1970’lerde Caz
Genel çizgileriyle ragtime, New Orleans, swing, bebop, cool, har d bop ve free form caz akımlarının birbirini izleyerek ortaya çıkması ve önem kazanması biçiminde özetlenebilecek caz müziğinin evrimi, 1970’lerde, bir tek akım yerine aynı ağırlıktaki birçok eğilimin bir arada bulunduğu bir döneme varmıştır. Bu dönemde en az beş farklı eğilim olduğu izlenir:
— yeni kuşak free form jazz
— jazz rock ya da fusion
— estetikleştirilmiş caz
— mainstream jazz (cazın ana akımı)
— world music (dünya müziği)
Geleneksel cazın, çağdaş Batı müziğinin, romantik dönem Batı müziğinin, Hint müziği gibi egzotik müzik kültürlerinin, rock ve blues’un öğelerini bir araya getiren bu eğilimleri arasında sayısız geçişler ve bağlantılar söz konusudur. 1960’larda ortaya çıkan free-form jazz, 1970’lerde daha bilinçli ve programlı olarak Afrika’daki köklerine doğru yöneldi. Chicago’ da AACM’yi (Association for the Advancement of Creative Music-Yaratıcı Müziğin ilerlemesi Birliği) kuran yeni kuşak free jazz müzikçilerinden bir grup, caz yerine “büyük siyah müzik” (great black music) tanımını kullanmaya başladılar. Klasik kalıplara köktenci bir başkaldırının ürünü olan free form jazz 1970’lerde belirli bir yapı kazandı. Bu yapı caz müzikçisine klasik armonik ve ritmik kalıpların zorunlu otomatikliğinden kurtulmanın yanı sıra, gerektiğinde onları kullanabilme özgürlüğünü de getiriyordu. Jazz rock (fusion) ise 1960’ların ikinci yarısında Gary Burton Dörtlüsü, Fourth Way, Free Spirits, Lif etime, Chicago ve Blood, Sweat and Tears gibi topluluklarla belirmeye başladı. Ama caz ile rock ’un dengeli ve müzikal açıdan doyurucu ilk birleşimini 1970’te çıkardığı Bitches Brew adlı albümle Miles Davis gerçekleştirdi. Bunu 1971’de Mahavishnu Orchestra ve Weather Report gibi elektronik çalgıların ağırlık kazandığı rock caz gruplarının kurulması izledi, iki piyanist, Chick Corea (1941) ve Herbie Hancock (1940) elektrikli piyano, synthesizer gibi elektronik klavyeli çalgılar ve yaylı çalgılarda geliştirdikleri yeni teknikleri sergiledikleri çalışmalarıyla bu türün yaygınlaşmasında önemli rol oynadılar. Rock’un caz üzerindeki etkisi, çalgıların elektronikleşmesi, rock ritmlerinin kullanılmaya başlaması, soloya yeni bir yaklaşımın oluşması ve bununla ilintili olarak da bir yandan beste ve düzenlemenin doğaçlamadan daha ön plana çıkması, öte yandan kolektif doğaçlamanın önem kazanması biçiminde kendini gösterdi. Cazın New Orleans’tan free form jazz ’a kadar bütün evrelerinde geçerli olan solo doğaçlama anlayışı, yerini kolektif doğaçlama anlayışına bıraktı.
1970’lerin ilk yarısında, caz müzikçisinin yabancılaşma ve yalnızlaşmasının yansıdığı, ritm grubunun eşliği olmaksızın yapılmış solo ya da duo çalışmalarından oluşan, kolektifleşmenin karşıtı bir akım da gittikçe güçlendi. Romantik dönem Batı müziğinin etkilerini taşıyan bu akım, caz için vazgeçilmez sayılan enerji, sertlik, başkaldırma, dışavurum isteği gibi niteliklerin terkedildiği, bunların yerini bireysel duyarlıkların yansıtılmasının aldığı, cazı estetikleştiren romantik bir eğilimdi. Gary Burton, Keith Jarrett (1945) Chick Corea, McCoy Tyner (1938), Ceciİ Taylor (1933), Oscar Peterson (1925), Archie Shepp (1937), Steve Lacy (1934), Anthony Braxton (1945), John McLaughlin, John Abercrombie (1944), Ralph Tovoner (1940) ve Terje Rypdal (1947) bu türden solo ve duo çalışmalarıyla önemli müzisyenler olarak belirdiler.
1970’lerde caz müziğindeki bütün bu çeşitlenmelerin yanı sıra, New Orleans cazından L. Armstrong’a, Miles Davis ve J.Coltrane’e dek uzanan main stream jazz da (cazın ana akımı) varlığını sürdürdü. Arthur Blythe, Oliver Lake (1944), Dewey Redman (1931), Barry Altschul (1943) gibi birçok genç müzikçi free jazz deneyimlerinden edindikleri yaklaşımların ışığında bebop türünü yeniden ele aldılar. Uzun süre suskun kalan Art Farmer (1928) Red Mitchell (1927), Mal Waldron (1926), J.J.John-son (1924) gibi eski bebop müzikçileri de bu yeni akıma katıldılar.
Bu dönemin caza getirdiği en önemli yeniliklerden biri de, müziğinde cazı sadece bir çıkış, noktası, birçok başka bileşenden yalnızca biri olarak ele alan, çeşitli kültürlerin müziğinden öğelere yer veren yeni bir müzikçi tipinin ve world music (dünya müziği) kavramının oluşması oldu. Trompetçi Don Cherry (1936), piyanist McCoy Tyner, gitarcı Egogrto Gismonti, gitarcı Colin Walcott (1945), vibrafoncu Karl Berger (1935), tromboncu Roswell Rud (1935) bu türün önde gelen müzikçileri arasında yer aldılar.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi