıslahını, yeni­lerinin açılmasını ve ihtisaslaşmaya gidil­mesini öneren Ziya Gökalp, Medresetü’l-müezzinîn ve’l-kurrâ adıyla bir mektebin kurulmasını teklif eder.

Medine’de görevlendirilecek hatip ve mü­ezzinleri yetiştirmek üzere Medresetü’l-hutabâ’nın açılması teşebbüsü de neticesiz kalmıştır. Müezzinler, 1826 yılından iti­baren kurulan yeni orduya asker teminiyle ilgili düzenlemelere kadar askerlik hizme­tinden muaf tutulmuştur. 19 Aralık 1848 tarihli askeri kanunnâmeyle görevlerini bizzat kendileri üstlenmek ve vekil bırak­mamak şartıyla muafiyetlerinin sürmesine, istekleri halinde ise orduya katılabilecek­lerine karar verilmiş ve askere gitmemek için cami görevlerine talip olanlara dikkat edilmesi istenmiştir.

Osmanlı döneminde uygulanan ve Cum­huriyetin ilk yıllarında da sürdürülen cum­hur müezzinliği müezzinlerin bazı ibareleri birlikte, bazılarını ise nöbetleşe okumalarıyla gerçekleşirdi. XVI. yüzyılın başların­da Fâtih Camii’nde görev yapan müezzin­ler üçerli iki grup halinde minareye çıkarak toplu ezan okurlardı. Mescid-i Harâm’ın her minare­sine ayrı bir müezzin tayini uygulaması Os­manlı devrinde de devam etmiştir. XIX. yüzyılın ikin­ci yansında Mescid-i Nebevfde müezzin­ler akşam haricindeki vakitlerde minare­lerde iki buçuk saat kalır, ezandan önce tehlil, tekbir, teşbih, salâtü selâm ve çe­şitli dualar okurlardı.

Müezzinlerin önemli bir kısmı mûsiki yanında güzel sanatların diğer dallarıyla da ilgilenirdi; tesbîhat, mahfel sürmesi, dua ve mihrâbiye okur, temcîd, münâ-cât, sala, tardiye, tekbir, mevlid, mi’râci-ye, Muhammediye, tevşîh, na’t gibi cami mûsikisinin formlarını icra ederlerdi. Bu­nun yanında ölüm haberinin duyurulma­sı için minarelerden okunan sala yanında cenazenin kabrine götürülüşü sırasında düzenlenen cenaze alayında ve definden sonra olmak üzere iki çeşit sala okurlardı. Padişahlarla hanedan mensupları ve dev­let ricalinin vefat haberleri müezzinbaşılara buyruldu çıkarılarak selâtin camile­rinde okunan salalarla ilân edilirdi. Saray­da ve bazı konaklarda meşhur müezzin­lerin katıldığı teravih namazları kılınır ve burada müezzinlerin birlikte okudukları ilâhilere “ramazan ilâhisi” denirdi.

Türk mûsikisinde şöhret bulmuş bes­tekâr ve hanendeler içinde çok sayıda mü­ezzin vardır. Bunlar arasında XVII. yüzyıl­da Sultan Ahmed Camii müezzinbaşısı Hocazâde Mehmed Enveri, XVIII. yüzyılda Zeyrek Camii müezzini Hüseyin Dede. XIX, yardım ederlerdi. Fâtih Sul­tan Mehmed’in türbesinde ve Urfa’daki Halvetî Tekkesinde biri sala müezzini ol­mak üzere ikişer müezzin görevlendiril­mesi örneklerinde olduğu gibi yalnız bu gö­revi üstlenenlerin yanında müezzinlerin imamlık, hatiplik, kayyımlık, aşçılık, devir-hanlık, zâkirbaşılık gibi hizmetlerden bir veya birkaçını yerine getirenlere de rast­lanır. Dârülaceze’nin yanı sıra Dârülhayr gibi Batı tarzında açılan eğitim kurumla­rında da müezzin görevlendirilmiştir.

Müezzinler mescid ve camilerin vakıf­larından maaş alıyordu. Tayinleri önceleri vakıf mütevellisinin teklifi ve şeyhülislâmın tasdikiyle hazırlanan beratla oluyordu. II. Mahmud devrinden itibaren maaş tahsi­si sistemine geçilince tayin teklifi Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti tarafından yapılmaya başlanmıştır. Taşradan gelenlerin başvuruları için kadı i’lâmı, adayın dilekçesi ve vakıf mütevellisinin arzı gerekirdi.

Çeşitli mukâtaa gelirlerinin kaynak gös­terildiği cami ve mescidlerin cihetlerine maaşlar genellikle yıllık olarak verilirken bunların dışında kalanlara günlük, aylık ve üç aylık ödeme şekli benimsenmiştir. Maaş yanında aynî ödeme yapıldığı gibi özellikle taşrada ücretlerin tamamı yıllık olarak verilebiliyordu. Ücretler genellikle düşük seviyededir. İstanbul’daki müezzin­ler taşraya göre, İstanbul’da selâtin cami­leri ve saray müezzinleri ise diğerlerine göre daha yüksek ücret alırdı. Müezzinba-şı ile yardımcılarına diğer müezzinlerden daha yüksek maaş tahsis edilirdi. Müez­zinlerin ayrıca ramazan aylarında, bayram­larda, mübarek gün ve gecelerde, saltanat değişimlerinde, selâtin camilerinde padi­şah veya devlet büyükleri namaz kıldığın­da ek gelirlere nail oldukları görülmekte­dir.

Müezzin tayinlerinde dinî bilgi yanında güzel ses ve mûsiki bilgisi de aranırdı. An­cak görevin küçük yerleşim birimleriyle kır­sal kesimlerde babadan oğula veya diğer aile fertlerinden birine geçmesi bu ölçü­nün her zaman geçerli olmadığını göste­rir. Bazan taşrada bir mescidin bütün gö­revleri bir kişinin veya aynı ailenin fertle­rinin üzerinde toplanırdı. Büyük yerleşim birimlerinde ise adaylar arasında yapılan imtihanlarla liyakatli kimseler tercih edil­mekteydi. Düzenlenen vakfiyelerde mü­ezzin tayin edilecek kişilerin nitelikleri, görev alanları ile ezan ve kamet dışında yü­kümlü oldukları vazifeler sıralanmıştır. Eği­tim durumlarına işaret eden kayıtlar, ge­nellikle müezzinlerin imam ve hatipler ka­dar düzenli bir eğitim görmediğini, güzel ses ve aileden tevarüs dışında fazla bir özellikleri bulunmadığını göstermektedir. Hassa müezzinleriyle selâtin camisi müez­zinlerinin ise dinî bilgiler ve güzel ses ya­nında çok iyi bir mûsiki bilgisine sahip ol­dukları anlaşılmaktadır. Bundan dolayı İs­tanbul’da yetişen müezzinlerin Anadolu’­nun çeşitli yerlerine gönderildiğine dair örneklere rastlanmaktadır. İstanbul’daki Yenicami için im­tihanla otuz altı müezzinin tayininde oldu­ğu gibi müezzinlik tayin­lerinin mutlaka bir imtihan sonucu gerçek­leştirilmesi istenmiş ve imtihansız müezzin tayin edilme­mesi için hüküm çıkarılmıştır.

III. Selim devri ricalinden Behiç Efendi, aralannda müezzinlerin de bulunduğu din görevlilerinin işlerinin ehli olmalarının ya­nında bulundukları yerlerde bilhassa si­yasî ve mülkî meselelerin çözümünde is­tifade edilebilecek bir niteliğe sahip bulun­maları gerektiğini vurgular. Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nde oluşturulan komisyon tarafından 10 Cemâziyelâhir 1305 (22 Şubat 1888) tarihinde hazırlanan Tevcîhât-ı Cihât Nizamnâmesi’nde müezzinlik görevi veri­lecek kimselerin İstanbul’da Mahkeme Tef­tiş Heyeti huzurunda, taşrada idare meclislerinde hâkim, müftü, evkaf muhase­becisi ve mahallî ulemâdan oluşacak bir heyet tarafından imtihana tâbi tutulma­sı, başarılı görülenlerin ayrıca iyi hallerine dair şehâdetnâmelerinin incelenmesinden sonra tayinlerinin yapılması kararlaştırıl­mıştır. İki camide birden imamlık veya müezzinlik cihetlerinin aynı şahısta top­lanmasına izin verilmemesi, iki camide gö­revli olanların bunlardan birini tercih et­mesi, birden fazla müezzini bulunan camilerde herhangi bir kadro boşalması du­rumunda tayinlerin kıdem esasına göre yapılması hükme bağlanmıştır. 1913’te imam-hatip ve müezzin yetiştirmek ama­cıyla Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ açıl­mış, ancak I. Dünya Savaşı sebebiyle iste­nen sonuç alınamamıştır. Medreselerin ıslahını, yeni­lerinin açılmasını ve ihtisaslaşmaya gidil­mesini öneren Ziya Gökalp, Medresetü’l-müezzinîn ve’l-kurrâ adıyla bir mektebin kurulmasını teklif eder.

Medine’de görevlendirilecek hatip ve mü­ezzinleri yetiştirmek üzere Medresetü’l-hutabâ’nın açılması teşebbüsü de neticesiz kalmıştır. Müezzinler, 1826 yılından iti­baren kurulan yeni orduya asker teminiyle ilgili düzenlemelere kadar askerlik hizme­tinden muaf tutulmuştur. 19 Aralık 1848 tarihli askerî kanunnâmeyle görevlerini bizzat kendileri üstlenmek ve vekil bırak­mamak şartıyla muafiyetlerinin sürmesine, istekleri halinde ise orduya katılabilecek­lerine karar verilmiş ve askere gitmemek için cami görevlerine talip olanlara dikkat edilmesi istenmiştir.

Osmanlı döneminde uygulanan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da sürdürülen cum­hur müezzinliği müezzinlerin bazı ibareleri birlikte, bazılarını ise nöbetleşe okumalarıyla gerçekleşirdi. XVI. yüzyılın başların­da Fâtih Camii’nde görev yapan müezzin­ler üçerli iki grup halinde minareye çıkarak toplu ezan okurlardı. Mescid-i Harâm’ın her minare­sine ayrı bir müezzin tayini uygulaması Os­manlı devrinde de devam etmiştir. XIX. yüzyılın ikin­ci yansında Mescid-i Nebevî’de müezzin­ler akşam haricindeki vakitlerde minare­lerde iki buçuk saat kalır, ezandan önce tehlil, tekbir, teşbih, salâtü selâm ve çe­şitli dualar okurlardı.

Müezzinlerin önemli bir kısmı mûsiki yanında güzel sanatların diğer dallarıyla da ilgilenirdi; tesbîhat, mahfel sürmesi, dua ve mihrâbiye okur, temcîd, münâcât, sala, tardiye, tekbir, mevlid, mi’râciye, Muhammediye, tevşîh, na’t gibi cami mûsikisinin formlarını icra ederlerdi. Bu­nun yanında ölüm haberinin duyurulma­sı için minarelerden okunan sala yanında cenazenin kabrine götürülüşü sırasında düzenlenen cenaze alayında ve definden sonra olmak üzere iki çeşit sala okurlardı. Padişahlarla hanedan mensupları ve dev­let ricalinin vefat haberleri müezzinbaşı-lara buyruldu çıkarılarak selâtin camile­rinde okunan salalarla ilân edilirdi. Saray­da ve bazı konaklarda meşhur müezzin­lerin katıldığı teravih namazları kılınır ve burada müezzinlerin birlikte okudukları ilâhilere “ramazan ilâhisi” denirdi.

Türk mûsikisinde şöhret bulmuş bes­tekâr ve hanendeler içinde çok sayıda mü­ezzin vardır. Bunlar arasında XVII, yüzyıl­da Sultan Ahmed Camii müezzinbaşısı Ho-cazâde Mehmed Enverî, XVIII, yüzyılda Zeyrek Camii müezzini Hüseyin Dede, XIX, yüzyılda Çilingirzâde Ahmed Ağa, Hamâ-mîzâde ve Dellâlzâde İsmail efendiler, Şâkir Ağa, Suyolcuzâde Mehmed Efendi, Bas­macı Abdi Efendi, Sermüezzin Rifat Bey, XX. yüzyılda Süleymaniye Camii müezzinbaşısı Hafız Kemal, Sultan Selim Camii mü­ezzini Süleyman Efendi (Erguner), Kemal Batanay ve Ali Rıza Sağman sayılabilir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski