Akdeniz’in bazı İslâm tarih ve coğrafya kaynaklarında, Batı dillerinde kullanılan Latince Mediterrane-um Mare (karalar arasındaki deniz) ve İnternum Mare (iç deniz) adlarıyla aynı mânaya gelen el-Bahrü’l-mutavassıt ve el-Bahrü’d-dâhilî gibi isimlerle zikredilmiş olduğu görülmekte ise de bu tabirlerin yerleşmediği anlaşılmaktadır. Bugünkü Arapça’da el-Bahrü’l-ebyaz el-mu-tavassıt denilen Akdeniz, tarih boyunca müslümanlar tarafından daha çok Bahrü’r-Rûm (Romalılar denizi) ve kıyısında yer alan kara parçalarından dolayı da Bahrü’l-Endetüs, Bahrü’l-Mağrib, Bahrü’l-İfrîkıyye. Bahrü’l-İskenderiyye, Bahrü’ş-Şam. Bahrü’l-Kosta ntiniyye ve Bahrü’l-Efrenc gibi adlarla anılmıştır.
Akdeniz hakkında bilgi veren müelliflerden Mes’ûdî (ö. 965), coğrafyaya dair eski eserlerden naklen, uzunluğunun 5000 mil ve genişliğinin 600-800 mil arasında olduğunu ve Abbasî Halifesi Hârûnürreşîd’in Kızıldeniz [Bahrü’l – Kulzüm] ile bu denizi birleştirmek istediğini, ancak Bizanslılar’ın açılacak kanalı kullanarak hacılara zarar verebileceği düşüncesiyle bundan vazgeçtiğini belirtmektedir. Atlas Okyanusu’na bağlı denizleri anlatırken bir efsaneyi de nakleden Nüveyrî (ö 1332), önceleri aynı kara parçası üzerinde bulunan Endülüs ile Berberi ülkesindeki insanların aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek için İskender’den yardım istediklerini, onun da aradaki bölgeyi kazdırarak açılan boğazla iki ülkeyi birbirinden ayırdığını anlatmaktadır. Nüveyrî Akdeniz’de 170 civarında ada bulunduğunu, bu adalarda oturan Franklar’ın buraları imar ettiklerini, ancak bunların İslâm’ın ilk devirle-rindeki gazveler sırasında tahrip olduğunu yazmaktadır.
Osmanlılar ise daha çok İstanbul Boğazı’nın kuzeyinden başlayıp Marmara ve Ege denizi ile birlikte Cebelitarık Boğazı’na kadar uzanan denizi Akdeniz olarak kabul etmişler ve bu denizin adını da Karadeniz’in zıddı olarak ele alıp Bahr-i Rûm’un yanı sıra Bahr-i Ebyaz ve daha yaygın olarak da Bahr-i Sefîd ve Deryâyı Sefîd şeklinde kullanmışlardır. Bu sebeple Osmanlılar’ın Akdeniz’e açılan donanmasına Donanma-i Bahr-i Sefîd, Kaptanpaşa eyaletine de Cezâyir-i Bahr-i Sefîd adı verilmiştir. Pîrî Reis, Cebelitarık’tan İtibaren bugünkü Akdeniz’i Bahr-i Rûm, Bahr-i İspanya, Akdeniz ve Karadeniz olarak dörde ayırır ve Bahr-i Rûm’a bu denizin dörtte birini teşkil ettiği için Bahr-i Rub” adının verildiğini de nakleder. Bahr-i Rûm tabiri ile Akdeniz’in Avrupa kıyılarını kasteden Pîrî Reis, Akdeniz tabiri ile de Afrika kıyılarını anlatmakta ve Bahr-i Ebyaz dediği Akdeniz’in tamamına kıyısı olan bölgeler arasında Arap, Efrenc, Rum ve Mağrib diyarlarını saymaktadır. Kâtip Celebi Bahr-i Rûm’u, Cebelitarık (Sebte) Boğazı’ndan başlayıp Şam sahillerine kadar uzanan Avrupa ve Afrika arasındaki deniz olarak tarif eder ve bu denize Osmanlılar’ın Akdeniz adını verdiklerini belirtir. Akdeniz’in bu tarifine İstanbul Boğazı’nı da dahil eden ve Karadeniz’e kadar uzatan Kâtip Çelebi, müslüman gemicilerin ölçüsüyle Akdeniz’in kıyı uzunluğunun 13.057 mil olduğunu yazmaktadır. Evliya Celebi ise Bahr-i Rûm tabirini İstanbul ife Gelibolu arasındaki Marmara denizi için kullanır ve Kilitbahir’den (Kilîdü’l-bahr) aşağıdaki denizin Akdeniz olduğunu belirtir. Ayrıca kendi müşahedelerine dayanarak Yedikule Kalamış arasında iki denizi birbirinden ayıran kırmızı bir hattın bulunduğunu ve bunun kuzeyindeki denizin renginin siyah (Karadeniz), güneyindekinin ise beyaz (Akdeniz) olduğunu ileri sürer,
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan denizlerle ilgili bazı âyetlerin tefsirinde müfessirler Bahrü’r-Rûm adıyla Akdeniz’e de işaret etmişler ve “Mecmau’l-bahreyn” liki denizin birleştiği yer; [bk. Kehf 18/60-61] “Seb’atü ebhur” [yedi deniz; bk. Lokman 31/27], “Merace’l-bahreyn” [acı ve tatlı sulu iki denizin birbirine karışmamak üzere salıverildiği yer; bk. Rahmân 55/ 19] ibarelerinde kastedilen denizlerden birinin bu deniz olduğunu kabul etmişlerdir.
Yerleşim bakımından dünyanın en hareketli ve en fazla devlet kurulmuş bölgesi Akdeniz’dir. Milâttan önce III. binyıldan itibaren Akdeniz kıyılarına yerleşen milletler Girit, Miken, Kıbrıs. Akha. Yunan, İyon, Fenike ve Kartaca gibi medeniyetler kurdular ve bu topraklarda ortak bir kültür oluşturdular. Fakat güçlerini denize bağlayan bu devletler fazla uzun ömürlü olamadılar ve Akdeniz’de siyasî-iktisadî birlik ancak Roma İmparatorluğu zamanında tesis edilebildi.
Müslümanların VII. asrın ortalarına doğru Suriye ve Filistin topraklarını ele geçirmesi (635-636) ve Amr b. Âsin Mısır’ı fethi (640-646) gibi olaylar üzerine İslâm dünyası ilk defa Akdeniz ile karşılaşmış oldu. Hz. Osman devrinde 649 ve 653 yıllarında Kıbrıs’a iki sefer düzenlendi; Mısır Valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebû Şerh kumandasındaki donanma, Fenike açıklarında Zâtü’s-savârî adı verilen savaşta Bizans donanmasını mağlûp etti (34/654-55). Bu savaşta ele geçirilen gemiler Mısır donanmasının kurulmasında etkili olmuş ve Emevîler zamanında Bizans’a karşı yapılan deniz savaşlarında önemli bir rol oynamıştır. Daha sonraları Kıbrıs ve Arvad adaları Muâviye zamanında (661-680) tamamen fethedilerek Rodos, Girit ve Sicilya gibi adalara seferler düzenlendi. Ayrıca Akdeniz’deki Bizans donanmasına karşı koyabilmek amacıyla bugünkü Kahire yakınlarında Nil üzerinde bulunan Ravza adasında bir tersane inşa edildi (54/674).
VIII. asrın başında İspanya’ya geçen İslâm orduları Akdeniz’in doğu ve güneyini ellerinde tuttukları gibi kuzeyinde de faaliyet göstermeye başladılar. Böylece Akdeniz’in kuzeybatısına ulaşan İslâm kuvvetleri ile bölgede siyasî askeri denge tamamen değişti. İspanya’nın müslümanlar tarafından fethiyle başlayan ve sekiz asır devam eden donemde (756-1492) Akdeniz’in doğu, güney ve batı Kısımları müslümanların hâkimiyetinde kaldı. Kuzeyde ise hıristiyan dünyası varlığını sürdürmeye devam etti: ancak Ortaçağ Akdeniz medeniyeti, esas olarak VIII. ve IX. yüzyıllarda müslümanların hâkim olduğu kıyılarda gelişti. Endülüs Emevîleri’yle Abbasîler arasındaki sıkı ilişkiler, denizlerdeki müslüman gemilerinin serbestçe dolaşmasını sağladı ve bu devirde Doğu mallarının Batı’ya taşınması münasebetiyle gelişen Akdeniz ticareti, ticari dengeyi Batılılar aleyhine bozdu. Bu dönemde Arap gemicileri doğuda Antakya Limanı’ndan batıda Cebelitârık’a kadar Akdeniz’i otuz altı günde geçiyorlardı.
Ağlebî Emîri I. Ziyâdetullah tarafından başlatılan (827-831) ve halefleri zamanında devam ettirilen seferler sonunda Sicilya adasının üçte biri Ağle-bîler’in eline geçti (840). Sonraki yıllarda Bizans’la barış yapılması, İslâm kültürünün tam manasıyla Sicilya’ya yayılmasını sağladı. Böylece Ağlebîler. Akdeniz ticaretine hâkim olan limanları ve bu limanların zengin iç bölgelerini ellerine geçirdiler. Malta adasının alınmasıyla da (869) Akdeniz’deki Ağlebî üstünlüğü giderek arttı. Sicilya, Ağlebîler’in Akdeniz’deki fetih hareketleri için bir üs vazifesi gördü ve daha sonra tamamını ele geçiren Fâtnmîler zamanında da özellikle İtalya topraklarına yapılan akınlarda bîr deniz üssü olarak kullanıldı. Bütün Kuzey Afrika’ya hâkim olan Fâtımî-ler Akdeniz’deki mücadelede denizciliğin önemini kavrayarak müstahkem limanlar inşa ettiler ve bu maksatla kurdukları Mehdiyye şehrini de deniz üssü haline getirip Sardinya ve Korsika adaları üzerine düzenledikleri başarılı seferlerle Akdeniz’de hâkimiyeti ellerine geçirdiler. Fâtımîler ayrıca, Bizanslıların Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini önlemek İçin de Kahire, Dimyat ve İskenderiye gibi şehirlerdeki tersaneleri geliştirerek güçlü bir donanma meydana gı tirdiler. Mağrib’de hüküm süren Muri bıtlar ve Muvahhidler zamanında is Özellikle Endülüs bölgesine nakliyecili yapıldı ve güçlü donanmalarıyla da Ba Akdeniz bölgesi kontrol altında tutuldu.
XI. yüzyılda hıristiyan Batı müslümaı Doğu ile temaslarını arttırdı. İspanya’ da müslümanların giderek zayıflamalaı üzerine ve özellikle Haçlı seferleri sıra sında hıristiyanlar Akdeniz’de serbestçı dolaşmaya başladılar. İtalya şehir cum huriyetlerinden Venedik ve Cenova’nır Akdeniz’de hâkimiyet kurmaları Haçlılar’ın deniz yoluyla Filistin’e geçmeleri ni kolaylaştırdı. Kudüs Haçlı Krallığı’nır Doğu Akdeniz sahillerindeki şehirleri ele geçirmesi, bilhassa Venediklilerle Cenevizliler’in güçlenmelerine sebep oldu. Avrupalılar ziraî ve sınaî bakımdan daha ileri bir seviyeye gelmiş olan İslâm ülkelerinin mahsullerini almak üzere Doğu Akdeniz limanlarına geldiler. Böylece Akdeniz Doğu mallarının Avrupa’ya nakledildiği bir ara ticaret bölgesi haline geldi.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Güney ve Batı Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra Akdeniz dünyasıyla karşılaşan Türkler, önceleri sadece kendi sahillerinde faaliyet gösterebildiler. Çaka Bey, İzmir bölgesindeki hâkimiyeti sırasında kuvvetli bir donanma meydana getirerek Midilli ve Sakız ile civardaki bazı adaları fethetti. Yine Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad (1220-1237). Akdeniz sahillerinin korunması maksadıyla bir harp filosu meydana getirebilmek için Alâiye’de (Alanya) bir tersane inşa ettirdi. Ancak Selçuklular Akdeniz’de üstünlük sağlayabilecek güce sahip değillerdi. Anadolu beylikleri döneminde Akdeniz’e kıyısı bulunan Menteşe, Aydın, Saruhan ve Karesioğulları’nın denizdeki faaliyetleri de sadece sahillere münhasır kaldı. Bunlar arasında Aydınoğlu Umur Bey’in adalar ve Rumeli kıyılarına tertip ettiği akınlar önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlılar’ın Akdeniz kıyılarına ulaşmasından sonra beyliklerden kalan donanmalardan istifade edilmiş, boğazı ve sahilleri Venediklilerde karşı koruyabilmek için Gelibolu’daki eski tersane faal hale getirilmiştir. Yıldırım Bayezid devrinde Venedik ve Ceneviz donanmalarına karşı bazı başarılar elde edildi. Nihayet Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u alarak Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırması ve Rumeli’de gerçekleştirilen fetihler üzerine yeni bir statü oluştu. II. Bayezid devrinde ve özellikle XVI. yüzyılda Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki gücünü giderek arttırması neticesinde Suriye (1516), Mısır (1517), Cezayir (1529), Tunus (1534) ve Trablusgarp (1551) Osmanlı topraklarına katıldı. Ayrıca Rodos (1522) ve Kıbrıs’ın fethi (1571), Akdeniz dünyasında Osmanlı hâkimiyetinin yayılmasını sağladı. Böylece Osmanlılar kuzeyde İtalya kıyılarına ulaştıkları gibi güneyde Fas’a kadar olan bölgeyi de ele geçirdiler. Güçlü donanmalarıyla her sene Akdeniz’de sefere çıkan Osmanlılar’a karşı koyabilmek ancak çeşitli ittifaklarla mümkün oluyordu. XVI. yüzyılda dünyanın en gelişmiş tersane ve donanmasına sahip olan Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki üstünlüğü İnebahtı yenilgisiyle sarsılmışsa da daha sonra Girifin fethi (1669) gibi zaferler XVII. yüzyılda bu üstünlüğün yine devam ettiğini göstermektedir. Osmanlı donanması ile Kuzey Afrika’da üslenen ve gücünü giderek arttıran Garp Ocakları’nın denizcileri Akdeniz’de Türk hâkimiyetinin devam etmesinde büyük rol oynamışlardır.
Osmanlı denizciliğinde önemli bir yeri olan Akdeniz konusunda çok sayıda eser yazılmıştır. Bunların en önemlisi Pirî Reis’in kaleme aldığı Kitâb-ı Bahriye olup bütün sahillerin tarihî coğrafyasını anlatmakta ve denizciler için gerekli bilgileri ihtiva etmektedir. Bu eserde Akdeniz’deki Osmanlı donanmasının uğrayacağı limanlar, sığınak yerleri ve ikmal yapabileceği iskeleler de belirtilmiştir. Akdeniz’de bulunan Osmanlı gemilerinin takip edeceği seyir hattı ve menziller ticarî ve askerî maksatlarla resmî olarak da tesbit ediliyordu. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarında İstanbul Otranto (Taranto) arasında Rumeli sahillerini takip eden deniz hattında yetmiş yedi iskele, İstanbuI-Cebelitânk arasında doğu ve güney kıyılarını takip eden hatta ise elli beş İskele bulunuyordu.
Akdeniz’deki Osmanlı hâkimiyeti döneminde Avrupa denizciliği, bilhassa ticaret sahasında ancak Osmanlı Devleti ile yaptığı anlaşmalar sayesinde varlığını sürdürebildi. Akdeniz, Avrupa devletlerinin Kuzey denizindeki gemiciliklerini ilerletmeleri ve teknolojik faaliyetlerini sürdürmeleri ile yeni gelişmelere sahne oldu. İspanya ve Portekiz’in Ümit Burnu’nu keşfederek Atlas Okyanusu’na açılmaları, Doğu ticaret yollarının değişmesine ve Akdeniz’in ikinci plana düşmesine yol açtı. Ancak bu durum ticarete olumsuz yönde tesir etmekle birlikte Akdeniz’in siyasî ve iktisadî önemini sürdürmesini engellemedi. XVII. yüzyılda Venedik ile birlikte İngiltere ve Fransa da Akdeniz’de görülmeye başladı. XVIII. yüzyıl, Akdeniz’de Osmanlı Devleti ile birlikte diğer denizci devletler için de okyanuslara açılmaları sebebiyle bir gerileme devri sayılabilir; ancak aynı zamanda, Doğu ticaretine ulaşabilmek için İngiltere. Fransa ve Rusya arasında rekabetin başladığına da şahit olunmaktadır. Bu arada Osmanlı Devleti bu devletler karşısında elindeki kilit yerleri muhafaza etmek için mücadelesini sürdürmüştür.
Akdeniz’in eski canlılığına kavuşması. Süveyş Kanalı’nın açılması (1869) ve buharlı gemilerin hizmete girmesi dönemine rastlar. Süveyş Kanalı’ntn açılmasıyla Ümit Burnunu dolaşan gemilere çok daha kısa bir yol temin edilmiş oluyordu. Ancak gelişmelere oldukça uzak kalan İslâm âlemi bu durumdan gereği gibi faydalanamadı ve giderek elindeki toprakları kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde İngiltere Malta (1800). Kıbrıs (1878) ve Mısır’ı (1882) işgal veya kiralama suretiyle ele geçirerek Akdeniz’de üstünlük sağladı. Fransa ise 1830’da Cezayir ve 1881’de Tunus’u himayesi altına aldı. İtalya’nın Kuzey Afrika’daki Trablusgarp ve Bingazi gibi son Osmanlı topraklarını işgal etmesi (1911) ile de Akdeniz’de denge tamamen değişti. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki varlığı son buldu. Daha sonra Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Anadolu kıyılarına tekrar sahip oldularsa da denizcilikteki milletlerarası mücadele sahnesinden tamamen çekilmiş oldular. Böylece Akdeniz’de, Suriye ye Lübnan’a hâkim olan Fransa ile Filistin, Ürdün ve İrak’a hâkim olan ve dolayısıyla petrol kaynaklarını da elinde bulunduran İngiltere kaldı.
II. Dünya Savaşı öncesinde büyük bir siyasî ve askerî güç dengesizliği içinde bulunan Akdeniz. 1940-1945 arasında meydana gelen çarpışmalardan önemli ölçüde etkilendi. Petrol rekabetinin ve bağımsızlık mücadelelerinin giderek arttığı bu dönemde İngiltere ve Fransa bölgedeki manda idareleri ile Uzakdoğu’da ve Kuzey Afrika’daki sömürgelerini terketmek zorunda kaldılar. 1947’de İsrail’in kurulması ve bunun getirdiği problemler Doğu Akdeniz için zaman zaman tehlikeli olmuş, süper güçlerin donanmalarını bölgeye sevketmelerine sebebiyet vermiştir.
Bugün Akdeniz Nato ittifakının faaliyet sahası içinde önemli bir yer tutmaktadır.
- Akdeniz Coğrafi Özellikleri, Coğrafyası, Neresi, Hakkında Bilgi