Akaid i İbni Arabi Kitabı, Özellikleri, Hakkında Bilgi

AKAİDÜ İBNİ’L-ARABİ

Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin (ö. 638/1240) akaide dair üç risalesinin ortak adı.

İbnü’l-Arabfnin itikad anlayışını ihtiva eden Akîdetü’l-avûm, ‘Akîdetü’n-nâşiyeti’ş-şâdiye ile Aka’idetü ehli’l-ihtisâs adlı risaleler aslında el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin mukaddimesinde bulun­maktadır. Ancak müellifin müslümanlar dinî hayat ve mertebeleri bakımından “Ehlullah”, “Ehl-i rüsum” (şeriat ve zahir âlimleri) ve “ehl-i İslâm” (müslüman halk kitlesi) şeklinde üç zümreye ayırdığı göz önüne alınarak bunların her biri için ay­rı bir risale yazdığı kabul edilmiş ve bu düşünceyle el-Fütûhâtü’l-Hekkiyye mu­kaddimesinin ilgili bölümleri sonradan müstakil birer risale haline getirilmiş­tir, Kâtip Çelebi bu risalelerin ortak adını Akâ’idü’ş-Şeyhi’l-ekber şeklinde kaydetmiştir.

1) Akide’tü’I-‘avam adlı risale Akidetü ehli’l-İslâm diye de bilinir, İbnü’l-Arabî bu risaleyi kendi iti­kadını açıklamak ve bu hususta müslümanların hüsn-i şehadetini kazanmak maksadıyla yazdığını belirtmektedir. Kelime-i şehâdetin tefsiri mahiyetinde olan risale iki bölüm­den oluşur. “Eş-Şehâdetü’l-ûlâ” başlığını taşıyan birinci bölümde Allah’ın birliği ve sıfatları üzerinde durulur. Ulûhiyye-tinde, zâtında ve sıfatlarında tek. me­kân tutmak ve bir yönde bulunmaktan münezzeh olan Allah’ın Kur’an’da açık­landığı şekilde ve dilediği mânada arşa istiva ettiği, zâtını zaman ve mekânın kuşatamayacağı, zira mekânı da zama­nı da onun yarattığı, dilediği zaman kalp ve gözlerle görülebileceği, arşı yaratıp istivayı sınır kıldığı, kürsî’yi var edip ye­ri ve gökleri onun içine aldığı anlatıldık­tan sonra İlim, irade ve tekvin sıfatlan âyetlerin ışığı altında izah edilir. Kâinat­ta mevcut zıtlık, ayrılık ve benzerliklerin bütünüyle ilâhî iradenin sonucu olduğu­na, küllî iradenin her şeyi kuşattığına. âlemin yokken ezeli ilim ve iradeye gö­re yaratıldığına dikkat çekilerek kelâm, sem’ ve basar sıfatlarına kısaca temas edilir. Daha sonra yegâne failin Allah ol­duğu belirtilerek birinci bölüm tamam­lanır. “eş-Şehâdetü’s-sâniye” adı verilen ikinci bölümde Hz. Muhammed’in bü­tün insanlara gönderilen son peygam­ber olduğu ve onun Allah’tan getirdiği bütün haberlere inanmak gerektiği ifa­de edilerek sem’iyyât konuları sırala­nır. Risale şefaate, cennet ve cehenne­min ebediliğine temasla sona erer.

İbnü’l-Arabi’nin bu risalesi, herhangi bir delil ve ispata lüzum kalmaksızın sı­radan her müslümanın kabul etmesi ge­reken umumi itikad esaslarına yer veren bir akaid metni mahiyetinde olup Ehl-i sünnet esaslarına tamamen uygundur. Risale plan. şekil ve yer yer muhteva ve ifade bakımından Gazzâlî’ye ait Kavâ’idû’l-akaid’ın birinci faslına benzemek­tedir. Akidetü’I-avâm’ hacmi, büyük boy on sayfa civarındadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde birçok yazma nüsha­sı mevcut olup el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye içinde yayımlanmıştır.

Ri­sale ayrıca Şa’rânî tarafından el-Yevakit ve’l-cevâhir’ın baş tarafında ikti­bas edilmiştir.

2) Akidetü’n-nâşiyeti’ş-şâdiye. Müel­lifi tarafından Risâletü’l-maclûm min akâ’idi ehli’r-rüsûm şeklinde de ad­landırılan risale bir giriş ve dört bölümden İbarettir. Girişte Batı’dan, Doğu’dan, Yemen’den ve Şam’­dan ekvatorun altındaki “Eryen kubbesi”ne gelen ve sahibini ebedî saadete götüremeyen, boş gayelerden uzaklaş-tıramayan ilmin faydasızlığı konusunda fikir birliğine varmış, ilimleri ve isimlerle kavramlar (rüsum) arasındaki farkı id­rak etmiş olan dört âlimin, insan çaba­sıyla kazanılan (iktisab) ilimlerin ötesin­de daha yüce bir bilgiyi araştırmak için yaptıkları karşılıklı konuşmalardan bah­sedilir. Batılı âlimin “el-hâmilü’l-kâim” (evveliyyât). Doğulu âlimin “el-hâmilü’l-mahmülü’l-lâzım”, Şamlı âlimin “el-ibdâ’ ve’terkîb”. Yemenli âlimin de “et-telhîs vet-tertîb” bilgisine sahip oldu­ğu zikredilerek her âlimin ihtisas saha­sıyla ilgili açıklamaları sırasıyla dört bö­lümü teşkil eder. Çok kısa muhtevalı on dört babdan oluşan birinci bölümde her hadîsin bir sebebi olduğu, hadislerden aynlamayan bir varlığın hadis olması ge­rektiği. kıdem-bekâ, kümün-zu­hur, arazın intikalinin ve başlangıcı bulunmayan hadislerin reddi, kadîm ve va­cip varlığın cevher, cisim, araz ve cihet­lerden tenzihi, istiva, vahdet ve rü’yet konulan anlatılır. On babdan meydana gelen ikinci bölümde de kudret, ilim, ha­yat irade, kelâm, sem’, basar sıfatlan ile zâtta mevcut birer mâna olarak sı­fatların ispatı kısaca ele alınır. Yine on babdan oluşan üçüncü bölümde âlemin Allah tarafından yaratılması, kesb, Al­lah’a vücûb ve zulüm isnadının reddi, teklîf-i mâla yutak, hüsün-kubuh, mârifetullahın aklî değil naklî oluşu, risâletin ispatı kısaca anlatılır. Dördüncü bö­lümde öldükten sonra diriliş, kabir su­ali ve azabı, mîzan, sırat, cennet ve ce­hennemin yaratılması ve imametle il­gili meseleler kısa bablar şeklinde zik­redilir.

İlâhiyyât’, nübüvvât ve sem’iyyât konularının sadece aklî kıyas ve tarif­lere dayanılarak anlatıldığı on sayfa tu­tarındaki bu risale, kolay ezberlenebilmesi için kısmen seçili bir şekilde yazıl­mıştır. Risâletü’l-ma’lûm min ‘akâ’i-di ehli’r-rüsûm adından da anlaşılaca­ğı üzere, okumuş zümreye hitap eden eser el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye içinde ya­yımlanmıştır.

3) Akîdetü ehli’l-ihtişâş adını taşıyan üçüncü risale. İ’tikâdü ehli’l-ihtişâş min ehlillâh beyne nazar ve keşi adıyla da bilinir. Risale “Meseleler” şeklinde dü­zenlenmiştir. Aklın sınırı, vacip varlıkla mümkin varlık arasındaki münasebet, ulûhiyyet ve zât kavramlan, bilinmezlik âlemi. kesb. cebr ve şer problemleri, âlemdeki vahdet, ilâhî sıfatların nisbîliği. zât-ı ilâhiyyeden illiyyetin nefyi, ulûhiyyetin sırrı, ilim-mâlum ilişkisi, rü’yetin mahiyeti, ezel, mâsivânın hudûsu, Eş’ariyye’ye göre ilk mümkin varlık ve zaman. Eş’ariyye ve Mücessime’ye göre müşterek lafız, şerrin ilâhî kazada yer alması, ilâh olmayan taaddüd-i kudemânın imkânı, aklın ve imanın rehberli­ği, cevherlerin değişmezliği, beka, ke­lâm, isim-müsemmâ-tesmiye, bilginin kısımları, hüsün-kubuh. delil-medlul. kazaya rızâ, Allah-âlem ilişkisi, ilk aklın bilgi çeşitleri, adem, Allah hakkında ca­iz olan hususlar gibi konular altmış beş meselede incelenir.

Seçkin ilim ve düşünce erbabının iti­kadını tanıtmak maksadıyla yazılmış olan “Akîdetü ehli’l-ihtişâs”ta mümkin varlık için. kendisiyle ortak bir yönü bu­lunmayan vacip varlığın zâtını tanıma­nın imkânsız olduğu, nefiy ile ispat ara­sında gidip gelen kavramlar yoluyla sa­dece ulûhiyyet sıfatlarının zihnen ve fa­kat çok sınırlı bir şekilde bilinebileceği görüşü benimsenmiştir. Risale, İbnü’l-Arab’nin itikadî anlayışını ve genel ola­rak kelâm ilminin, özellikle de Eş’arî kelâm sisteminin tenkidini ihtiva etme­si bakımından önemlidir. Risalenin bir­çok yazma nüshası bulunduğu gibi el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye içinde de yayımlanmıştır.

İbnü’l-Arabî, Akîdetü hulâşati’l-hâşşa adlı bir risale daha hazırladığını, an­cak halkın anlayamayacağı kadar ağır olduğundan bunu el-Fütuhat’ın içine serpiştirdiğini bizzat kendisi ifade eder.

TDV İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski