İslamda Ağıt Nedir, Hükmü, Caiz mi, Hakkında Bilgi

İslâm’dan önce Araplar arasında ağıt yakma ve yas tutma me­rasimlerinin varlığı bilinmektedir. Arap­lar bu çeşit merasimlere niyâhet-nevha, nedb-nüdbe, resâmersiye, matem, bükâ ve na’y gibi isimler verirlerdi. Eski Araplar’da da ölülerin arkasından ücretle el­biselerini yırtıp saçlarını yolarak ağla­yan birtakım kadınlar vardı; ağıtçılığı meslek haline getirerek geçimlerini bu yoldan temin eden bu kadınlara nâiha-nâihât deniliyordu. Ağıt sırasında yap­tıkları hareketlere göre sâlika (çığlık atan), ressâe (mersiye söyleyen), halika (saçlarını yolan) ve şâkka (üstünü başını yırtan) gibi isimler alan bu kadınlar menâha denilen ağıt söyleme mahallinde toplanarak hep birlikte ölünün iyilikleri­ni ve kahramanlıklarını anlatan ezgiler okur, ses ve hareketleriyle çevredekileri elem ve ıstıraba boğan hazin bir ma­tem havası meydana getirirlerdi. Bu şe­kilde bazan kabile ihtİlaflan ve kan da­vaları körüklenir, ölüm olayı ve cenaze kaldırma meselesi bir güç gösterisi ve bir öç alma hareketi haline getirilirdi. Bu törenlerde İslâm’ın şiddetle yasakla­dığı itikad ve amelle ilgili pek çok unsur da bulunmaktadır. Bu yüzden ağıtçılık kınanmış ve lanetlenmiş, hatta ilk de­virlerde, Müslümanlığa yeni giren ka­dınlardan ağıtçılık yapmayacaklarına dair söz dahi alınmıştır. Ancak bütün bu tedbirlere rağmen ağıtçılık devam etmiştir. Yaptığı iyilikleri ve fedakârlıkları bir bir sayarak ölünün üzerinde ah vahla ağlamaya nedb veya nüdbe denir. Ka­deri kınama ve ilâhî takdire karşı çıkma şeklindeki nüdbelerle İslâm âdâb ve er­kânına yakışmayan feryat ve figanlar yasaklanmıştır. Fakat taşkınlık yapma­dan inleyip sızlanarak ağlamanın mu­bah sayıldığı görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber vefat edince Hz. Ebû Bekir,

“Vah Nebî, ah benim dostum, vah vah canciğer kardeşim!” diye ağla­mış. Hz. Fâtıma ise;

“Vah be­nim babacığım!” diye göz yaşı dökmüş­tü. Feryat ederek ve çığ­lıklar kopararak ölüye ağlamak mânasına gelen nevha-niyâhe ise hadisler­de şiddetle yasaklanmış, Câhiliye âdeti sayılmış ve ölünün azap görmesine yol açacağı haber verilmiştir. Ölü­ye ağlarken saçları yolma, üst baş yırt­ma, yüz göğüs paralama, başa kül sa­vurma, diz dövme, karalar giyme, fele­ğe küfretme gibi hal ve hareketler de günah sayılarak yasaklanmıştır. Hatta cenaze toprağa verildikten sonra ölü­nün evinde toplanmak ve burada ye­mek pişirip gelenlere yedirmek de nevha sayılmıştır.

Ölü için üzülme ve sessizce göz yaşı dökmenin günah olmadığını açıkça ifa­de eden hadisler vardır. Hz. Peygamber, oğlu İbrahim ölmek üzereyken ağlamış ve bunu garip karşılayan Abdurrahman b. Avfa, “Gözümüzden yaş akar, kalbi­mize hüzün çöker; ama dilimiz Allah’ın rızasına aykırı bir söz söylemez” demiş­tir. Bir hadise göre ölü için ağlamak­tan ve yaş dökmekten göz, üzülmekten de kalp sorumlu değildir; ama el yaptık­larından, dil söylediklerinden sorumlu­dur.

Ağıt ve ağlama konusuyla ilgili deği­şik hadislerden anlaşıldığına göre ölü­ye üzülmek, iyi huylarını ve güzel davranışlarını yâdederek ağlamak, eğer ilâ­hî takdire razı olmama ve kadere isyan etme mânasına gelen ifadelerle birlik­te bulunmazsa mubahtır. Üstünü başını yırtma, saçını yolma, dizini veya başı­nı dövme gibi el hareketleri ise caiz gö­rülmemiştir. Elim ve hazin bir hadise olan ölümden duyulan acıya karşı her insanın aynı metanet ve mukavemeti gösteremeyişinden dolayı, bu husus­ta caiz olan söz ve hareketlerle caiz ol­mayanları ayırmak için bir sınır koymak çok güçtür. Mümkün olduğu kadar ilâhî takdire teslimiyet göstererek dinî ah­kâm ve âdaba uygun düşmeyen davranışlardan ve sözlerden sakınmalı, acıyı ve üzüntüyü devam ettirmemeye çalış­malıdır. Fıkıh âlimleri, ağıtçılık bir ya­na, bir kimsenin çığlıklar kopararak ve yüksek sesle hıçkıra hıçkıra kendi ölü­süne ağlamasını dahi caiz görmemiş­lerdir. Bu türlü davranışlar Hanefî ve Mâlikîler’e göre haramdır. Zehebi ve İbn Hacer el-Heytemî, yüksek sesle ölüye ağlamayı büyük günahlardan (günâh-ı kebâir) sayar ve bunu küfür olarak gö­renlerin bile bulunduğunu haber verir­ler. İmam Birgivî Vasiyetnâme’smde, “Üzerime sağu sağmayalar” diyerek öl­düğü gün de. ölümünün yedinci veya ellinci gününde de yemek pişirilip ölü aşı verilmemesini açıkça istemiştir.

Sünnî âlimlerin sürekli karşı çıkmala­rına rağmen ağıtçılık. Ehl-i sünnet mu­hitinde her zaman varlığını muhafaza etmiştir. Bugün Anadolu’nun her yerin­de ve bütün İslâm âleminde, bilhassa köylerde ağıt yakma, ağıtçılık yapma âdetleri devam etmektedir. Fakat ağıt­çılık en aşırı şekilde Şiî-Alevî zümreler arasında yaşama ve gelişme imkânı bul­muştur. Bütün Sünnî kaynaklar ağıtçılı­ğı menettiği halde, Şiî-Alevî ulemâsı bu­nu teşvik etmiş, çok nâdir hallerde ise aleyhinde bulunmayıp sadece sükût et­mişlerdir. Hz. Ali’nin şehid edilmesi do­layısıyla ramazanın on sekiz, on dokuz ve yirminci günlerinde, Kerbelâ facia­sı vesilesiyle de 10 Muharrem’de Şiîler çeşitli yas törenleri tertip ederek ağıt söyler., içlerini döker, başka bir ifadeyle dertlerini ta­zelerler. Bu suretle, imamların çektik­leri acılara ve işkencelere katıldıkları­nı, onların ıstırabını paylaştıklarını iddia ederler. Bu günlerdeki yas törenlerin­de mûyeger ve nevhakünende denilen ağıtçılar bıçaklarla başlarını yarar, yüz­lerini keserler, zincir-zenler zincirlerle sırtlarını döverler ve sînezenler göğüs­lerine vurur, ah vah edip çığlıklar atar­lar. Ayrıca bu törenler sırasında şebîh denilen Kerbelâ faciası sorumlularının kuklaları da yakılır. Şiîler, diğer imam­ların katledildikleri günlerin yıl dönüm­lerinde de buna benzer yas âyinleri dü­zenlerler. Bu suretle âyinler Şiîler’in saflarını sıklaştırmaları ve birliklerini per­çinlemeleri için bir vasıta olarak kulla­nılmaktadır. Şiîlikte mersiye edebiya­tının ve matem âyinlerinin gelişmesini sağlayan ağıtçılık, İslâm’ın birliğini ve bütünlüğünü devamlı olarak zedelemek­ten başka bir sonuç vermemiştir. Yine Şiî tesirlerle bazı Sünnî tekkelerde de muharrem ayında Kerbelâ hadisesinin yıl dönümü için âyin ve zikir meclisleri tertiplenerek hadiseyi hatırlatan ilâhiler (muharremiyye) okunması âdet haline getirilmiştir.

Ağıtçılık meselesinde Mutezile âlim­leri genellikle Sünnîler gibi düşünmüş­lerdir. Bazı mutasavvıflar ise ölüye ağ­lamamak lâzım geldiğini ileri sürmüş­ler, emrihak vâki olduğu zaman âşık maşukuna, kul mevlâsına vâsıl oldu di­ye sevinmişler, neşîdeler söylemişler, semâ etmişler ve düğünde olduğu gi­bi ziyafet vermişlerdir. Hz. Mevlânâ’nın ölüm yıl dönümlerinde mevlevîhaneler­de icra edilen ve günümüzde de devam eden “Şeb-i arüs” (düğün gecesi) tören­leri bu tarz kutlamalara bir örnektir. Şiîler’in yaptıklarının tam tersi olan se­vinmek, neşîdeler söylemek ve semâ etmek de dine ve insan tabiatına ay­kırı olduğu için çok sınırlı kalmış ve top­lum tarafından geniş bir kabul görme­miştir.

  • Ağıt -Türk Edebiyatında-
  • Ağıt -Türk Musikisinde-
  • Ağıt Nedir, Tarihçesi

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski