Mükatebe Nedir, Ne Demek, Hakkında Bilgi

Mükâtebe. Kölenin hürriyete kavuşmak için efendîsiyle anlaşma yapması anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “yazmak” anlamındaki ketb (ki­tabet) kökünden türeyen mükâtebe “ya­zışmak” anlamına gelir. Fıkıh terimi olarak köle veya cariyenin bir bedel karşılığında hürriyetini elde edebilmesi için efendisiy-le anlaşmasını ifade eder. Tercih edilen gö­rüşe göre daha çok yazılı bir metin halin­de düzenlenmesi âdet haline geldiğinden bu sözleşmeye mükâtebe adı verilmiştir. “Kitabet” diye de anılan bu akdin taraflarından köleye mükâteb, efen­diye mükâtib denir. Kölenin mükâtebeyle kararlaştırılan bedeli başkalarından sağ­layacağı yardım veya alacağı borçla öde­mesi mümkün olmakla birlikte genellikle çalışıp kazanması gerektiğinden fakihler mükâtebe tarifinde bu unsura özel olarak yer vermişlerdir. Bazı tanımlarda kölenin hür olma bazılarında efendinin köleyi bu durum­dan kurtarma iradesine ağırlık verilse de bunlar mükâtebenin, yapıldığı andan iti­baren köleye mal varlığı haklarına ilişkin tasarruflarda bulunma ve mülkiyet hakkı­na sahip olma imkânı veren, taahhüt et­tiği bedeli ödediği anda kendisini hürriye­tine kavuşturan bir sözleşme olduğu nok­tasında birleşir.

İnsan hürriyetine ve saygınlığına büyük önem veren İslâm dini, Eskiçağlardan be­ri varlığını sürdüren kölelik kurumunu kesin olarak ortadan kaldırma şeklinde sos­yal gerçeklikle bağdaşmayacak bir düzen­leme yapmak yerine bir yandan zaman içinde köleliği destekleyen toplumsal dina­miklerin zayıflatılmasını, öte yandan ola­bildiğince insanî esaslara uygun hale ge­tirilmesini sağlayacak tedbirler alma yo­lunu tercih etmiştir. Câhiliye döneminde de bilinip uygulanan mükâtebenin özendirilmesi bu tedbirlerden biridir. Nitekim, “Bedelini ödeyerek hür olmak isteyen köle ve cariyele­rinizin kendilerinde hayır görürseniz tek­liflerini kabul edin. Allah’ın size verdiği maldan onlara da verin” mealindeki âyet­le [Nûr 24/33] hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve cariyelerin mükâtebe ta­leplerinin kabul edilmesi ve kitabet bede­lini ödemelerine yardımcı olunması emre­dilince ilk aşamada kölelere iktisadî hayat­ta hür kimseler gibi hareket etme İmkâ­nı veren, ardından köleliği sona erdiren mükâtebe statüsü kısa sürede kurumsal bir karakter kazanmıştır.

Değişik vesilelerle köle azadını teşvik eden Hz. Peygamber, bazı hadislerinde Al­lah’ın mükâteb köleye yardımda bulunan kişiler için büyük ödüller vaad ettiğini ha­ber vererek bu yolun işletilmesini özel ola­rak istemiştir. Ayrıca mükâtebe sözleşmesi yapan bazı kölelerin kitabet bedelini tedarik etmeleriyle bizzat ilgilen­miş ve onlara maddî destek sağlamaya çalışmıştır. Nitekim bazı kaynaklarda İs-lâmî dönemde mükâtebe sözleşmesi ya­pan ilk köle olduğu kaydedilen Ebü’l-Müemmil’in kitabet bedeli Hz. Peygamber’in talebi üzerine ashabın yardımlarıyla kar­şılanmış, ilk câriye olduğu belirtilen Berî-re’nin her yıl 1 ukıyye (40 dirhem) olmak üzere toplam 9 ukıyye altın tutarındaki kitabet bedeli Hz. Âişe tarafından öden­miş, daha sonra Resûl-i Ekrem’in zevcesi olan Cüveyriye bint Hâris’in kitabet bede­lini de kendisi vermiştir. Bazı kaynaklara göre ise bu dönemde ilk mükâtebe sözleşmesi yapan köle Selmân-ı Fârisî olup o da bu sözleş­mesini Hz. Peygamber’in talebi üzerine gerçekleştirmiştir. Kitabet bedeli 300 hur­ma fidanının dikimiyle 40 ukıyye altın olan Selmân, Resûl-i Ekrem’in nezâretinde fi­danları dikmiş ve Resûlullah’ın altın ma­deninden alınan zekât gelirinden kendisi­ne verdiği para ile 40 ukıyye altın borcunu ödeyerek hürriyetine kavuşmuştur.

Köleleri hürriyete kavuşturma konusun­da Resûlullah’ın tavrını sürdüren sahâbî-ler, kitabet akdine ilişkin bazı meseleleri tartışırken ileriki nesillere ışık tutacak ve her biri mezhep görüşü haline gelecek pek çok ictihad ortaya koymuşlardır. Kaynak­larda, Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra ilk mükâtebe sözleşmesini Hz. Ömer’in kö­lesi Ebû Ümeyye’nin, onun ardından Enes b. Mâlik’in kölesi Sîrin’in yapmış olduğu ve bu sözleşmenin gerçekleşmesinde Hz. Ömer’in müdahalesinin bulunduğu nak­ledilir. Ashaptan Karaza b. Kâ’b da kölesi Süfyân ile 70.000 dirhem karşılığında mü­kâtebe anlaşması yapmıştır. Tabiîn devri­nin önde gelen fakihlerinden Muhammed b. Şîrîn, babası Sîrîn’in kitabet bedelinin 40.000 dirhem olduğunu rivayet etmiştir. İçlerinde azımsanmaya-cak sayıda köle kökenli fakihin bulundu­ğu tabiîn devri fakihleri de kitabet akdi ko­nusunda çoğu sahâbeninkilere paralel ic-tihadlarda bulunmuşlardır.

Fıkıh literatüründe mükâtebe konusu, kölelik hukukunu ilgilendiren diğer kurum ve telakkilerle bütünlük arzedecek tarz­da ele alınmış ve köleliği sona erdiren yol­lardan biri olarak ayrıntılı biçimde ince­lenmiştir. Mükâtebe sözleşmesinin şerT hükmü, hukukî niteliği, unsur ve şartları, hükümleri vb. hususlarda aynı mezhep içinde bile birbirinden farklı görüşlere rast­lanmasının başlıca sebepleri konuya iliş­kin bazı nasların farklı şekilde yorumlan­maya açık olması, sahabe ve tabiîn devri fakihlerince farklı ictihadlar ortaya kon­ması ve konunun dinî, ahlâkî, ekonomik, sosyal yönlerinin bulunmasıdır.

Fakihler, mükâtebe yoluyla köle azat et­menin caiz olduğu hususunda ittifak et­mekle birlikte bunun dinî bir yükümlülük olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Tabiîn devri müctehid-lerinden İkrime el-Berberî, Atâ b. Ebû Re-bâh, Mesrûk b. Ecda’ ve Amr b. Dinar’a göre köle sahibinin, bedelini ödeyerek hür olmak isteyen kölesiyle mükâtebe yapma­sı farzdır. Zahirîler, müslüman kölenin bu yöndeki talebini kabul etme yanında ona bir miktar maddî yardımda bulunmanın da farz olduğunu söyler. Ahmed b. Hanbel’den de bu yönde bir görüş rivayet edil­miştir. Hanefî, Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise bir kimsenin güve­nilir, geçimini sağlamaya gücü yeten köle­sinin mükâtebe teklifini kabul etmesi menduptur. Ayrıca Hanefi ve Mâlikîler’e göre mükâtibin mükâtebe yapan kölesine ko­laylık göstermesi, üstlendiği kitabet be­delinden bir kısmını düşürmesi, kendisi­nin ve diğer müslümanların ona bir mik­tar maddî yardımda bulunması da menduptur. Hanbelî mezhebi fakihlerine göre mükâtibin aldığı kitabet bedelinin dörtte birini mükâtebe geri vermesi, Şâfiîler’e göre mükâtibin mükâtebe malî yardımda bulunması farzdır.

Mükâtebe sözleşmesinin hükümleri ge­nel olarak muâvaza akidlerinin tâbi oldu­ğu prensipler çerçevesinde belirlenmekle beraber kölenin kolayca ve bir an önce hür­riyetine kavuşabilmesi hedeflendiği için onun lehine sayılacak bazı özel hükümle­re de yer verildiği görülür. Bu sebeple Ha­nefî mezhebinde bu sözleşmeye “akdü’l-irfâk” adı verilmiştir. Mükâtebenin rüknü Hanefîler’e göre icap ve kabuldür; diğer fı­kıh mezheplerine göre ise bunun yanında taraflar (efendi ve köle) ve bedel de akdin rükünlerindendir. Ayrıca akdin geçerliliği için birtakım şartların bulunması gerekir.

Fakihler, mükâtebe sözleşmesinin efen­di ve kölenin karşılıklı iradelerini -mükâ­tebe veya bu anlamı ifade eden lafızlar kullanarak- birbirine uygun biçimde açık­lamalarıyla (icap ve kabul) meydana gele­ceği hususunda görüş birliği içindedir. Ge­nellikle mükâtebede icapta bulunan taraf efendi, bu icabı kabul eden taraf ise köle­dir. Efendi sözleşme teklifinde kölenin öde­yeceği bedelin cinsini, miktarını, Ödeme tarihlerini ve borcunu tamamen ödediği zaman hür olacağını açıkça belirtir ve söz­leşmenin özü ve amacıyla bağdaşmayan şartlar ileri sürmez. Tehdit ve zorlama al­tında yapılan mükâtebe sözleşmesi ge­çerli sayılmaz. Mükâtebenin dinî hükmü­nün farz olduğunu söyleyen fakihler, Hz, Ömer’in Sîrîn’in mükâtebe talebini kabul etmeyen Enes b. Mâlik’i halife sıfatıyla bu talebi kabule zorlaması örneğinde olduğu gibi, devlet başkanı veya naibinin de be­delini ödeme gücüne sahip bir kölenin / cariyenin mükâtebe talebini kabul etme­yen kimseyi buna zorlayabileceğini ileri sürmüşlerdir.

Mükâtebe sözleşmesi yapacak efendi­nin âkil ve baliğ olması gerekir. Hanefi ve Mâlikîler’e göre mümeyyiz küçüğün yap­tığı kitabet sözleşmesi de veli veya vasisi­nin iznine bağlı olarak geçerli olur. Veli ve vasînin velayet yahut vesayeti altındaki ço­cuğun, vekilin de müvekkilinin kölesiyle mükâtebe yapması geçerlidir. Ortakların müştereken mâlik bulun­duğu köleyle müşterek bir mükâtebe sözleşmesi yapmaları mümkündür; ortaklar­dan birinin diğer ortağın / ortakların izni­ni almadan yaptığı sözleşmenin geçerlili­ği ise tartışmalıdır. Yine bir kimsenin bir­den fazla kölesiyle müşterek bir mükâte-be sözleşmesi yapıp yapamayacağı ve kö­lelerin bir kısmının mükâtebe sözleşme­sine konu edilip edilemeyeceği tartışılmış, bunların caiz olduğu, caiz olmadığı ve be­lirli şartlarla caiz olduğu yönünde görüş­ler ortaya konmuştur. Mükâtebe sözleş­mesine taraf olacak kölenin temyiz kud­retini haiz olması gerektiğinde görüş bir­liği bulunmasına karşılık mümeyyiz küçü­ğün böyle bir sözleşme yapıp yapamaya­cağı hususunda farklı görüşler ileri sürül­müştür. Hanefî ve Mâlikîler, çalışıp kazanabilecek güce sahip ve bulûğ çağma yak­laşmış kölenin (mürâhik) sözleşme yapa­bileceği kanaatindedir. Ödenecek bedelin cinsi ve miktarı belirli mütekavvim bir mal olması gerekir; muay­yen bir süre hizmet veya muayyen bir iş olması da mümkündür. Hanefi ve Mâlikîler’e göre bedelin peşin, vadeli ve taksitli öden­mesi kararlaştı rılabilir. Hanefîler, bedelin peşin olması halinde efendinin köleyi öde­me için sıkiştırmayıp müsamahalı davran­masının dinen tavsiye edilen bir davranış olduğunu belirtir. Mâlikîler ise peşin öde­me taahhüdünde bulunduğu halde öde­yemeyen mükâteb kölenin hâkime baş­vurarak bunu mâkul taksitlere bağlatabi­leceği kanaatindedir. Şâfıî ve Hanbelîler, bedelin vadeli olması ve bunun da en az iki takside ayrılmasının gerektiğini ileri sürmüştür.

Mükâtebe sözleşmesi yapan köle / câri­ye, efendisinin mülkiyetinden çıkmamakla birlikte sözleşmenin yapıldığı andan itiba­ren kendi adına çalışma, hukukî tasarruf­larda bulunma, mallarının sahibi olma, ça­lışıp kazanç elde edebilmesi için yolculu­ğa çıkma hak ve yetkisini elde eder; efen­disinin onun üzerindeki tasarruf yetkisi sona erer, artık onu rehin veremez, ücre­tini almak üzere işçi yapamaz, kendisine hizmet etmeye, işçi olarak çalışmaya zor­layamaz, câriye ise istifraş edemez, ma­lına ve canına verdiği zararı tazmin eder. Mükâtebin kitabet esnasında satın aldığı cariyesinden doğan çocuğu da kendisine tâbi olarak hür olur. Mükâteb alım satım, kiralama, rehin alıp verme vb. hukukî ta­sarruflarda bulunabilirse de bağış, vasi­yet, vakıf gibi teberru mahiyetinde olan tasarruflar ve evlenme konusunda kısıtlı­lığı taahhüt ettiği bedeli tamamen öde-yinceye kadar devam eder.

Bu sözleşme ile efendinin kölesi üzerin­deki tasarruf hak ve yetkisi sona ermek­le birlikte rakabe mülkiyeti ilişkisi kitabet bedelini tamamen tahsil edinceye kadar devam eder. Bu fakihlerin çoğunluğunun görüşüdür. Özellikle bazı sahabe fakihleri ise mükâtebin taahhüt ettiği bedelin dört­te üç, üçte bir, üçte iki gibi bir kısmını ödemesi halinde mükâtib ve mükâteb ara­sında mülkiyet ilişkisinin sona erip bor­cun kalan kısmı için borçlu-alacaklı ilişki­sinin başlayacağını ileri sürmüştür. Hatta İbn Abbas’a gö­re mükâtebe yapan köleye baştan itibaren bir mal veya hizmet mukabilinde azat et­me işleminin hükümleri uygulanır, yani he­men hürriyetini elde eder, taahhüt ettiği bedel şahsî bir borç olarak devam eder. Fakihlerin çoğunluğuna göre efendi, mül­kiyet hakkını sözleşmenin özü ve amacıy­la bağdaşmayan bir tasarrufla sona erdi­remez. Meselâ kitabet bedelinden vazge­çerek veya azat ederek mükâtebi hürri­yetine kavuşturabilirse de satım, bağış, vasiyet gibi bir yolla onu mülkünden çıka­ramaz.

Mâliki ve Hanbelîler’e göre sahih bir mü­kâtebe sözleşmesi hem köle hem efendi bakımından bağlayıcı bir akid olup taraf­lardan hiçbiri mâkul bir sebep bulunmak­sızın bunu tek taraflı iradesiyle bozamaz. Hanefî ve Şâfiîler bu sözleşmenin efendi bakımından bağlayıcı olduğu, köle bakımın­dan ise bağlayıcı olmadığı kanaatindedir. Fakihlerin çoğunluğuna göre taraflar kar­şılıklı rıza ile kitabet sözleşmesini hâkimin hükmüne ihtiyaç olmaksızın feshedebilir­ler.

Hanefî ve Mâlikîler’e göre mükâtebin borcunu ödemekten acze düşmesi halin­de efendinin talebi üzerine hâkim, Şafiîler’e göre ise doğrudan doğruya efendi akdi feshedebilir. Efendinin ölümüyle sözleşmenin bozulmayacağı hu­susunda görüş birliği bulunmakla birlikte mükâtebin ölümü halinde bunun münfe­sih olup olmayacağı tartışmalıdır. Hanefîler, bu durumda sözleşmenin infisah et­meyeceği, Şâfiîler edeceği kanaatindedir; Mâlikîler ise kitabet kapsamına giren ço­cuğu varsa münfesih olmayacağını yoksa olacağını ileri sürmüşlerdir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski