Abdülkâdir-i Belhî (1839-1923) Nakşibendî ve Melâmt-Hamzavî şeyhi. Belh yakınlarındaki Kunduz’da doğdu. Özkent Hükümdarı Burhâneddin Kılıç’ın soyundan gelen Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Şeyyid Süleyman Efendi’nin oğludur. 18S5’te Belh’te meydana gelen karışıklıklar yüzünden, üç yüz kadar müridiyle ülkesinden hicret etmek zorunda kalan babasıyla birlikte İran ve İrak yoluyla Anadolu’ya geçip Konya’ya geldi (1859). Dinî ilimleri, Arapça ve Farsça’yı babasından öğrendi. Konya’da yirmi yaşlarında iken İbnü’l-Arabi’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’sini okuyup bitirdi. Dört yıl kadar Konya’da kaldıktan sonra Bursa’ya giden aile, Sultan Abdül-aziz’in Şeyh Süleyman Efendi’yi davet etmesi üzerine İstanbul’a ulaştı. Şeyh Süleyman Efendi 1867’de Eyüp Nişancasındaki Şeyh Murad Buhârî Dergâhı meşihatine tayin edildi. Abdülkâdir, babasının ölümünden sonra bu tekkenin şeyhliğine getirildi (1887). Kırk altı yıl bu görevde kaldı. 17 Mart 1923’te vefat etti. Cenaze namazı Eyüp Camii’nde kılındı ve Şeyh Murad Dergâhının hazî-resinde babasının yanına defnedildi.
Seyyid Abdülkâdir-i Belhî, Nakşibendî-Müceddidî icazetini babasından aldı. İstanbul’a geldiği ilk yıllarda, Hamza Bâlfnin ölümünden sonra Hamzaviyye adını alan Bayramı Melâmîliği’ni temsil eden Bekir Reşad Efendi’ye (ö. 1875) intisap etti. Zahiren Nakşibendî-Müceddidî olarak görünmekte birlikte Hamzaviliğin prensiplerine sıkı sıkıya bağlı kaldı. Bekir Reşad Efendi’den sonra uzun yıllar İstanbul’da Hamzavî kutb’u olarak tanındı. Üçüncü devre Melâmîliği adı verilen Nakşibendî Melâmîliği’nin kurucusu Muhammed Nûrü’l-Arabî İstanbul’a geldiğinde kendisini sık sık ziyaret ederek tarikatını Abdülkâdir-i Belhiye tasdik ettirmek istediyse de münasebetleri dostluk çerçevesinde kaldı. Hamzavilik Cumhuriyet döneminde oğlu Ahmed Muhtar1 da (ö. 1933) kesintiye uğradı. Aralarında Bahariye Mevlevihanesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede, Ferruh Çelebi ve çelebilik makamını temsil eden Abdülhalim Çelebi gibi ileri gelen kişiler bulunmasına rağmen, Mevlevîler’in çoğu Abdülkâdir-i Belhi’yi kutub kabul etmişlerdir.
Eserleri
1- Esrârü’t-tevhîd. Mesnevi tarzında yazılmış 223 beyitlik Farsça bir eserdir. İhvan’ından Selanik Valisi Mehmed Nâzım Paşa tarafından nazmen tercüme edilmiştir. Müellif hattı nüsha Sefînetü’l-evliyâ’-Abdulkâdir-i Belhî’nın Sûnûhât-ı İtahiyye ve Hamzali Rabbâniyye adlı eserinin son sayfası nın içinde yer almaktadır.
2- Divan. Şiirlerinde Gulâm-ı Kadir ve Belhî mahlaslarını kullanan Abdülkâdir-i Belhfnin Farsça, Çağatayca ve Anadolu Türkçesi’yle yazdığı şiirlerden meydana gelen büyük bir divanı vardır. Ancak bu şiirler edebiyat açısından değil, daha çok tasavuf bakımından önemlidir. Divanı dışındaki eserlerinde bulunan beyit sayısı ise otuz beş binin üzerindedir.
3- Yenâbîcu’l-hikem. On bir bin beyitten meydana gelen bu tasavvufî eserin yazılışı 1902’de tamamlanmıştır.
4- Künûzü’l-arifin. Tasavvufî hal ve makamları açıklayan 5453 beyitlik Farsça mesnevi tarzında bir eser olup 1905’te yazılmıştır.
5- Güişen-i Esrûr. 6876 beyitlik bir eserdir. A. Gölpınarlı’nın, Abdülkâdir-i Belhi’nin oğlu Ahmed Muhtarda gördüğünü söylediği yukarıda adı geçen dört eserin bugün nerede olduğu bilinmemektedir.
6- Sünûhût-ı İlâhiyye ve İlhâmât-i Rabbânîyye. 2260 beyitten meydana gelen eserin Abdülkâdir-i Belhfnin kendi hattıyla olan nüshası İstanbul Üniversitesi Kü-tüphanesi’ndedir. İbnülemin, adı geçen bu eserlerin dışında Şems-i Rahşan ve Şümûs-i Esrar adlı iki eseri daha olduğunu söyler. Abdülkâdir-i Belhrnin eserlerinin hepsi manzumdur.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi