Akaid
İslâm dininde inanılması gereken esasların bütünü ve bunları konu edinen ilmin adı.
Akaid, “Düğümlemek” mânasındaki akd kökünden türemiş bulunan akide kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türetilen ve “İman” ile eş anlamlı olarak kullanılan i’tikad ise “Düğüm atmışçasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek” demektir. Bu durumda akîde “Gönülden bağlanılan şey” anlamına gelir; bir terim olarak da “İnanılması zaruri olan ilke” (iman esası, mü’menün bin) diye tarif edilebilir. Buna göre akaid, “İslâm dininin temel kaideleri, inanılması zaruri hükümleri” mânasına gelir. Bu temel kaidelerden bahseden ilme de akaid ilmi denilmiştir.
Akîde kavramı melek akidesi, âhiret akîdesi gibi belli bir inanç esası için kullanıldığı gibi belli bir mezhebin veya bir mezhebi temsil eden kişinin çeşitli iman esaslarıyla ilgili özel telakki ve anlayışını ifade etmek üzere de kullanılır; Mâtürîd’nin sıfâtullafi akîdesi. Mutezile’nin kader akîdesi gibi. Ayrıca akîde iman konularını ihtiva eden bazı risalelerin de adı olmuştur; eI-Akîdetü’t-Tahâviyye, el- Akîdetü’n -Nizami yye gibi.
İslâm inancına göre ilâhî dinlerin akîde esasları, aslında vahye dayalı dinlerde ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar değişikliğe uğramamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’e göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği akaidin temelini tevhid inancı oluşturmuştur [bk. Enbiyâ 21/25] Ancak zaman içinde tevhid inancından sapmalar olmuş, insanların müdahaleleriyle İslâm öncesi ilâhî dinlerin akidelerinde bazı tahrifler meydana gelmiştir. Kur’an’da, Hz. Muhammed’e gönderilen vahyin önceki peygamberlerin ki ne benzer olduğu [bk. Nisâ 4/163] ve ona vahyedilen kitabın önceki ilâhî kitapları tasdik ettiği [bk. Fâtır 35/31] ifade edilir. Yine Kur’an’da, İslâm akaidinin üç ana konusunu (usûl-i selâse) teşkil eden ulûhiyyet, nübüvvet ve âhiret esaslarının geçmiş ilâhî dinlerde de mevcut olduğu [bk Nahl 16/36; Fâtır 35/24; ayrıca] belirtilir. Vahiy ve nübüvvetin bulunduğu yerde meleklerin ve kitapların da bulunacağı şüphesizdir. [bk. Nahl 16/2; Al-i İmrân 3/3-4; İsra 17/55; Hadîd 57/251]
Bununla birlikte bugünkü Ahd-i Atîk’te Allah’a iman, Ahd-i Cedîd metinlerinde Allah’a ve âhirete iman prensibi dışında akaid esaslarıyla ilgili açık ifadeler bulmak mümkün değildir. Bunun sebebi, söz konusu ilâhî metinlerin tebliğcilerinin dönemlerinde veya dönemlerine yakın bir zaman içinde zapta geçirilip muhafaza edilememiş olmasıdır. Ahd-i Atîk’te yer alan on emir içinde ve İsrâiloğulları’nca temel dua kabul edilen Şema duasında akaid esaslarından sadece Allah’ın birliği ve onu sevmenin gerekliliği ilkesi yer alır. Yahudi mukaddes metinlerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre bu din iki temel üzerine kurulmuştur: Tek Tanrı’nın varlığına inanmak ve İmanın tebliğcisi olarak İsrâiloğulları’nın seçilmiş olduğunu benimsemek. Âhiret inancı ise açık ve net değildir. Âhir zamanda vuku bulacak olan hükümranlık, ceza ve mükâfat, üzerinde yaşadığımız âlemde olacağa benzer. Bunu âhiret mânasına almak mümkün olduğu gibi yahudilerin beklediği dünya hükümranlığı şeklinde anlamak da mümkündür. Yahudi teolojisiyle ilgili çalışmalar İskenderiyeli (Philon)Filon (ö. 60) tarafından başlatılmışsa da bu çalışmalar dinî zümrelerin tasvibini alamamıştır. Yahudi akaidinin tedvîni diye ifade edilebilecek ciddi çalışmalar, yahudilerin İslâm dünyası ile temasından sonra, derli toplu ve güçlü İslâm akaidinin tesiriyle başlamış ve gelişmiştir. Yahudilerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen ve günümüzde de geçerli olan iman esasları İbn Meymün (ö. 1204) tarafından şöyle tesbit edilmiştir:
1) Allah vardır, birdir, benzeri yoktur, ezelî ve ebedîdir, her şeyi bilicidir.
2) Peygamberlik müessesesi vardır, Hz. Mûsâ en büyük peygamber olup kendisine Tevrat vahyeditmiştir.
3) Mesih gelecektir.
4) Ahiret hayatı, ceza ve mükâfat haktır. İbn Meymûn’dan sonra yahudi teolojisi üzerindeki tartışmalar devam etmişse de söz konusu prensiplerde önemli bir değişiklik olmamıştır.
Hıristiyanlığın benimsediği mukaddes metinlerde akaidle ilgili fazla bir şey bulunmamakla birlikte hıristiyan teolojisi çalışmaları erken dönemlerden itibaren başlayıp geliştirilmiştir. Bugün hı-ristiyanlarca benimsenen ve çeşitli ibadetlerde tekrarlanan akaid esasları İznikİstanbul iman esasları diye bilinir. Bu akaidin muhtevası havarilere ait akaid muhtevasına nisbetle biraz daha ayrıntılı görünmektedir. Hıristiyan çoğunluğunun benimsediği bu akaid esasları Allah’a, nübüvvete ve âhirete imanı kapsaması yanında İsa Mesîh. bakire Meryem, kutsal kilise ve vaftiz müessesesiyle ilgili bazı inançlar da ihtiva eder.
İslâm akaidini oluşturan esaslar Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık ve seçik olarak yer almıştır. Kur’an’da Allah’a, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, âhirete, kaza ve kadere iman konusuna temas eden ve yer yer ayrıntılı bilgiler veren birçok âyet vardır. [89] Hadis kitaplarının birçok bölümünde de [ îmân, i’tisâm bi’l-kitâb ve’s-sünne. Enbiyâ, istitâ-betü’l-mürtecidîn, Bed’ü’l-halk, Tevhîd. Cennet. Cehennem. Sünnet. Münâfîkün, Kader, Kıyamet. Fiten, Melâhim ve Mehdî gibi] iman esasları ile ilgili çeşitli bilgiler mevcuttur.
İslâm akaidinin konuları iki bölüm halinde ele alınabilir:
1) Mânaya delâlet yönüyle de kesinlik ifade eden mütevâtir naslarla sabit olmuş, inkârı küfrü gerektiren temel esaslar;
2) Tevatür derecesine ulaşmayan veya mütevâtir olsa da mânası açısından zan ifade eden naslarla sabit olan prensipler. Bu sonuncuların inkâr edilmesi küfrü gerektirmez. Akaid hükümleri zamana, mekâna, fert ve toplumlara göre değişiklik göstermez ve bir bütün olup bölünme kabul etmez yani akîde esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak söz konusu olamaz.
Âyet ve hadislerle akaid-kelâm literatürü çerçevesinde, ayrıntılarla ilgili bazı görüş farklılıkları bir yana, bütün İslâm ümmeti ve genel olarak İslâm mezheplerince kabul ve tasdik edilen İslâm akaidini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1) Allah vardır, varlığı kendinden olup kimseye muhtaç değildir, ezelî ve ebedîdir.
2) Kâinat bütün nesne ve olaylarıyla yaratılmıştır, tek yaratıcısı Allah’tır.
3) Allah birdir, yegâne tapılacak varlık Odur; hiçbir şeye benzemez; cisimlere has zaman, mekân ve benzeri kategorilere, durumlara bağımlılıktan ve her türlü eksiklikten münezzehtir.
4) Allah diridir, bilendir, irade edendir, güç yetirendir. işitendir, görendir, yaratandır, kelâm sahibidir; O, bütün kemal ifade eden sıfatlarla vasıflanmıştır,
5) Her insanın bir kaderi1 vardır, fakat kul cebir altında değildir.
6) Peygamberlik müessesesi haktır; Hz. Muhammed son peygamberdir; peygamberler güvenilen, tebliğ görevini yerine getiren, günah işlemekten korunmuş kimselerdir, fakat onlarda tanrılık özelliği yoktur: peygamberlerin mucizeleri haktır.
7) Meleklere ve ilâhî kitaplara iman gereklidir; melekler Allah’ın bütün emirlerine boyun eğen ruhanî varlıklardır; Tevrat. İncil, Zebur, Kur’an. Hz. İbrahim ve Musa’nın “Sahîfeler’”i Allah tarafından indirilmiş kitaplardır.
8) Âhiret hayatı, cennet ve cehennem haktır.
Akaid ilmi İslâm dininin itikadî hükümlerinden bahseder. Bu ilimde akîdeyi oluşturan prensipler, selef metoduna bağlı kalınarak naklin ışığı altında incelendiği gibi kelâm metodu kullanılarak aklî yorumlara da tâbi tutulmuştur. Buna göre akaid ilmi, hangi metotta olursa olsun iman esaslarından bahseden ilmin genel adıdır. Özel mânada ise akaid. İslâm dininin iman esaslarından tartışmaya girmeden muhtasar olarak bahseden bir ilimdir. Bu noktayı göz önünde bulunduran bazı âlimler akaid ile kelâmı birbirindefı ayırmış, akaidi “Allah Teâlânın zâtından, sıfatlarından, nübüvvet meseleleri ve âhiret hallerinden bahseden ilim” diye tarif ederken kelâm ilmini, “Hem bunlardan hem de akaide malzeme teşkil etmesi bakımından bütün kâinattan bahseden ilim” şeklinde ifade etmişlerdir. Kelâm iman esaslarını incelerken muhaliflerin ileri sürebileceği itirazları tartışır, onları aklî ve naklî delillerle çürütmeye çalışır. Bunun için de münazara ve cedel gibi terimlerle ifade edilen tartışma metotlarına fazla yer verir. Akaid ilmi dinin aslî hükümlerinden bahsettiği için “Usülü’d-dîn”, en Önemli konusunu Allah’ın birliği ve sıfatlan teşkil ettiği için “İlmü’t-tevhîd ve’s-sıfât” adlarıyla da anılmıştır. Ebû Hanîfe, genel anlamda fıkhı, “Kişinin, lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir” şeklinde tarif etmiş ve akaid konularını feri hükümlerden ayırmak için bu İlme “el-fıkhü’l-ekber” adını vermiştir.
Akaid ilminin konusu, âmentü’de ifadesini bulan iman esaslarıdır. Gayesi, iman esaslarının felsefesini yaparak kişilerin imanını taklitten kurtarmak, doğru yolu arayanları irşad etmek, bâtıl ve bid’at ehlinin görüş ve itirazlarını aklî ve ilmî delillerle çürütmek suretiyle iman esaslarını savunmaktır.
TDV İslam Ansiklopedisi