Ahlat İlçesi Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Ahlat. Van gölünün kuzeybatı kıyısında mezar âbideleriyle meşhur tarihî bir şehir ve bugün Bitlis’e bağlı ilçe merkezî.

Ahlat Urartular’dan Osmanlılar’a ka­dar çeşitli devlet ve hanedanların ida­resinde kalmıştır. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya Halads, Er­meniler Şaleat (Şaliat). Süryânîler Kelath, Araplar Hilât, İranlılar ve Türkler ise Ahlat demişlerdir.

Ahlat Hz. Ömer devrinde Cezire fâtihi İyâz b. Ganm tarafından fethedildi (20/640-41). Yapılan antlaşmaya göre Ahlat beyi (batrik, patrici) vergi ödemeyi Kkabul ederek İslâm devletinin himayesine gir­di. Hz. Osman devrinde. Doğu Anadolu’­da harekâtta bulunan meşhur kuman­danlardan Habîb b. Mesleme bu antlaş­mayı tasdik etti. Emevîler devrinde Muâviye’nin ölümüyle başlayan iç karışık­lıklar sırasında Ahlat ve yöresindeki halk da isyan ederek Bizans hâkimiyetine gir­di. Ancak Emevîler’in Cezîre valisi Muhammed b. Mervân tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırıldılar ve bölge Ce­zîre valiliğine bağlanarak oradan gön­derilen âmillerce idare edildi. Azerbaycan Valisi Cerrah b. Abdullah’ın Erdebil’de Hazarlar’a yenilip şehid düşme­si (112/730-31) üzerine Hazarlar akın­larını Musul yakınlarına kadar uzattık­ları gibi birçok yerde de baş kaldırma­lar oldu. Halife Hişâm b. Abdülmelik Azerbaycan valiliğine getirdiği Saîd el-Harasî’yi Hazarlar’la mücadeleye memur etti. Erzen yoluyla Ahlat’a gelen Haraşî şehir kapıları kendisine açılmayınca şehri bir süre kuşattıktan sonra ele ge­çirdi ve Arrân’a (Errân) hareket etti.

Abbasîler devrinde Ahlat’taki mahallî hanedanlar yerlerinde bırakıldıkları gibi idarî teşkilât da aynen korundu. Hâricîler’in  Musul ve Diyarbekir bölgesin­de  faaliyetlerini yaygınlaştırdıkları  bu devirde Ahlat da zaman zaman onların saldırılarına mâruz kalmış ve halk ha­raç vermeye mecbur olmuştu. 826-881 yılları arasında şehre hâkim olan Aşot oğlu  Bakrat. Abbâsîler’in  o  bölgedeki valisine tâbi idi ve onlara haraç ödüyor­du. Mahallî idarecilerin 851’de Diyarbe­kir ve Van gölü çevresinde çıkan olayla­rı bastırmaktan âciz kalmaları yüzün­den Sâmerrâ’dan gönderilen Büyük Bo­ğa, âsilerin reisi Mûsâ b. Zürâre’yi ya­kalayıp  Van   gölü  civarında   dirlik  ve düzenliği yeniden kurdu. Halife Müstaîn devrinde Doğu Anadolu Valisi Ali b. Yahya ile Malatya Emîri Ömer b. Ubeydullah’ın şehid edilmeleri, başta Bağdat olmak üzere birçok şehirde huzursuz­luklara sebep olmuş ve halk Bizans saldırılarına karşı ciddi tedbirler alınması­nı  istemiştir. Abbasî Halifeliğinin  IX. yüzyılın ikinci yarısında giderek zayıfla­maya başlaması üzerine de Ahlat ve böl­gedeki diğer bazı şehirleri ellerinde tu­tan idareciler Ermeni krallarına veya Bi­zans imparatorlarına tâbi olmak zorun­da kaldılar.

928’de Bizans İmparatoru Romanus Lecapenus’un doğu “Domestik”i J. Kurcuas Ahlat ve Bitlis’i ele geçirerek ca­milere haç koydurdu. Bunun üzerine Er­zen ve diğer bazı yerlerin halkı korku­dan yurtlarını terkedip göç ettiler. Üç yıl sonra Ermeni Kralı Gagik’in tahrikiy­le Bizanslılar yeniden Ahlat ve Bargiri yörelerine saldırıp buraları korkunç bir şekilde yağmaladılar, halkın bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir aldılar. Bu­nun üzerine bölgedeki diğer bazı bey­lerle birlikte Ahlat hâkimi Ebü’1-Muiz Ahmed de imparatora itaat etti. Bölge beyleri daha sonra Hamdânî Emîri Seyfüddevle’yi metbû tanıdılar (940). Ham­dânî Emîri Seyfüddevle’nin kumandan­larından Necâ Ahlat, Malazgirt ve Muş’u ele geçirerek (954) burada bir beylik kurmak istediyse de 965’te öldürüldü. Çok geçmeden Hamdânîler Van gölü çevresini boşalttılar. 359’daki (969-70) Bizans hücumu sırasında Ahlat’ın kimin elinde olduğu bilinmemektedir. Seyfüd­devle’nin ölümünden sonra Bizans hü­cumları daha da sıklaştı. Hamdânîler’in zayıflaması üzerine Humeydiyye aşiretin­den Bâz (Ebû Abdullah b. Döstek) Meyyâfârikin (Silvan). Âmid ve Ahlat’a da hâ­kim oldu (984). Bâz’ın ölümünden (990) sonra yeğeni Ebû Ali Hasan b. Mervân, adı geçen şehirleri de içine alan bölge­de Mervânî Devleti’ni kurdu. Fakat Bi­zans saldırıları karşısında onlarla anlaş­ma imzalamaya ve onları metbû tanı­maya mecbur oldu (992). Mervânîler’den Nasrüddevle Ahmed’in hükümdarlık yıllarında (1011-1061) Ahlattılar huzur ve sükûn içinde müreffeh bir hayat sür­düler. Fakat şehrin bu dönemde pek fazla gelişmediği anlaşılıyor.

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Ah­lat dışındaki Van, Erciş, Malazgirt. Bar­giri gibi bölgedeki şehirlerin hepsi Bi­zans İmparatorluğu’nun elindeydi. Tuğ­rul Bey 1054 yılında Ahlat üzerinden giderek kuşattığı Malazgirt’i alamamış­tı. Ahlat Alparslan devrinden itibaren (1063) Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde bir üs olarak kullanıldı. Selçuklular’ın büyük emirlerinden Afşin Bey Ahlat’tan Anadolu içlerine akınlar düzenlemiş, Alparslan da 1071’de Ahlat üzerinden Malazgirt’e giderek burayı kolayca fethetmişti. Aynı yıl Ahlat’ın Emîr Sunduk’un idaresinde olduğu ve Bizans imparatorunun Ahlat üzerine sevkettiği öncü kuvvetlerini mağlûp et­tiği (3 Ağustos 1071) bilinmektedir. İbnül-Ezrak, Malazgirt Savaşı’na katılan Ahlatlılar’ın zengin ganimetlerle döndüğünü ve bu tarihten sonra şehrin Al­parslan’ın tayin ettiği valiler tarafından idare edildiğini söyler. XII. yüzyılın baş­larından itibaren Ahlatşahlar hanedanı­nın başşehri olan Ahlat, İslâm âleminin en büyük şehirlerinden biri haline gel­miş ve tarihinin en parlak devrini yaşa­mıştır. Yakut’un Ahlat’ı Van gölü havza­sının merkezi ve mâmur bir belde ola­rak anması da bunu göstermektedir Ahlat’ın gelişmesinde ticaretin önemli bir yeri vardı. Nitekim Ahlatlılar’a ait gemilerin 506’da (1112-13) Kostantiniyye denizinde (Karadeniz) battığına dair haber de bunu teyit eder mahiyettedir.

Siyasî istikrar ve ticaretin gelişmesi ilim, sanat ve kültürün de ilerlemesine vesile olmuştur. Hal tercümesi kitaplarında XII. ve XIII. yüzyılda yaşamış Ahlatlı âlimlere sık sık rastlanır. Ayrıca Ahlat mezar âbidelerinden örnekler Anadolu’daki bazı mimari eserlerin de Ahlatlı mimar ve sanatkârlar tarafın­dan yapıldığı tesbit edilmiştir. Anado­lu’daki teşkilâtlı esnaf ve sanatkâr bir­likleri de (fityan) ilk defa Ahlat’ta gö­rülmektedir. Ahlat’ın Ahlatşahlar dev­rinde ulaştığı zenginlik İldeniz’in oğlu Atabeg Cihan Pehlivan. Selâhaddîn-i Eyyûbî ve Erzurum Meliki Tuğrul Şah gibi birçok hükümdarda oraya sahip olma arzusu uyandırmıştır. Tuğrul Şah’ın Ah­lat Şah Balaban’ı öldürmesi üzerine şe­hir Eyyûbîler’den el-Melikü’l-Evhad b. Âdil’in eline geçti (604/1207-1208) ve Ahlatşahlar hanedanı sona erdi. Evhad’ın halkın önemli bir kısmını öldürtmesi, ile­ri gelenleri Meyyâfâriki’ne sürmesi ve ahî (fityan) teşkilâtının dağılması veya zayıflaması Ahlat’ın ilim, kültür ve ik­tisadî hayatında büyük bir gerilemeye sebep oldu. Evhad’ın 607’de (1210-11) ölümü üzerine yerine kardeşi el-Melikü’l-Eşref geçti. Âdil ve dirayetli bir hü­kümdar olan el-Melikü’l-Eşref Ahlat’ı Meyyafârikin ve Hani ile birlikte kardeşi Şehâbeddin Gazi’ye verdiyse de (1220) onun isyanı üzerine tekrar geri aldı ve valiliğine Hüsâmeddin Ali’yi getirdi. Şe­hir 1226 sonbaharında Celâleddin Hârizmşah tarafından kuşatıldı. Vali Hüsâ­meddin Ali Ahlat’ı başarıyla müdafaa etti ve yaklaşan kışın da etkisiyle Hârizmşah muhasaraya son vermek zo­runda kaldı. Eşref 1229’da Ahlata İzzeddin Ay Beg’i vali tayin etti. Aynı yı­lın sonbaharında Celâleddin Hârizmşah şehri tekrar kuşattı. Sekiz ay süren ku­şatma yüzünden pek çok kişi açlıktan öldü, halkın büyük bir kısmı da şehri terkederek sağa sola dağıldı. 18 Nisan 1229’da Ahlat zaptedildi ve Celâleddin Hârizmşah’ın muhalefetine rağmen şe­hir üç gün boyunca görülmemiş biçim­de yağmalandı. Bu felâketten bir iki yıl sonra başlayan Moğol istilâsı sebebiy­le Ahlat eski önemini kaybederek met­ruk bir şehir haline geldi. Bir zaman­lar pek çok hükümdarın göz diktiği Ahlat’a bu dönemde kimse sahip çıkmak istemiyordu. Nihayet Anadolu Selçuk­lu Sultanı Alâeddin Keykubad, veziri Ziyâeddin Karaarslan’ı göndererek (630/1232-33) Ahlat’ta iskân ve imar faaliye­tini başlattı ve Sinâneddin Kaymaz da subaşı (vali) tayin edildi. Moğollar Kösedağ Savaşı’ndan sonra Ahlat’ı istilâ edip Gürcü kumandanı Prens Avak’ın kız kardeşi Tamtam’a verdiler (1243) Ah­lat’ın 644 (1246) ve 674 (1275-76) yıl­larında meydana gelen depremler sebebiyle harabeye dönmüş olmasına rağ­men yine de önemini kaybetmediği, Olcaytu devrinde eyalet merkezi olmasın­dan da anlaşılmaktadır. Olcaytu’nun oğ­lu Ebû Said Bahadır Han devrinde de Ahlat mâmur ve müreffeh bir şehir vas­fını korumaktaydı. Ancak onun ölümün­den (1335) sonra Moğollar arasında başlayan iç mücadeleler sırasında şehir bü­yük zarar gördü. Moğollar’ın Anadolu’­daki umumi valisi Celâyir Şeyh Hasan, Hülâgû soyundan Muhammed’i han ilân edip iktidarı ele geçirmiş olan Uyrat Ali Padişah’ı Aladağ civarında yendi. Muhammed’i tahta geçirip yönetimi ele al­dı ve müttefiki Sutay Noyan’ın oğlu Ha­cı Tugay da Diyarbekir ve Ahlat yöresi­ne hâkim oldu. Nitekim Ahlat’ta 738’de (1337-38) Muhammed Han adına para basıldığı görülmektedir. Aynı yıl Çobanlı Küçük Şeyh Hasan, iktidarı Celâyir Bü­yük Şeyh Hasan’ın elinden alarak Hü­lâgû soyundan Süleyman’ı hanlık maka­mına getirdi. Daha sonra Hacı Tugay’a baş eğdirtmek için Muş ve Bulanık yörelerinde yağma ve tahripte bulundu (1340-1342). 741’de (1340-41) Süleyman Han adına Ahlat’ta para basılmış olma­sı, şehrin bu tarihte Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın hâkimiyetine geçtiğini göste­rir. Hacı Tugay ile düşmanı Çobanlı Kü­çük Şeyh Hasan’ın öldürülmeleri (1343). Doğu Anadolu’da esasen bozulmuş olan dirlik ve düzenliğin büsbütün yok olma­sına sebep oldu. Mahallî reisler birçok şehri ele geçirdiler. Ahlat da Bitlis hâkimi Ziyâeddin’in kardeşi Bahâeddin’in eline geçti (1350). Şehrin 1360’ta Moğol beylerinden Hızır Şahın idaresinde ol­duğu görülmektedir. Hızır Şah’ın daha sonra burayı tekrar Bitlis hâkimlerine terkettiği sanılıyor. Bitlis hâkimi ile ak­rabaları olan Muş ve Ahlat hâkimleri Karakoyunlular’ın aksine Timur’a baş eğ­meyi siyasetlerine daha uygun bulmuş­lardı. Timur devrinde Ahlat’a hâkim olan Emîr Muhammed ya Bitlis hâkimleri ha­nedanına mensuptu veya Bitlis hâkimi Şemseddin adına burayı idare etmek­teydi.

Karakoyunlu İskender Mirza Erciş, Adilcevaz ve Ahlat yörelerinde hare­kâtta bulunan Timur’un oğlu ve halefi Şâhruh’un ülkesine dönmesinden son­ra Bitlis, Ahlat ve diğer bazı şehirlere hâkim olan Emîr Şemseddin’i yakalattı (1422) ve Ahlat hisarının teslim edilme­mesi üzerine onu şehrin önlerinde öl­dürttü (1423). Fakat hisar ele geçirile­medi. Bitlis de üç yıl kuşatılmasına rağmen fethedilemedi. Buna karşılık İs­kender 1425’te Van ile diğer bazı kale­leri zaptetti. Ahlat ise hiçbir zaman Karakoyunlular’ın doğrudan eline geçme­miştir. Böylece, Karakoyunlu Kara Yû­suf Beg’in türbe ve mezarının Ahlat’ta bulunduğu ve buna bağlı olarak Karakoyunlular’ın Ahlat’a hâkim oldukları şeklindeki görüşlerin bir de­ğeri kalmamıştır. Kara Yûsuf Beg’in türbe ve zaviyesi ise ata yurdu olan Er­ciş’te bulunmaktadır.

Karakoyunlu Cihan Şah Mirza 1452 ve 1457 yıllarında Ahlat ve Bitlis bölge­lerini yağmalayarak pek çok kişiyi esir aldığı gibi 1462’de de dört kumandanı­nı gönderip Ahlat’ı muhasara ettirmiş, fakat vergi karşılığında kuşatmayı kal­dırmaya ikna edilmişti. Daha sonra Ci­han Şah Mirza’nın yerini alan Akkoyunlu Uzun Hasan Bey Bitlis ve Ahlat üzeri­ne ordu sevketti, fakat Bitlis hâkimi İbrahim Bey’in annesinin gayretiyle ba­rış yapıldı (873/1468-69). 1472’de Ba­yındır Beg altı ay süren kuşatmadan sonra Ahlat’ı ele geçirdi ve kaleyi yıktır­dı. Bayındır’ın ölümünden sonra Ahlat, oğlu Muhammed tarafından idare edil­di (1481-1488).

Akkoyunlular’dan sonra Ahlat ve Van gölü havzası Safevî hâkimiyetine girdiy­se de bu konuda hemen hemen hiçbir bilgi yoktur. Ahlat, Adilcevaz ve Erciş. lrakeyn seferi (1533-1535) sonunda Kanûni Sultan Süleyman tarafından Os­manlı topraklarına katıldı. Ancak Safevîler bir müddet sonra Van ve Erciş’i geri aldılar. Kanunî Şah Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’nın İstanbul’a gele­rek yardım istemesi üzerine İran seferi­ne çıktı, fakat sadece Van Kalesi alına­bildi. Bunun üzerine Şah Tahmasb Do­ğu Anadolu’da tahribata giriştiği gibi Avşar Şah Kulu Sultan’ı da Ahlat tarafı­na gönderdi. Bu Safevî saldırıları sırasında Ahlat Kalesi yerle bir edildi. Osman­lılar birkaç yıl sonra Ahlat için göl kıyı­sında yeni bir hisar inşa etmişler ve yeni Ahlat da burada kurulmuştur. Kırk bir yıl devam eden Osmanlı-Safevî mücade­lesi 1555’te imzalanan Amasya Antlaşması’yla sona erdi. Fakat çeşitli sebeplerle Moğol istilâsından itibaren ehem­miyetini kaybetmeye başlayan şehir. Safevîler ve Osmanlılar zamanında Van gö­lü havzasının en sönük şehirlerinden biri haline geldi. Van bir eyalet merkezi olur­ken Ahlat da Adilcevaz sancağının bir kazası haline gelmişti. Nitekim Amasya Antlaşmasından bir yıl sonra yapılan tahrir’de Ahlat’ın acıklı durumu açıkça görülmektedir. Defterde verilen rakam­lara göre şehrin nüfusunun askerler, di­ğer vazifeliler ve din adamları dışında 1600 civarında olduğu tahmin edilmek­tedir. Vergi veren müslümanların sayı­sı ise 128 idi. Geçirdiği felâketler sebe­biyle Ahlat’ta cami ve medreseyle ilgili hiçbir vakıf yoktur. Zikredilen tarihte mevcut vakfiyeler de zaviyelere ait olup çoğunun yeni tesis edildiği anlaşılmak­tadır.

Kâtip Çelebi Ahlat’ın elma ve kaysısı meşhur bağlık bahçelik bir şehir oldu­ğunu kaydeder; 1655 yılında Ahlat’a uğrayan ve şehir hakkında geniş bilgi veren Evliya Çelebi de Van gölünde tu­tulan balıkların Acem tüccarlarına satıl­dığını ve elde edilen parayla da Van çevresinde görevli askerlerin ulufeleri­nin karşılandığını söyler.

Ahlat Tanzimat’tan sonra Van eyale­tinin Van sancağına II. Abdülhamid devrinde ise Bitlis vilâyetine bağlanmıştır. 1310 (1892-93) yılına ait Bitlis Vilâyeti Sal­namesi’ne göre (s. 182-185) Ahlat yedi mahalleden meydana geliyordu ve ikisi hisar içinde olmak üzere yedi camii var­dı. Günümüzde Ahlat’ta tarihî ve mima­ri değeri olan altı kümbet, üç mescid ve bir kale vardır. Ahlat özellikle sanat de­ğeri yüksek mezar taşlarıyla meşhur­dur. Kitabeleri okunan mezar taşların­dan dördü Ahlatşahlar, sekizi Eyyûb’ler. elli dördü Moğollar, dördü Bitlis hâkim­leri (Rûzegîler). dördü de Safevîler dev­rine aittir. Akkoyunlu hanedanından Ba­yındır Beg’in türbesi Ahlat’ın en güzel âbidelerinden biridir. Osmanlı devrinde yapılan eserlerin başında, Kanunî zama­nında göl kıyısında inşa edilen hisar ge­lir. Hisar II. Selim devrinde bir dış ka­le ile çevrilmiştir. Hisarın yanında İsken­der Paşa Camii (1564) ile bir hamam, dış kale kısmında da Kadı Camii (1584) bu­lunmaktadır. Şehrin en parlak devrini teşkil eden Ahlatşahlar zamanından gü­nümüze hiçbir eserin intikal etmemiş olmasının sebepleri, yer sarsıntıları ve bilhassa Şah Tahmasb’ın yaptığı tahri­battır.

Ahlat bugün bağlık bahçelik küçük bir ilçe olup 1985 sayımına göre mer­kez nüfusu 11.138. toplam nüfus ise 28.800’dür. Ekime elverişli geniş top­raklarında buğday ve çavdar yetiştirilir. İlçede hayvancılık gelişmiştir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski