Mühür Nedir -Osmalıda- Özellikleri, Hakkında Bilgi

Farsça mühür kelimesin­den Arapça kalıplara uydurularak mem-hûr (mühürlü) ve temhîr (mühürlemek) gibi kelimeler türetilmiştir. Gerek devlet hiz­metinde bulunan gerekse devletle iş ya­pan şahısların “tatbik mühürü” adı verilen mühür örnekleri sunulan belgenin doğru­luğunu tahkik etmek üzere ilgili dairede saklanırdı. Bunun için özel defterler tu­tulduğu gibi bazan da o mevkiin harcama­larıyla ilgili deftere mühür örneğinin yapıştırıldığı olurdu. Yine belge sahtekârlık­larının önlenmesi maksadıyla mühürcüle­rin hakkettikleri mühürleri bastıkları def­terleri vardı.

Devlet memuru veya halktan olsun ge­nellikle herkesin şahsî / zatî bir mührü vardı. Dilekçe gibi resmî belgelerde yazı­nın sonuna ismin yanına veya daha ziya­de arka sayfada ismin tam arkasına gele­cek şekilde mühür basıldığı gibi mektup­larda da mühür kullanılırdı. Yuvarlak, kö­şeli, beyzî, armut şeklinde veya etrafı tır­tıklı biçimde hazırlanan şahsî mühürler­de sahibinin ismi bazan baba adıyla birlik­te, bazan da tek başına yer alırdı. Bu ka­dar basit olmayanlarda ise ismin önünde “abdühû” yahut “el-fakîr” tabirleri veya isimle birlikte bir mısra yahut bir beyit bu­lunurdu. Padişahların “mühr-i hümâyun” denilen tuğralı mühürlerinden başka şah­sî mühürlen de vardı, bunlarda tuğra bu­lunmazdı.Bu mühürlerin bazısın­da isim yerine II. Abdülhamid’inkinde ol­duğu gibi markalar bulunurdu. Gerek hanedan üyeleri gerekse halk­tan ihtiyaç duyan kadınlar da şahsî mü­hür kazdırırlardı. Bazan Bezmiâlem Vali­de Sultan’ın mühürlerinden birinde rast­lanan “hay hak” gibi bir ibare de yeterli görülebiliyordu. Ha­nedan mensubu kadınların içinde II. Bayezid’in kızı Ayşe Sultan’ın mührü örne­ğinde olduğu gibi tuğra şeklinde mühür kazıtanlar da vardır. Ayrı­ca İstanbul’daki yabancı devlet elçileri Os­manlı geleneğine uyarak Arap harfleriyle değişik şekil ve tertiplerde mühür kazdır-mışlardır.

En önemli mühür padişah mührüydü. Her padişah İçin cülusunun ardından tuğ­rasını taşıyan en az dört mühür kazdırılırdı. Padişahın kendisinde duran mühründen başka sadrazam, has odabaşı ve ha­rem hazinedarında da (hazinedar kalfa] birer mührü vardı. Bir kimseye mühr-i hümâyunun verilmesi sad­razamlığa tayin, geri alınması azil mânası taşırdı. Has odabaşındaki mühür sadraza­mın İstanbul dışında iken azli, kaçıp sak­lanması veya ölümü gibi sebeplerle müh­rün hemen alınamaması durumunda yeni sadrazama verilmek üzere saklanırdı. Dev­let hazinesi ve defterhâne açıldıktan son­ra mutlaka sadrazamdaki mühürle mühür-lenirdi. Çok defa altın, bazan da kıymetli taşlardan yapılan küçük boyuttaki mühr-i hümâyunlar beyzî, köşeli, yuvarlak şekil­lerde olurdu. Sadrazamlar da serdâr-ı ek-rem sıfatıyla sefere çıktıklarında kendi mühürlerini sadâret kaymakamına vermek suretiyle onu vekil bıraktıklarını gösterir­lerdi.

Vezirler ve beylerbeyiler gibi devlet erkânının şahsî mühürlerinden başka resmî yazışmalarda kullandıkları yuvarlak veya beyzî büyük ebatta mühürleri vardı. Bun­larda çok defa şahsın ismiyle birlikte bir mısra veya beyit bulunur, makam adı yer almazdı. Genellikle buyuruldularla tezki-resiz timar beratlarında bu mühürler kul­lanılmıştır. Bu tip mühürlerin yer aldığı belgelerde pençe bulunduğundan pençe­nin seresinde çok defa makam adı zikredilirdi. Pençe bulunmayanlarda ise maka­mın adı belgenin içinde geçerdi. Yabancı devlet elçilikleri ve azınlık temsilcileri de devletle olan yazışmalarında Osmanlıca makam mühürleri kullanmışlardır.

Tanzimat’tan önce makam adı sadece yeniçeri ağası, defterdar, topçubaşı ve muhasebeci gibi vazifelilerin resmî mü­hürlerinde görülür. Yeniçeri ağalarının ma­kam mühürleri beyzîdir ve yazı genellikle mühür dört kısma bölünerek yazılmıştır. Yeniçerilere ocağa kayıt için verilen mem-hûrlar ve kalelerdeki askerlerle ilgili yazı­larda kullanılan bu mühürlerin belgeye ilk zamanlarda tamamı, daha sonraları sade­ce ad ve makamın kazılı olduğu alt yansı basılmıştır. Defterdar ve cizye muhasebe­cilerinin cizye kâğıtlarına basılmış olan mü­hürlerinde de sahibinin adıyla birlikte ma­kam adı konulmuştur. Makam adı bulu­nan mühürlerin yaygın biçimde kullanıl­ması Tanzimat’tan sonradır. Hem şahıs hem makam adına mühründe yer veren ilk sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa’dır. Meclis-i Vükelâ, Meclis-i Tanzimat, Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye gibi meclislere ait mühürler­den başka kazalar, köyler ve muhtarlıkla­ra varıncaya kadar resmî daireler bu de­virde makam mühürleri kullanmaya baş­lamıştır.

Bunların yanında bir de vakıf mühürle­ri vardır. Bunlar genellikle vakıf kütüpha­nelerinin kitaplarına basılmıştır. Padişah vakıf mühürlerinin bir kısmı tuğraiı, bir kısmı tuğrasızdır. Mühür tuğraiı olsun ve­ya olmasın bunlarda vakıf sahibinin adı ve baba adı kazınmıştır. Vakıf mühürleri ge­nellikle aynı klişeyi taşır. Vakıf sahibinin mesleğiyle birlikte adı, baba adı yanında birçoğunda vakfın ne maksatla, nereye ve hangi tarihte yapıldığı gibi kayıtlar yer alır. Gerek vakıflarda gerekse malî yönü olan müesseselerde kontrolü sağlamak ve su-istimali Önlemek amacıyla mühürler bir­den fazla parçaya bölünerek yapılmıştır. Her parça bir sorumluda durmakta ve o şahıslar bir araya gelmeden işlem yapıla­mamaktaydı.

Farklı bir mühür tipi de “sah” mührü­dür. Kazasker beratlarının veya bir rûz-nâmçe kaydının doğruluğunu tasdik ma­kamında kullanılan bu mühürler 1 cm. gibi küçük ebatta, bazısı tek, bazısı simetrik (müsennâ) olarak kazılmış “sah” lafzından ibarettir. Bir kısmında İse “ha” harfinin kavsi içinde isim yahut tarihe rastlanır.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski