İslam’da Bilim
Ali’nin benimsediği İslam inancına göre, bilim inancın temelini oluşturur. Bilimsiz inanç geçersiz, inançsız bilim değersizdir. Tanrı yoktan yarattığı insanı bilim edinme yetenekleriyle donatmış, ona kendini ve başkalarım tanıma kolaylığı sağlamıştır. Bilim, inanan kişinin kendini bilmesiyle, Tanrı ve evren karşısındaki durumunu, yerini anlamasıyla başlar. Kendini bilmeyen kişinin Tann’yı bilmesi de söz konusu değildir. Bilimin kaynağı Tanrı korkusu olduğuna göre bilmek Tanrı varlığının yüceliğini kavramaya çalışmakla sağlanır. Yaratılmış varlıklar içinde, bilme yeteneği olan tek varlık insandır; bu nedenle Tann’ya en yakın olan odur. Kişi bilim edindikçe tanrısal varlığın özelliklerini, niteliklerini düşünme olanağı bulur. Tann varlığını bilmeye yarayan bilim deneyle, gözlemle değil, içedönüşle, derin düşünceye dalmakla, gönülde Tann ‘dan başka bir varlığın bulunmadığı kanısına varmakla sağlanır.
Ali’nin bilim kavramından anladığı “gönül bilgisi” denen “irfan”dır. İslam dinine göre gerçek, tann varlığını konu edinen, insanı bütün kuşkulardan, Kur an’m yasakladığı eylemlerden, davranışlardan uzaklaştıran, insan olmanın önemini, insanın görevlerini, yaratılış olayını, ölümden sonra dirilmeyi, yargı gününü, inancı, inanı, tanrısal buyruktan bilmeyi içeren bilimdir. Ali’nin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra kurulmaya başlayan tarikatlann Ali’ye bağla-rıanlan, bilimde tasavvuf yolunu seçerek gönül bilgisini benimsediler. Bu bilginin yorumunda Plotinos’tan kaynaklanan görüşler ağır bastı; tasavvuf Yeni-Platonculuk’un etkisinde kaldı ve bilim kavramının, İslam dininin önerdiği, anlamı değişti. Sonralan Alevî diye nitelenen tarikatlann ortaya çıkmasıyla bilim kavramı Tann-Insan-Evren üçlüsünden oluşan birliği kavrama anlamını kazandı. İslam dininin benimsediği bilim anlayışının, “ bilimin başı Tann korkusudur” görüşünün yerini, “bilimin
özünü oluşturan sevgidir”, “bilim sevgiyle başlar” düşünceleri aldı.
Bilim, kişinin yücelmesini, taşıdığı tannsal nitelikleri kavramasını, olgunlaşmasını, insan-Tann özdeşliğini kendi varlığında yaşayarak bilmesini, ermesini sağlayan bir ışıktır. Bu ışığın, gönül bilgisi denen bu varlığın kaynağı Ali sayıldığından ona “Şâh-ı Velayet” dendi ve bilim bir ermişlik ilkesine dönüştü. Bilim kavramına bu anlayışla bakan tasavvuf “bilim kişinin kendini bilmesidir, ” diye nitelendi. Yunus Emre bu görüşü
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendüni bilmezsin
Ya nice okımakdür
dizeleriyle dile getirdi. Başlangıçta, İslam dininin içeriğine bağlanan bilim, sonralan, yön değiştirerek “insanı anlama yolu” olarak tanımlandı, “kendini bilen Tanrı’yı bilir,”yargısının yanında “Tanrı’yı bilen kendini bilir,” “kendini bilen başkasını bilir, ” “başkasını bilen kendini bilir,” “başkasını bilen Tann’yı bilir,” biçiminde görüşler yer aldı. Kuran, bilimi Tann’yı bilmek diye yorumlarken, okumayı “oku, Tanrı’nın adıyla” diye başlatırken, Ali’nin yolunu tutan tarikatlar başka bir görüşü benimseyerek bilime daha somut bir ortam buldular. Bu anlayışa göre insan, evrende, tannsal nitelikler taşıyan bir değerler varlığıdır; daha değişik bir inanca göre Tanrı’dır. Tann bütün bilgileri özünde topladığından, bilgisi, bilme gücü zaman ve mekânla sınırlı olmadığından en yüce bilgindir, bütün bilgileri bilendir (âlim-i kül); onun doksan dokuz adından biri de “âlim”dir. insanın bilgi edinmesi, böyle bir nitelik taşıması nedeniyle tannsallığı, varlığının özü gereğidir. Bu yüzden bilgin Tanrı’ya en yakın olan insandır. Kuran’da “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” sözleri bunu bildirir.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi