Mülteka’l-ebhur. İbrahim b. Muhammed el-Halebî’nin (ö. 956/1549) Hanefî fıkhına dair eseri.
Hanefî mezhebi tarihinde “mütûn-i er-baa” adı verilen Abdullah b. Mahmud el-Mevsılî’nin el-Muhtâr, Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin Kenzü’d-dekâ’ik, Sadrüşşe-rîa el-Ewel’in Vikâyetü’r-rivâye fî me-sâ’ili’l-Hidâye ve Muzafferüddin İbnü’s-Sââtfnin Mecma’u’l-bahreyn adlı eserleri, VIII. (XIV.) yüzyılın başından itibaren gerek fıkıh eğitimi gerekse fetva ve kaza faaliyetlerinin temel metinleri olarak kabul edilmiştir. Bu eserler arasındaki kapsam ve muhteva farklılıkları, uygulamaya esas olacak mezhep hükümlerinin belirlenmesinde çeşitli problemler doğurmaktaydı. Mülteka’l-ebhur, Osmanlı coğrafyasında kapsam ve muhteva bakımından uygulamaya esas kabul edilecek hükümlerin sınırlarının nihaî şekilde tesbitine yönelik giderek artan ihtiyaç neticesinde kaleme alınmıştır. Eserin en önemli özelliği, Hanefî mezhep birikiminden gerek fıkhî faaliyetlerin temelini teşkil edecek meseleler gerekse bu meselelere dair “sahih, muhtar, esah, müftâ bih, ma’mûlün bin” gibi kavramlarla yapılan tercihler hakkında VIII. (XIV.) asırdan itibaren azalsa da mevcudiyetini sürdüren bir dizi farklılığı ortadan kaldırmasıdir.
İbrahim el-Halebî el-Muhtâr, Kenzü’d-dekâ’ik ve el-Vikâye ile birlikte IV. (X.) asır Hanefî muhtasar geleneğini en iyi şekilde yansıttığı kabul edilen Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî’nin el-Muhtaşarnı esas almak suretiyle Mültekanm metnini oluşturmuştur. Tercih ettiği mesele ve görüşler bu eserlerde yer almamışsa Mecma’u’l-bahreyn ile Burhâneddin el-Mergınânî’nin el-Hidâye’sinden yararlanarak kaynakları arasında nisbeten farklılık gösteren terminolojiyi de yeknesak hale getirmiştir. Buna göre Yaakov Meron gibi yazarların Müiie/ca’yı el-Hidâye’nin muhtasarı diye nitelemesi isabetli değildir.
Müellif nüshasında belirtildiğine göre 23 Receb 923’te (11 Ağustos 1517) tamamlanan Mülteka Osmanlı coğrafyasının en yaygın fıkıh metnidir. Gerek ilim gerekse bürokrasi üzerindeki etkisini göz Önüne alarak eserin bir Osmanlı sultanının ve muhtemelen Kanunî Sultan Süleyman’ın isteğiyle yazılmış olması gerektiğine dair Hammer, Lybyer, Hitti ve Meron gibi yazarların görüşleri. Batılı hukukların gelişim tarzını ölçü alan isabetsiz yorumlar olduğu gibi tarihî olarak da hatalıdır. Nitekim eserin telifi Kanûnî’nin cülusundan yaklaşık üç yıl öncesine tekabül etmektedir.
Kitab, bab ve fasıl tasnifine göre düzenlenen eserin tertip bakımından Kenzü’d-deköik’ı örnek aldığı, ancak metnin iç kompozisyonu açısından önceki muhtasarlardan çok daha sistematik olduğu anlaşılmaktadır. Mouredgea D’Ohsson’un Mül-tekö’da metot eksikliği olup konuların karışık halde bulunduğuna dair görüşü, Sava Paşa gibi müellifler tarafından fıkhın Kıta Avrupası hukuklarından farklı ve kendine has bir sistematiği olduğu belirtilerek eleştirilmiştir.
Mülteka’l-ebhur, birkaç önemsiz istisna dışında “mütûn-i erbaa”nın içerdiği meseleleri tamamıyla kapsamaktadır. Eserin farklılığı olarak umumiyetle komposizyon özellikleri gösterilse de asıl başarısı muhtevadadır. Halebî’nin amacının, esas aldığı kaynakların bir tür birleşimini meydana getirmek olmadığı anlaşılmaktadır. Mülteka’nın başarısını Halebî’nin, mezhep birikiminden fetva ve kazada bilgi ve delil kaynağı olacak mesele ve görüşleri terci-hindeki isabet açıklayabilir. Nitekim müellif esas aldığı altı eserde bulunmayan bazı meselelere yer vermekte ve bu eserlerdeki görüşlerden daha farklı tercihlerde bulunmaktadır. Meselâ Ebû Hanîfe’nin velisiz kızın nikâhlanması hakkındaki zâhirü’r-rivâye görüşü yerine Hasan b. Ziyâd’dan rivayet edilen nâdirü’r-rivâye görüşünü müftâ bih olarak zikretmesi sarihleri tarafından zamana en uygun olan görüşün tercihi şeklinde değerlendirilmiştir.
İlmiye çevresinde büyük takdir toplayan eser, bazı medrese müfredatlarının vakfiyelerle belirlenmiş olması gibi sebeplerden dolayı fıkıh eğitiminde “mütûn-i er-baa”nın yerini hemen alamamıştır. Ancak XVII. yüzyılda Mülteka’nm hem saraydaki eğitim kurumlarına hem İstanbul ve taşra medreselerinin müfredatına hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Eserin fıkıh eğitiminde temel metin haline gelmesi toplumdaki fıkıh kültürüne çeşitli boyutlarda yansımıştır. Nitekim ilmihal geleneğinin de başlıca kaynaklarından biri olan Mültekâ’nm etkisi Kitâb-ı Üstüvâî ve Mızraklı İlmihal gibi eserler üzerinde görülebilir. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından Güney Afrika’dakİ müslümanları irşad için gönderilen Ebûbekir Efendi’nin kaleme aldığı Beyânü’d-dîn’in Mültekö’-nın aslına çok yakın bir kopyası olduğu için oradaki halk arasında büyük kabul görmesi, Halebî’nin eserinin ne kadar geniş bir etkiye sahip olduğuna işaret etmektedir.
Mülteka’nın kaza ve fetva sahalarına hâkim olması medrese eğitimindeki tarihine nisbetle çok daha kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Eserin bu alanlarda Kenzü’d-dekaiik”in yerini almasının Kanunî Sultan Süleyman döneminde gerçekleştiği İfade edilebilir. R. Levy, Osmanlı hukukunda “XVI. yüzyıl ortalarından itibaren standart otorite Mülteka’l-ebhur olmuştur” derken Ubİcini bu eserin Sultan Süleyman’ın zamanından beri itiraz edilmez bir otorite haline geldiğini kaydetmekte XVIII. yüzyıl sonunda İstanbul’da yaşayan Thornton ise Müîtekâ’yı “Osmanlı Devleti’ni idare eden kanunlar mecmuası” diye tanımlamaktadır. Öte yandan XVIII. yüzyıl yazarlarından M. D’Ohsson’un Tableau general de i’Empire ottomon adlı eserinin Osmanlı hukukuyla ilgili bölümlerinin büyük ölçüde Mültekâ’nm tercümesi olması da eserin merkezî mevkiine işaret etmektedir. Farley’in, “Sultan Türkler’e, Kur’an ve Müi-tekâ da sultana hükmeder” ifadesi ve Mehmed Akif’in (Ersoy), “Mülteka fıkhımızın nâmı, usûlün Mir’ât” mısraı eserin XIX. asır modernleşme tecrübeleri sırasında da Osmanlı Devleti ve toplumu üzerindeki hâkimiyetini büyük ölçüde sürdürdüğünü göstermektedir. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nm hazırlanmasında en çok müracaat edilen eserlerin başında, Ahmed Cevdet Paşa’nın “metn-i metîn” diye tavsif ettiği Mülteka ‘l-ebhur ve şerhi Mec~ ma’u’l-enhur gelmektedir. Mecelle’de-ki 270 maddenin tamamen ve yaklaşık seksen maddenin kısmen bu iki eserden alındığı anlaşılmaktadır.
Mülteka’l-ebhur çoğu hâşiyeli İstanbul baskıları olmak üzere birçok defa yayımlanmıştır. Ayrıca Şeyhîzâde ve Haskefî’nin şerh-leriyle neşredilen eserin Cumhuriyet döneminde ofset baskıları yapılmıştır. Müh tekü’mn, anılan şerhler kenarına konularak hazırlanan Dârü’t-tıbâati’l-âmire baskısı (1319-1320) daha sonra Lübnan’da birçok defa ofset olarak tekrarlanmıştır. Vehbî Süleyman Gâvecî el-Elbânî tarafından gerçekleştirilen Mülteka neşri gerek metnin imlâ ve noktalaması gerekse kaynaklarının tahrîri bakımından yakın dönemdeki en başarılı neşridir. Elbânî el-Binûye, Flâ’ü ‘s-sünen ve Naşbü’r-râye gibi Hanefî fıkıh ve hadis literatüründen yararlanıp yaptğı hadis tah-ricinin yanı sıra, adı geçen iki şerh İle ei-Hidâye’den istifade ederek dipnot açıklamaları şeklinde bir haşiye hazırlamış ve et-Taclîku’l-müyesser alâ Mülteka’l-ebhur adını verdiği bu çalışmasını eserle beraber yayımlamıştır. Halil İmrân el-Man-sûr’un hadis tahrîclerini yaptığı baskısında ise anlamı tahrif edecek derecede yanlış imlâ, noktalama, harekeleme, paragraflara ayırma hataları bulunduğu gibi bazı cümle ve kelimeler hazfedilmistir.
Şerh, Haşiye ve Tercümeleri. Mülte-ka’1-ebhur üzerine Halebî daha hayattayken şerhler yazılmıştır. Müellifin talebesi Süleyman b. Ali el-Karamânf nin günümüze ulaşmayan şerhinin, sayısı elliyi aşan Mülteka şerhlerinin ilki olduğu kabul edilebilir. Kitap hakkında Mekke’den Kırım’a, Filibe’den Kahire’ye kadar Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde şerh yazıldığı gibi günümüze ulaşan nüshalarının bulunduğu coğrafya da aynı derecede çeşitlilik arzetmektedir. Söz konusu şerhlerin büyük bir kısmının yalnızca belirli bölge ve çevrelerde fıkıh eğitiminde kullanılmak üzere kaleme alındığı ve yaygınlık kazanmadığı anlaşılmaktadır. Mülteka şerhlerinden özellikle ibareyi açıklamak ve meseleleri öğrencilere anlatmak için yazılanların çoğu “mütûn-i er-baa” ve el-Hidâye üzerine yazılan şerh literatüründen istifade edilerek hazırlanmıştır. Metindeki meselelerin kapsamını ve bunların Mültekâ’da yer almayan Hanefî mezhep birikimindeki meselelerle irtibatını inceleyen bazı şerhler ise bir dizi kaynak eserden yapılan iktibaslarla meydana getirilmiştir. Fıkıh eğitimine yönelik Mültekâ şerhlerinin yanı sıra meseleleri demlendirmeye, tartışmaya ve yeni hükümler elde etmeye yönelik şerhler de bulunmaktadır. Eserin başlıca şerhleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Nûreddin Mahmûd b. Berekât ed-Dımaşki el-Bâkânî (ö. 1003/ 1594), Mecra (Ceryü)’l-enhur calâ Mül-teka’l-ebhur. En yaygın Mültekâ şerhlerinden biri olan eserde metni paragraflara bölerek ele alan müellif, lafzî açıklamalardan çok meselelerin kapsamını ve diğer meselelerle irtibatlarını irdelemektedir.
2. İsmail b. Sinâneddin Sivâsî (ö. 1047/1637], Ferâ’idü Müîteka’1-eb-hur [934]Eserde her bölüm başında giriş niteliğinde uzun bilgilere yer verilmekte ve meseleler naslarla delillendirilmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye ve toplumsal hayattaki bazı bid’atlara yönelik şiddetli tenkitler getiren İbrahim el-Halebî’nin Müîtekasınm Kadızâdeler’e karşı muhalefetin başlıca temsilcisi olan Sivâsîler çevresine mensup biri tarafından şerhedilmiş olması, Osmanlı Devleti’ndeki tasavvuf felsefesi ve tarikat uygulamaları çerçevesinde gelişen fıkıh eksenli tartışmaların tarihinde önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir. IV. Murad’a ithaf edilen eserin özellikle bu tartışmalarla irtibatlı meselelere getirdiği açıklamalar dikkat çekicidir.
3. Kasapzâde Muhammed b. İbrahim, Halîcü’l-bihûr 10S5’te( 1645) tamamlanan eser daha ziyade el-Hidâye ve şerhlerine dayanmaktadır.
4. Dervîş Muhammed b. Ahmed er-Rûmî, Gavvâşü’l-bihâr.[937] 1063′-te (1655) bitirildiği kaydedilen eser metindeki atıfları ve bilinmeyen kelimeleri açıklamak, ibareleri daha basit bir şekilde ifade etmek gibi fıkıh eğitimine yönelik özellikleriyle dikkat çekmektedir.
5. Mustafa b. Ömer Üsküdârî (ö. 1093/1682), Câmfu’n-nukül ve lâmFu’l-‘ukül. Genellikle geç dönem Hanefî literatürüne dayanan ve cümlelerin lafzî tahlillerinden ziyade meseleleri açıklayan bir şerhtir.
6. Muhammed b. Muhammed el-Halebî(ö. 1104/1693), Şer-hu’i-Mültekâ. Eserin 1069’dan (1659) önce tamamlanmış olması muhtemeldir.
7. Halîl b. Resûf Sinobî Akçaçamî (ö. 1075/1664], İzhâru ferâ’idi’I-ebhur (ve îzâhu feuâ>ldi’l-en-hur) fî şerhi Mültekâ’1-ebhur (Köprülü Ktp., Mehmed Âsim Bey, nr. 86). İbarelerin anlamını açıklamak amacını taşıyan kısa şerhlerdendir. 8. Şeyhîzâde Abdurrah-man, Mecma’u’l-enhur fî şerhi Mülteka’l-ebhur Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi’nin damadı olduğu için Damad veya Şeyhîzâde (Şeyhzâde) olarak tanınan müellifin bu eseri en meşhur ve hacimli şerhlerden olup Me-celle’nin hazırlanışında sıkça başvurulan kaynaklardandır. 9. Haskefî, ed-Dürrü’l-müntekâ fî şerhi’l-Mültekâ
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi