Akaid İlminin Tarihçesi
Hz. Muhammed’in peygamberliği süresince akaidin ve diğer İslâmt ilimlerin kaynağını teşkil eden vahyin gelişi devam ettiğinden, bu dönemde tedvin edilmiş bir akaid ilminin varlığından söz etmek mümkün değildir. Asr-ı saadefte bütün konularda olduğu gibi itikadî konularda da sorusu olanlar Resûlullah’a başvurmuş, gerekli cevabı aldıktan sonra gönül huzuruna kavuşmuşlardır. Bu sebeple Hz. Peygamber döneminde itikadî konularda tam bir teslimiyet hâkimdir. Fakat bu teslimiyet onun vefatından sonra yerini yavaş yavaş ihtilâflara bırakmaya başlamıştır. Peygamber’in vefatıyla ortaya çıkan hilâfet konusu Şîa mezhebinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Daha sonra üçüncü halifenin şehid edilmesi, Cemel Vak’ası ve Sıffîn Savaşı gibi iç olaylar, adam öldürmek suretiyle büyük günah İşleyen (mürtekb-i kebîre) kimsenin iman bakımından durumu ve dolayısıyla iman ile küfrün sınırı, ayrıca insanın irade hürriyeti ve bu hürriyetin sınırlan gibi çözümü güç bazı itikadî problemlerin ortaya çıkmasına ve bu konuda farklı fikirler ileri süren Mürcie, Haricîler, Kaderiyye. Mutezile ve Cehmiyye gibi mezheplerin doğmasına sebep teşkil etmiştir. Bunlardan başka, fetihler sebebiyle müslümanların farklı din ve kültürlere sahip topluluklarla temas kurması, felsefenin İslâm dünyasında yayılmaya başlaması gibi dış tesirler de akaid konusunda farklı görüş ve ekollerin doğmasını kolaylaştırmıştır.
Ashap döneminin sonlarına doğru Mabed el-Cühenî ilk defa kader meselesini tartışmaya açmış, ihtiyari fiillerin hür irade ile meydana geldiğini söylemiştir. Gaylân ed-Dımaş-kı de Hişâm b, Abdülmelik döneminde kader meselesi üzerinde durmuş ve Ma’bed’in görüşlerini devam ettirmiştir. Abdullah b. Ömer, Câbir b. Abdullah, Ebü Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Enes b. Mâlik gibi son devir sahâbîleri ise kaderi inkâr edenleri tasvip etmemiş ve bu tür fikirlerden uzak durmanın önemini vurgulamışlardır. Yine bu dönemde Ca’d b. Dirhem Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyerek Allah’ın kelâm sıfatını inkâr etmiştir. Cehm b. Safvân da kulun iradesini kabul etmeyerek İslâm tarihinde ilk defa cebr fikrini ortaya atmış, ayrıca teşbih endişesiyle ilâhî sıfatları reddetmiş, Kur’an’ın mahlûk olduğunu, Allah’ın âhirette görülemeyeceğini iddia etmiş, cennet ve cehennemin ebedî olmadığını ileri sürmüştür. Özellikle sıfatların inkârı (nefy) ve bununla ilgili bazı âyetlerin tevili konularında Cehm’in Mu’tezile’ye öncülük ettiği kabul edilir.
I. yüzyılın sonu ile II. yüzyılın başlarında beliren fikir hareketlerinin ardından Mu’tezile mezhebi doğmuştur. Vâsıl b. Atanın kurduğu bu ekol. itikadî konuların özellikle ilâhiyyât bahislerinde naklin yanında akla da yer vermiş, akıl ile çelişik gördüğü nassı (müteşâbih) aklın ışığında te’vil etmiştir. Allah’a mâna sıfatı nisbet etmemiş Kur’an’ın mahlûk olduğunu söylemiş, kulun fiilini hür iradesiyle kendisinin yarattığını ileri sürmüş, büyük günah işleyen kimsenin imandan çıktığını fakat küfre girmediğini belirtmiştir. Mu’tezile âlimleri kendilerine muhalif gördükleri diğer mezhep ve cereyanlarla mücadele ettikleri gibi İslâm dışı akımlar, mezhepler ve dinlerle de mücadele etmişler, bunlar karşısında İslâmiyet’i müdafaa eden eserler kaleme almışlardır.
Muhtelif tarih ve tabakat kitapları, ilk dönemlerde yaşayan [h.II-III. Yüzyıl.] Mu’tezile. Havâric, Mürcie ve Şia’ya mensup “Ehl-i bid’at” âlimlerine akaide dair bazı eserler nisbet etmektedir. Bu eserler daha çok Allah’ın sıfatları, kader, büyük günah, imanın tarifi ve imamet konularında karşı görüş sahiplerini red ve tenkit eder mahiyettedir.
Sünnî akaide zemin hazırlayan telif faaliyetleri hicri I. yüzyılda başlamıştır. Fakat bu ilk dönem eserleri akaid konularının tamamını ihtiva eden müstakil telifler olmaktan çok bidat fırkalarının reddini hedef alan çalışmalar mahiyetinde olup hadis ve fıkıh âlimleriyle mutasavvıfların itikadî görüşlerini aksettiren risaleler halindedir. Bu risaleler genellikle, “Akide”, “Risâletü’t-tevhîd”, “El-Fıkhü’l-ekber”, “Kitâbü’l-asl”. “Kitabü’l-îmân” gibi adlar almışlardır. Akaidi oluşturan esaslar ancak IV. yüzyılda İmam Eş’arî ve İmam Mâtürîdî ile kurulan Sünnî kelâm içinde sistemleştirilmiştir.
Abdülkahir el-Bağdâdi’ye göre, Ehl-i sünnetten itikadî konularla ilgili olarak ilk defa görüş beyan eden Hz. Ali’dir. Çünkü o Hâricîler’le va’d ve vaîd*, Kaderiyye ile de kader, kaza. meşîet ve istitâat konularını tartışmıştır. Bağdât’nin zikrettiği en eski müellif de Risdle zemmi’1’Kaderiyye adlı bir eserin sahibi olduğu iddia edilen Ebü’l-Esved ed-Düel’dir. Yahya b. Ya’mer, Abdullah b. Ebû İshak el-Hadramî, İsa b. Ömer es-Sekafî. Ebû Amr b. Alâ’ vb. ilk dönem nahivcileri de Kaderiyye ve Mu’tezile’yi reddetmek için kitaplar yazmışlardır. Hasan-ı Basri’nin Halife Abdülmelik’e yazdığı kader risalesi de bilinmektedir.
Fakihlerden akaide dair ilk eser yazan ve eseri günümüze kadar ulaşan Ebû Hanîfe’dir. Onun el-Fıkhü’1-ekber, el-Fıkhü1-ebsat, er-Risale, el-Âlim ve’1-mütelal ve el-Vaşıyye diye tanınan beş eserinde akaid meselelerinin çoğu bahis konusu edilmekle beraber belirli bir tertip yoktur. Bu risalelerde hâkim olan fikir Kaderiyye, Mu’tezile, Mürcie, Cebriyye ve Havâric’in görüşlerini reddetmek ve doğru akîdeyi açıklamaktan İbarettir. Safimin, biri nübüvvetin sıhhati ve Berâhime’nin reddi, diğeri ehl-i bid’atin tenkidine dair olmak üzere iki kitap yazdığı bilinmektedir. Ebû Hanîfe ve Şgfiî’den başka Ahmed b. Hanbel, Taberî ve Tahâvî gibi âlimler. başta Buhârî olmak üzere Dârimî, Ebû Dâvüd, İbn Mende gibi muhaddisler akaid konularıyla da ilgilenmiş, bid’at ehlini reddeden ve “Sünnet akîdesi”ni ortaya koyan risaleler yazmışlardır. Bu tür eserlerden yazma halinde veya basılmış olarak günümüze kadar intikal edenler az değildir. İbn Ebü Ya’lâ’nın Tabakâtü’1-Hanâbile’sinde bu nevi “Akîdeler”in birçok örneğini bulmak mümkündür.
Ehl-i sünnet kelâmının doğuşuna kadar Sünnî itikadı savunan Abdullah b. Küllâb el-Basrî, Haris el-Muhâsibî ve Ebü’l-Abbas el-Kalânisî gibi âlimler, Sünnî itikada yöneltilen itirazları cevaplandırmak düşüncesiyle kelâm öğrenmişler ve selef mezhebinin akidelerini kelâm delilleriyle teyit etmeye başlamışlar, böylece bir asır sonra gelecek olan Sünnî kelâmcılara zemin hazırlamışlardır. İbn Küllâb, Selefiyye ile Mutezile arasında yer almış, Allah’ın sübûtî sıfatlan konusunda selefe tâbi olurken fiilî sıfatlarda Mu’tezile’nin görüşünü benimsemiş ve Eş’ar’ye öncülük etmiştir. Sehristânî, İbn Küllâb’ın bu görüşlerini benimseyenleri “Cemâatü’l-Küllâbiyye” diye adlandırmakta ve onları selef kelâmcıları olarak kabul etmektedir.
Eş’arî ve Mâtürîdî ekollerinin kuruluşu ile Sünnî akideden bahseden ilim kelâmı bir özellik kazanmıştır. Ancak sayılan az da olsa daha ziyade Hanbelîler’in oluşturduğu selef âlimleri ve muhad-disler akaid tarzında eser telifine devam etmişlerdir. Bunlar arasında İsmail b. Abdurrahman es-Sâbûnrnin Akîdetü’s-selef ve aşhâbi’I-hadîş’l, Beyhaki’nin el-Esmâ ve’ş-şıfâtve el-Vtikâd, İbn Kudâme’nin Lüm’atü’I-i’tikâd’ı sayılabilir. Müteahhir selef âlimlerinin Öncüsü sayılan İbn Teymiyye de akaidle ilgili pek çok eser yazmış, ayrıca çeşitli eserlerinde akaid konularına temas etmiştir. Bunlar arasında özellikle el-‘Akîdetü’l-Vâsıtıyye’s selef akidesini hülâsa eden bir risaledir. Bir diğer selef âlimi olan Şevkânrnin de selef akidesine dair eserleri vardır. Çağdaş müelliflerden Seyyid Sâbık’ın el-Akâ’idü’l-İslamiyyesi ile Abdurrahman Haben-neke el-Meydânînin el-QAkîdetü’l-İslâmiyye’sl iman esaslarını nakle dayalı olarak anlatan akaid tarzında eserlerdir.
Sünnî kelâm dönemine ait olmakla beraber Eş’arnin ei-İbâne’sı, Ebü’l-Leys es-Semerkand’nin el-Akıde’si, Cüveyn’nin el-‘Akidetü’n-Nizâmiyye’si, İbn Tûmert’in el-Akîde’s. Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin el-cumde’si, Nesef’nin Akâ’id’i, îcanin el-Akâ’idü’l-Adudiyye’si, Senurnin Akâ’id’i. Birgivrnin Vaşiyye’si, Lekân’nin Cevheretü’t-tevhîd’i de akaid tarzında eserler arasında mütalaa edilebilir.
Hicrî VIII. yüzyıldan itibaren kelâm ilminde şerh ve derlemecilik dönemi başlamış, bu dönemde ayrıca isbât-ı vâcib, elfâz-ı küfür, kader, esmâ-i hüsnâ, rüyetullah. ismetü’l-enbiyâ vb. konularda müstakil risalelerin yazılmasına önem verilmiştir. Ancak bu tip eserler daha çok kelâm metoduyla işlenmiştir.
Akaid literatürü İslâmî ilimler içinde geniş bir yer tutar. İlk dönemlerden itibaren “Kitâbü’t-tevhîd”, “Kitâbü’s-sünne”, “Akide”, “Usûtü’d-din”, “el-Fıkhü’l-ekber” vb. adlarla muhtelif akaid eserlerinin meydana getirildiği bilinmektedir. Yine ilk dönemlerden itibaren belki akaidden de önce meydana getirilen ve bugün birçoğuna sahip olduğumuz mezhepler tarihi kitapları da akaid eserleri kabul edilmelidir. Aradaki fark, bu sonuncu eserlerin iç plan açısından akaid meselelerini değil de bunları kendi açılarından yorumlayan şahıs veya fırkaları esas alarak görüşlerine dolaylı şekilde yer vermeleridir. Müslüman halka belli bir seviyede dinî bilgi kazandırmak ve onların dinî hayatlarını tanzim etmek maksadıyla kaleme alınan ilmihal kitapları da ibadet, ahlâk, helâl-haram ve bazı muamelât konularının yanında akaid meselelerine de yer vermiş ve büyük kitlelerin bu alandaki ilk ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Hadis kitaplarının pek çoğunda da akaid konularıyla ilgili özel bölümler mevcuttur. Kütüb-i Sitte, İmam Mâlik’in el-Muvatta’ı ve Dârimrnin es-Sünen’i gibi yaygın hadis eserlerinde çeşitli bölümler (kitab) akaid konularına ayrılmıştır. Bu konular genellikle, itikad sahasında bid’atten sakınıp sünnete uymak [Kitâbü’s-sünne. el-İ’tisâm bi’l-kitâb ve’s-sünne], iman [el-Imân. et-Tevhîd.] kader, kıyamet alâmetleri [el-Fiten ve’l-melâhim], âhiret hayatı, cennet ve cehennem meseleleridir.
Akaid konularını inceleyen İslâmî ilimlerden biri de tasavvuftur. Bu inceleme, Kelâbâzînin et-Tacamıfunda olduğu gibi, ya akaid konularının tamamının ele alınması veya tevhid, iman, ilim ve marifet, irade, kader, keramet, ruh, keşf vb. konular işlenirken sûfilerin itikadı görüşlerinin zikredilmesi şeklinde olmaktadır. Tasavvuf düşüncesindeki gelişmeye paralel olarak mutasavvıfların akaidle ilgili görüş ve fikirlerinde birtakım değişiklik ve farklılıklar da olmuştur. Tasavvuf kitaplarındaki akaidle ilgili konular daha ziyade yazarının itikadî mezhebi doğrultusunda ele alınmıştır. Akaid meselelerine yer veren tasavvuf eserlerine örnek olarak Kelâbâzfnin et-Tacarruf mezhebi ehli’t-tasavvuf’unu, Hücvîrî’nin Keşfü’l-mahcûb’unu. Kuşeyrî’nin er-Risâle’sini, Gazzâli’nin İhyâlü’ulûmi’ddin’ini, İbnü’l-Arab’nin Fusûsü’l-Hikem’ini ve İmam Rabbâni’nin Mektûbât’ını zikretmek mümkündür.
İslâm filozofları da eserlerinin metafizikle ilgili bölümlerinde İslâm akaidinin üç ana konusunun her birine dair görüş ve yorumlarını ortaya koymuşlardır. Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlan, birlikten çokluğun doğuşu (sudur teorisi), vahyin mahiyeti ve peygamberin özellikleri, âhiretin gerçekleşme şekli, cennet ile cehennemin ve bunlardaki nimet ve azabın özelliği gibi konular filozofların en çok ilgi gösterdikleri akaid meseleleridir. İslâm filozofları akaid konularını kendi felsefî sistemlerinin çerçevesi içinde ve kendilerine has aklî istidlaller ile ele alıp işledikleri için çoğu zaman nasların beyanlarına ters düsen sonuçlara varmışlar ve te’vil metodunu fazlaca kullanmaya mecbur olmuşlardır. Bu sebeple de başta Gazzâlî ve İbn Teymiyye olmak üzere İslâm âlimlerinin sert tenkitlerine mâruz kalmışlardır. Bununla beraber akılcı bir ekol kurmayı başaran Mutezile kelâmcılan ile İslâm filozoflarının çalışmaları Ehl-i sünnet âlimlerini sistemli ve tenkitçi bir zihniyetle çalışmaya sevketmiştir.
İslâm tarihi boyunca, özellikle eğitim ve öğretim çalışmalarında ezberleme kolaylığı sağlayan ve uzun süre hafızada kalabilen manzum akaid kitapları da yazılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe olan bu eserler genellikle aruz ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Ebû Dâvûd es-Si-cistânî’nin oğlu Abdullah’a ait manzum selef akîdesi, İbn Ebû Ya’lâ’nın Tabakatü’I-HanâbiIe’sinde yer almıştır ili, 53-54. ÛşI’nin el-Emâlî’si ile Hızır Bey’in el-Kaşîdetü’n’nûniyye’si Mâtürîdî ekolüne, Lekânfnin Cevherelü’Mevlid’i de Eş’arî ekolüne bağlı manzum akaid kitaplarına örnek olarak gösterilebilir. XVII. yüzyıl şairlerinden olan ve Rızâî mahlasıyla anılan Tokatlı İshâk-ı Zencânrnin Manzûme-i Akâid de Mâtürîdî akaidini yansıtan Türkçe manzum akaid risalelerinin en önemlilerindendir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâme’sinde bulunan Türkçe manzum akaid de bir Mâtürîdî akaididir.
TDV İslam Ansiklopedisi