Müzikal Sinema
Müzikal sinema Hollywood’da doğup gelişmiştir. Bu gelişmenin ABD ’de olması, türün gerektirdiği altyapının, yani yetkin bir kadro kurarak uzun süreli çalışma ortamını sağlayacak, zengin dekor, kostüm ve çekim masraflarıyla artan maliyetleri karşılayabilecek olanakların, müzikal sinemanın hızla geliştiği 1930’larda yalnızca Hollyıvood’da bulunmasından kaynaklanıyordu. Amerika’nın zengin gösteri sanatları geleneği de müzikal sinema için hem malzeme, hem de hazır bir izleyici kitlesi sağlıyordu.
Müzikal sinemanın ayırt edici özelliği, müzik ve dans öğelerine dayanması, şarkı ve dans bölümlerinin öykünün bir parçası olması ve bu öğelerin eksikliği halinde filmin anlamını yitirmesidir. Bu yüzden, ilk sesli film olan, Alan Crosland’ m (1894-1936) 1927 tarihli The Jazz Singer’ı, içinde şarkıların da yer almasına karşın, tam anlamıyla bir müzikal sayılamazdı, iki yıl sonra Harty Beaumont’un (1888-1966) yönettiği ve ilk müzikal film kabul edilen MGM yapımı The Broadısuay Melody, bir Broadway gösterisi öncesi, tiyatro topluluğu içinde yaşananları anlatan ve açılış gecesiyle sonuçlanan konusu ve yapısıyla, 1930’lar boyunca çekilen çok sayıda müzikal film için bir örnek olmuştu.
Müzikal filmler, gerçek dışı, siyasetten uzak, düşlere dayalı “kaçış sineması” ürünleri olarak 1930’larda ve 1940’larda büyük yaygınlık kazanıyor, 1929 dünya iktisadi bunalımının etkilerini, daha sonra da II. Dünya Savaşı’nın getirdiği tehlikeleri, sıkıntıları ve yıkımları unutmak isteyen izleyici kitlelerince hemen benimseniyordu.
Bu dönemde Hollywood’daki film şirketleri arasında müzikal konusunda da büyük bir rekabet doğmuştu. Wamer Bros şirketi ünlü koreograf ve yönetmenBusby Berkeley ’nin(1895-1976) kalabalık kadrolu, gösterişli filmleriyle etkinliğini sürdürüyor, Joan Blondell (1909-1979), Dick Powell (1904—1969) gibi oyuncuları üne kavuşturuyordu. Emst Lubitsch, Paramount’ta, Maurice Chevalier ve Jeanette Mac-Donald’lı (1901-1965) filmleriyle danstan çok şarkılara dayalı bir müzikal geliştiriyor, RKO şirketi, sinema tarihinin en büyük dansçısı olarak kabul edilen Fred Astaire’i, Ginger Rogers (1911) ile bir araya getirerek bu unutulmaz çiftle müzikalin zarif örneklerini veriyordu. Twentieth Century-Fox, Alice Faye’den (1912) sonra Betty Grable’ı (1916-1973), Universal, Deanna Durbin’i (1921), Columbia da Rita Hayworth’ı öne sürüyordu.
Bu rekabet ortamı içinde MGM Şirketi’nin ayrı bir yeri vardı. MGM, farklı bir tarz geliştiriyor doğrudan sinemanın özelliklerine göre düşünülmüş ve hazırlanmış yapıtlarla müzikal türüne saygınlık kazandırıyordu. MGM, Judy Garland, Mickey Rooney, Frank Sinatra, Kathryn Grayson (1922) ve daha birçok ünlü oyuncuyu bünyesinde topladığı 1940’larda, Rouben Mamoulian (1898), Vincente Minnetti, George Cukor, George Sidney (1916) gibi yönetmenleriyle de ön plana geçiyor ve rakipsiz-leşiyordu. Minnetti ve Gene Kelly-Stanley Donen (1924) İkilisi, 1940’ların sonuyla 1950’lerin başlarında çektikleri MGM müzikalleriyle bu türün doruk noktasını oluşturdular.
Müzikal sinemanın klasikleri olarak değerlendirilen yapıtların verildiği 1950’lerden sonra giderek beklentileri değişen, daha gerçekçi yapıtlara yönelen izleyici kitlelerinin ve yüksek yapım maliyetlerinin etkisiyle, bu sinema türü gözden düşmeye başladı. 1960’lara gelindiğinde, Amerikan sinemasıyla özdeşleşmiş olan büyük müzikaller dönemi artık kapanmıştı.
1960’lar ve sonrasında, zaman zaman müzikal sinemanın tekil örnekleri verildi. Bunlar arasında, Robert Wise(1914)-Jerome Robbins (1918) İkilisinin 1961’deki West Side Story (Batı Yakasının Hikâyesi), George Cukor’ın 1964 tarihli My Fair Lady (Benim Tatlı Meleğim), Walt Disney’in aynı yıl çektiği Mary Poppins (Gökten İnen Melek), yine Wise’ın 1965 yapımı The Sound of Music (Neşeli Günler) adlı filmleri sayılabilir. 1969’da Shirley MacLaine’li (1934) Sweet Charity’yi çekmiş olan Bob Fosse (1927) 1972’deki Cabaret’de (Kabare), Nazi Almanya’ sı üstüne siyasal gözlemleriyle müzikal sinemaya yeni bir boyut getiriyordu. 1970’lerde, Martin Scorsese, New York New York, Milos Forman’ da Hair ile bu türün ilginç örneklerini verdiler. Fosse’un 1979 tarihli Ali That Jazz adlı filmi ve -, son dönem Amerikan sinemasının önemli adlarından Francis Ford Coppola’nın 1982 yapımı One From the Heart’ı (“Gönülden Biri”), tipik Hollywood müzikalinden uzaklaşan, nitelik değiştirmekte olan yeni denemeler oldu.
ABD dışındaki ülkelerde müzikal sinema, hiçbir zaman Amerikan sinemasındaki kadar önemli olmadı, benzer girişimler Amerikan müzikallerinin taklidi olarak kaldı. Almanya’da 1930’lardaki kimi müzikaller, Fransa’da Rene Clair ve Jacques Demy ’nin özgün çalışmaları, İngiltere’de Carott Reed’in (1906-1976) 1970 tarihli Oliver! filmi, Ken Russel’ın 1975 yapımı Tommy’si, başarılı müzikal örnekleri olarak sayılabilir.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi