İslâm ahlâkında ahid ve va’d terimleri genellikle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak Kur’ân-ı Kerîmde va’d ve bundan türetilmiş olan kelimeler, “Allah’ın inanan ve iyi işler yapan İnsanlara maddî ve manevî ecir ve mükâfat vereceğini bildirmesi” mânasında geçer. Ahid kelimesi ise ahlâkî bir kavram olarak genellikle “Birine söz verme, vaad ve taahhütte bulunma, anlaşma yapma” mânalarında kullanılmıştır. Hadislerde de bu mânalar hem ahid hem de va’d kavramlarıyla ifade edilmiştir.
Kur’an’da iman, yalnızca zihnî bir inanma değil, bunun yanında kişinin dinî naslarla belirlenmiş olan esaslara uyacağına dair gönüllü bir taahhüdü olarak değerlendirilmek suretiyle iman ile ahid arasında sıkı bir münasebet kurulmuştur. Böylece Kur’an’a göre ahde vefa, iman ederek Allah ile ahidleşmiş ve bu suretle kendisini hür iradesiyle sadakat mükellefiyeti altına sokmuş olan müminin ahlâkî bir borcudur. Bu sebeple Kur’an ahdin Önemi üzerinde ısrarla durmuştur. İster Allah’a ister insanlara karşı verilmiş olsun, her vaad ve ahid, yükümlülük için ehliyet şartlarını taşıyan bir insanı borçlu ve sorumlu kılar. İslâm ahlâkında bu sorumluluğun yerine getirilmesine ahde vefa veya ahde riayet denir ki her iki tabir de Kur’an’dan alınmıştır. [bk. Bakara: 2/ 177; Mü’minûn: 23/8]
“Sözünde durmak, verdiği sözlere bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” gibi anlamlan içine alan ahde vefa veya kısaca vefa, İslâm ahlâkının en önemli prensiplerinden biridir. Ahlâkçılara göre ahde vefayı yüksek bir fazilet haline getiren husus, kişinin taahhüdünün aksini her an yapma imkânına sahip olduğunu bilmesine rağmen, kendisini verdiği söze bağlı hareket etmek zorunda hissetmesidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şeriflerde olgun müminlerin vasıfları sayılırken, onların ahde vefa gösterme özelliklerine işaret edilir. [bk. Mü’minûn: 23/8; Meâric: 70/32] Kur’an’da ahde vefa ile ilgili âyetlerde, kendileriyle yapılmış antlaşmaların hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, müslüman olmayan taraflara dahi verilen söz İstikametinde uygulamada bulunulması emredilmektedir. [bk. Tevbe: 9/1-4-7] Diğer ahlâkî faziletlerde olduğu gibi ahde vefa göstermede de ümmeti için örnek bir yaşayış sürdürmüş olan Hz. Peygamber’in Hudeybiye Antlaşması’ndan hemen sonra, yanındaki müslümanların itirazlarına rağmen, kendisine sığınan Ebû Cendel’i antlaşmanın gereği olarak müşriklere iade etmesi, onun verdiği söze bağlılığının en canlı örneklerinden birisidir. Ona “el-Emîn” sıfatının düşmanları tarafından bile verilmesinin, kendisinin ahde vefa ve emanete riayet faziletine kemâliyle sahip bulunmasından ileri geldiği bütün kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim o, konu ile ilgili hadislerinde ahde uygun hareket edilmesini imandan saymış, ahde aykırı davranmayı ise nifak alâmetleri arasında göstermiştir. Zira sözünde durmamak, sözüne güvenilmez olmak, imanın özünde bulunan sadakat mefhumu ile çelişmektedir. Halbuki gerek Kur’an’da [bk. Bakara: 2/177], gerekse hadislerde ahde vefa ile sadakat arasında kopmaz bir bağ bulunduğu belirtilmiştir.
İnsanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla duran İslâm ahlâkçıları, bu konuyu ekseriyetle “Dilin âfetleri” başlığı altında incelemişlerdir. Ahlâkçılar, herhangi bir vaadde bulunurken, ileride ahde vefa göstermeyen bir kişi durumuna düşmemek için, yerine getirilemeyecek hususlarda düşünmeden hemen “Evet” demek yerine, söz veren tarafın ahdini yerine getirmesini engelleyen meşru bir sebebin baş gösterebileceğini dikkate alarak, sözün ardından, “İnşallah” denilmesini tavsiye etmişlerdir.
- Ahid Nedir, İslam Tarihinde
- Ahid Nedir, Fıkıhta
- Ahid Nedir, Tasavvufta
- Ahid Nedir, Dinler Tarihinde
- Ahid Nedir, Ne Demek, Anlamı
TDV İslam Ansiklopedisi