Aristoteles Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Hakkında Bilgi

Aristoteles (M.Ö. 384 - M.Ö. 322), Antik Yunan filozofları arasında en önemli ve etkili olanlardan biridir. Kendisi Platon'un öğrencisi olmuş ve onun felsefi geleneğini devam ettirmiştir. Aristoteles'in felsefesi geniş bir yelpazede konuları kapsar, bunlar arasında mantık, metafizik, bilim felsefesi, ahlak, siyaset ve estetik gibi alanlar bulunur.

Stageiros'ta doğan ve Kalkis'te ölen Aristoteles, Selanik'e yakın bir yerde doğmuştur. Soylu bir aileden geldiği ve Yunanistan'ın o çağdaki bilim alanında birçok ünlü hekim yetiştirdiği söylenmektedir. Babası, Makedonya Kralı Amyntas'ın özel hekimi olan Nikhomakhos'tur. Gözlemler ve deneyler yoluyla elde ettiği ilk bilgileri babasından aldıktan sonra, 18-20 yaşlarındayken, ün kazandığı Platon'un kurduğu Akademia'ya girmek için Atina'ya gitti ve Platon'un ölümüne kadar onun yanında kaldı (MÖ 347). Öğrencilik yıllarında yaptığı gözlemler ve doğa bilimlerine olan ilgisi Platon'un dikkatini çekti ve





felsefe alanında gösterdiği başarılar ve sorunlara çözüm arayışındaki metodolojisi nedeniyle arkadaşları arasında kolayca öne çıktı. Platon'un ölümünden sonra, yakın arkadaşı Atreus Kralı Hermeias'ın bulunduğu Troas bölgesindeki Assos'a gitti ve bir süre sonra Hermeias'ın yeğeniyle evlendi. Doğa bilimleri ve felsefe alanındaki başarılı çalışmaları sayesinde ünü Makedonya Kralı Philippos'un dikkatini çekti ve onu oğlu İskender'in eğitimiyle görevlendirmek üzere Makedonya'ya çağırdı (MÖ 343). Bu çağrıya uyarak Aristoteles, üç yıl boyunca İskender'in eğitimiyle ilgilendi. İskender'in orduda görev almasıyla birlikte, bilimsel ve felsefi çalışmalarına Stageiros'ta devam etti. İskender'in uzun Asya seferine çıkmasıyla birlikte Aristoteles, Atina'ya giderek kendi bilim ve felsefe metodolojisiyle öğretim yapan, daha sonra Lykeion adıyla ünlü olan okulunu kurdu. Atina ile Makedonya arasındaki ilişkilerin bozulması üzerine Kalkis'e taşındı (MÖ 323).

“Lykeion”

Aristoteles, "Apollon Lykeios" adına kurulan bir eğitim alanında (gymnasion) açtığı okul olan Lykeion, Platon'un kavramlara dayalı düşünme metoduna karşı bir yaklaşım benimsemiştir. Öğrencileriyle oturarak değil, sürekli olarak dolaşarak konuşan ve tartışmaları yöneten Aristoteles'in bu tarzı, okulun "gezinen" anlamında Peripatos adını almasına sebep olmuştur. Aristoteles'in yönetimi altında on iki yıl boyunca (MÖ 335-323) eğitim veren Lykeion veya Peripatos Okulu, gözlem ve deneye dayalı bir yöntemi benimsemiştir. Bu kurumda, felsefenin yanı sıra diğer tüm bilim dalları da öğretilmiş, doğa olayları ve gök cisimleriyle ilgili gözlemler yapılmış, açıklamalar ve yorumlar geliştirilmiştir. Eski bilgelerin ve filozofların görüşleri sergilenmiş, eleştirilmiş, tartışılmış ve sonuca bağlanmıştır. Uygulanan eğitim düzeni teorik bilgiyi pratik gözlemle birleştirerek öğretimi sağlamlaştırmış ve bir bilim ve felsefe tarihi dizgesine dönüşmüştür.

Aristoteles, felsefeye kendinden önce gelen filozofların görüşlerini açıklamak ve eleştirmek suretiyle katılmıştır. Öncelikle eski düşüncelerin kısa bir özetini sunar, tarih içindeki gelişim çizgisini gösterir ve ardından kendi görüşlerini ortaya koyarak bir sonuca varır. Bu nedenle, Aristoteles'in düşünme yöntemi seçici ve birleştirici bir nitelik taşır. Önceki düşünürlerin görüşlerini, zaman içindeki gelişime göre sıralar ve açıklar, bu da onun felsefe ve bilim tarihi niteliğine sahip olduğunu gösterir. Kendi gözlemleri ve araştırmalarına dayanarak yaptığı açıklamalar ise onun düşünce ürünüdür. Bilim ve felsefe tarihi açısından, Aristoteles'in iki önemli özelliği vardır: Birincisi, önceki bilgelerin görüşlerini bütünsel olarak sunmasıdır, bu da onu bir bilim ve felsefe tarihçisi yapar. İkincisi ise kendi özgün araştırmalarından kaynaklanan bilimler ve felsefe dizgesidir, bu da onu bir bilim kurucusu ve bilge yapar.

Sokrates, Platon ve Aristo –  Mantık

Aristoteles'in felsefi yöntemi, gözlem, deney ve araştırmaya dayanmasına rağmen, felsefe alanında takip ettiği yol, Sokrates ve Platon'un düşüncelerine dayanır. Özellikle, "prote philosophia" olarak adlandırdığı felsefenin içerdiği konular, daha önce Platon'un ele aldığı ve kendi eidea kavramına dayalı olarak açıkladığı sorunlardır. Aristoteles, Platon'un eserlerinde dağınık bir şekilde ele aldığı konuları belirli bir sıraya göre düzenlemiş, her konu üzerine gerekli açıklamalar ve yorumlar yapıldıktan sonra diğer konuya geçmiştir. Felsefe ve bilimsel çalışmalara düzen getiren Aristoteles'in bakış açısı, bütüncül ve bağlantılıdır.

Önceki bilgeler evreni ve evreni dolduran nesnelerin temel ilkelerini araştırmışlar ve çeşitli açıklamalar getirmişlerdi. Platon, bu görüşe eidea kuramını eklemişti. Ayrıca, o dönemde Yunanistan'da yaygın olan "yöneticilik" eğitimi nedeniyle Sofistler olarak bilinen aydınlar da insan sorunları üzerinde durmuşlardı. Aristoteles, evren, insan ve eidea gibi konuları bir araya getirerek felsefenin kapsamlı bir şekilde yorumlanmasını sağlamış ve sorunlara bilimsel bilginin kaynağını, ilkelerini ve genel kurallarını belli bir düzene göre incelemeyi önermiştir. Ona göre, bunu yapmanın tek yolu, bilimsel bilginin öğelerini ele alan mantık disiplinidir. Mantık, Aristoteles'in felsefe sisteminin temelini oluşturur ve bilgiye ulaşmanın yöntemini tarif eder; bu nedenle hem felsefe hem de bilimden önce gelmelidir. Mantık, felsefe ve bilime hazırlık için öğrenilmelidir.

Aristoteles, bilgi kuramını bir mantık konusu olarak ele alır. Bu kuram içinde deneyi ve ussalı uyumlu hale getirmeye çalışır ve Platon'un aşırı zihinsel önem veren görüşlerini dengelemeye çalışır. Gerçek bilgi, Aristoteles'e göre zorunludur ve bilim, olgular veya gerçeklikle ilgilidir. Aristoteles'e göre bir şeyi bilmek, bir olayın ortaya çıkışını ve hangi nedenden kaynaklandığını bilmektir. Ancak bu bilgi olumsal değil, zorunludur. Bilimsel önermelere mantıksal çıkarımlarla ulaşılır ve tümdengelim her zaman bir tasarım şeklinde olur. Aristoteles, insan düşüncesinin temel yapısı olan tasarımları belirleyen ilk düşünürdür.

Tasım

Tasım, iki öncül adı verilen önermelerden bir üçüncüsünün, yani sonucun, zorunlu olarak çıkmasıdır. Aristoteles'in en güçlü bulduğu ve Orta Çağ'da "Barbara" olarak adlandırılan birinci tasım biçimi şöyle örneklenir: "Bütün insanlar ölümlüdür; Sokrates insan; öyleyse Sokrates ölümlüdür." Aristoteles, buna iki biçim daha eklemiş, Orta Çağ'da ise bir dördüncüsü bulunmuştur. Çağdaş mantığın gelişimi açısından bakıldığında, Aristotelesçi mantık sisteminin, biçimsel eksiklikleri yanı sıra, tasımdan başka bir tümdengelimsel çıkarsama tanımamak kısıtlılığını taşıdığı söylenebilir.

Demek ki, Aristoteles'e göre gerçek bilgi, yani bilimsel önermeler, tasım sonucu çıkarsanan önermelerdir. Ancak, usavurmanın tasım biçimine uyması onun yalnızca "geçerli" bir tümdengelim olmasını sağlar. Sonucun doğruluğu ise, mantıksal geçerlilik yanı sıra öncüllerin doğruluğunu gerektirir. Bir başka deyişle, sonucun bilimsel bir önerme niteliği taşıyabilmesi, tasımın öncüllerinin de bilimsel önermeler olmalarına bağlıdır. Bir tasımın öncülü başka bir tasımın sonucu olarak istenilen zorunlu anlamda doğru olabilir. Ancak, tasımların sonucunu başka tasımlarla sağlama yöntemi, giderek, kimi temel doğrularda duracaktır, Aristoteles'e göre. Hiçbir önerme bir temel doğruya öncül olamaz. Bunlar ilk öncüller, bilimsel dizgenin belitleridir. Temel doğrulara varmanın yolu sezgidir. Sezgi, usun tikel içindeki tümel öğeyi doğrudan kavramasıdır. Öyleyse sezgi, tikel olgudan tümel kavramlara yükselerek pekinleşen bir kavrayış sürecidir. Aristoteles bunu "tümevarım" olarak adlandırmıştır. Tümevarım, aynı özelliklerin birlikte bulunduğu tikel örneklerin gözleminden, henüz gözlemlenmemiş örnekleri de kapsayan bir genel önerme çıkarsamaktır. Demek ki bilgi her zaman algıdan başlar ve tümevarım yoluyla tümdengelime doğru ilerler. Çünkü tümdengelimin temel hazırlığıdır, onun temel öncüllerini sağlayan yoldur. Bu temel doğrular bulunduktan sonra bilgi tasımla çıkarsanır.

Aristoteles'in mantığı, onun bilgi ve bilimsel yöntemine temel sağladığı gibi, ilk felsefesinin, yani metafiziğinin de ana kavramlarını verir. Organon'un kapsamına giren yazılardan biri olan Kategoriai'nin işlevi bu ana kavramları belirlemektir. Bu yazıda kategorilerin, düşünce için en temel ve çözümlenmez kavramlar oldukları öne sürülür. Bunlar gerçekliğin de temel özellikleridir. Bu kategorilerin kapsamında olmadan, gerçekten varlık taşıyan hiçbir şey düşünülemez. Genellik ve temellik yönünde en son nokta olan kategoriler, Aristoteles'e göre on yüklemden oluşur. Bunlar, töz, nitelik, nicelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgidir. Kategorilerin hepsi aynı önem düzeyinde sayılamazlar. Bu açıdan onları iki öbeğe ayırmalıdır: Töz ve öbür dokuzu. Töz, hepsinden önemlidir, çünkü hepsi tözün önkabulüne dayanırlar. Gerçekte hepsi tözün belirleyici özelliklerini oluştururlar. Mantıksal açıdan töz, "bir özneye yüklenemeyen ve onda bulunduğu söylenemeyen"dir. Töz, yüklemin değil, öznenin dile getirdiğidir.

Aristoteles'e göre her önerme özne-yüklem yapısındadır. Her önerme, özne görevindeki bir terimin dile getirdiği bir nesneye kimi özellikler yükler. Özne görevindeki terimler, özel adlar gibi, tözleri dile getirirler. Yüklem görevindeki terimler ise, töze yüklenen özellikleri, nitelik, ilişki, durum gibi kategoriler kapsamına giren genel kavramları dile getirirler. Bu genel kavramların gerçeklikteki karşılıkları tümellerdir. Tikel töz, kategorilerin taşıyıcısıdır. Kategoriler ise, töze yüklenen tümellerdir.

Töz

İlk felsefenin (prote philosophia) konusu, bütün varolanların ortak ilkelerinin araştırılması olarak verilir. Bu, tözün doğası üzerine bir çalışmadır. Metafizik açısından töz Aristoteles’te somut tikel nesnedir. Ona göre, öznenin gerçeklikteki karşılığı somut nesnedir. Bu tanımı hocası Platon’unkiyle tam bir karşıtlık gösterir. Platon için töz (ousia), tümelin ta kendisidir ve bu görüş eidea kuramı üzerine oturtulmuştur. Aristoteles’in ortaya attığı anlamdaki tözü temellendirebilmesi hocasının eidea kuramını çürütmesine bağlıydı. İşte bu amaçla, Aristoteles kimi eleştirel uslamlamalar kullanmıştır. Bunlar iki öbekte toplanabilir. Birinci öbek uslamlamalarda, eidea kavramının, nesnelerin doğasını açıklamak amacıyla ortaya atılmış olmasına karşın bunda başarılı olamadığını göstermeye çalışır. Ona göre nesneler eideahrm kopyaları (omoiomata) olmak yerine bunun tam tersi doğrudur. Bu nedenle eideahr nesnelerden önce değil sonra gelirler ve onları açıklayamazlar. Eidealar nesnelerden soyutlandıklarından somutu açıklayamazlar. Eidealar durağan ve evrensel olduklarına göre, somut nesnelerin değişim ve devimini anlaşılır duruma getirmek için kullanılamazlar. İkinci öbek uslamlamalar, nesneler ve biçim (eidos) ya da eideahr arasında bulunduğu söylenen ilişkinin anlaşılamaz olduğunu ortaya koymak içindir. Aristoteles taklit. (mimesis) ya da izdüşüm olmak, katılmak ve pay almak gibi anlatımların hiçbir şey açıklamadığını, bireyleri kavramamıza yardımcı olmadığım söyler. Özgün olarak Platon’un “Parmenides” dialogunda bulunan “üçüncü adam” uslamlaması Aristoteles tarafından da kullanılmıştır. Bu ünlü uslamlama, iki insanın benzer oluşunun nedeninin, Platon’a göre, bu tikellerin aynı eidea-eidostan pay almaları olduğu, öncülüyle başlar. Buna göre insan eideasının bir tikel insanla benzer oluşunun nasıl açıklanacağı sorulduğunda, her ikisinin de pay aldıkları bir üçüncü insan, yani insan eideasms. ek olarak bir başka insan eideası gerekecektir. İş burada da kalmayacak, bu iki eideanm nasıl benzedikleri sorulduğunda yeni bir eidea daha gerekecek ve bu sonsuza değin uzayacaktır. Bir başka uslamlama: Karşıda gördüğümüz adam hem insan hem de hayvan eideahn kapsamındadır. Öyle ise, insan eıdeasmm hayvan eideasından ayrı olup olmadığı sorulmalıdır. Böyle bir ayrımın varlığı kabul edilecekse Platon’un ileri sürdüğü gibi bir tek hayvan eideası bulunmak yerine türlerin sayısınca hayvan eideahn bulunacaktır. Öte yandan insanla hayvan eideahn arasında bir ayrım yoksa, karşıdaki adamla bir köpek arasında da ayrım yoktur.

Formları somut nesnelerden ayıran eidea kuramının bu eleştirisi, bizi formun nesneden ayrılamayacağı savına götürmektedir. Bu sonuç, Aristoteles metafiziğinin en önemli temalarından biridir. Böylece, gerçeği soyut varlıklar evreninden somut varlıklara (onthos) indirmiş, ontolojinin alanını elle tutulur nesnelerin dünyası olarak belirlemiştir. Aristoteles, hocasının en önemli yanlışı olarak, tözle tümıeli karıştırmış olmasına ilgi çeker. Ona göre, bu, daha başlangıçtan, dili yanlış kullanmaktır. Tümel, yüklemin dile getirdiğidir. Töz hiçbir zaman yüklem olmadığına, özne de tözü dile getirdiğine göre, bunları karıştırmak yanılgıdır. Töz, bu ya da şu nesnedir; o gösterilebilir. Tümel ise bir nitelik ya da ilişki gibi, nesnenin taşıdığı özelliklerdendir. Tümeli göstermek zorunlu olarak nesneyi, yani tözü göstermektir. Demek ki, tümeller kendi başlarına nesne olamazlar, bağımsız varlık taşıyamazlar. Tümeller gerçektir, ancak, zorunlu olarak nesnelerde va.rlık kazanırlar.

Özdek ve biçim

Tümellik ve tikelliğin bir arada somut nesnede var oluşlarını, Aristoteles, özdek (hyle) ve biçim (eidos) kavramlarıyla açıklar. Özdek ve biçim varlıkta hiçbir zaman ayrılamaz. Bunlar ancak düşüncede soyutlama olarak ayrılabilirler. Töz, biçim kazanmış, özdektir. Nerede bir özdek parçası varsa onun biı;imi de vardır, bu durumuyla da tözdür. Biçim tözün tümel yönünü, özdek ise tikel yönünü verir. Aristoteles’in düşündüğü özdek ve biçim, çağdaş günlük yaşamda, bu sözlerden anladıklarımızdan biraz farklıdır. Biçim, yalnızca bir nesneyi çevresinden ayıran çizgi ya da “kılık” değildir. Teknik anlamda bu, töz dışındaki dokuz kategorinin hepsini, tüm tümelliği içerir: Nesnenin ilişkileri, nitelikleri, işlevi hep biçimin yönleridir. Özdek ise teknik anlamda, değişimin üzerinde yer alabileceği, oluşuma dayanak olabilecek, kısacası tümellik, yani biçim kazanabilecek bir ilkedir. Sait özdeğin hiçbir niteliği düşünülemez. O bütünüyle soyut bir olanaktır. Örneğin, taşın tahtadan farkı, günlük anlamda düşünüldüğü gibi bir özdek farklılığı değil, teknik anlamda, biçim farklılığıdır. Özdek, üzerine gelecek biçime göre, her şey olabilir. O aktüel olarak hiçbir şey olmamasına karşın, olabilirlik olarak her şeydir.

Ozdek ile biçim arasındaki karşıtlık birliği, Aristoteles’in oluşumu, değişimi, açıklayan potansi-yel-aktüel (dynamis-energeia) karşıtlığıyla koşuttur. Potansiyellik (dynamis) ve aktüellik (energeia), bir tözün gelişimindeki aşamalarıdır: Potansiyel daha önceki, aktüel daha sonraki bir aşamadır. Aristoteles, palamut ve meşe, yapı malzemeleri ve bitmiş yapı, uyumak ve uyanıklık örneklerini veriyor. Potansiyel, herhangi bir şey içinde henüz kendini açığa vurmadan bulunan bir gelişim eğilimi, bir olabilirlik, aktüel ise bu eğilimin, olabilirliğin yerine gelmiş, tamamlanmış olmasıdır. Ayrım göreli olarak düşünülmüştür. Aynı nesne bir şeye göre aktüel iken bir başkasına göre potansiyel olabilir. Meşe, palamuta göre aktüel iken, potansiyel olarak masadır. Böylece her töz, her varlık için, potansiyelden aktüele doğru yükseliş serileri söz konusudur.

Bir nesne gelişmesini tamamladığında, amacını yerine getirmiş, biçimini gerçekleştirmiş, aktüel olmuştur. Biçim, gerçekleşme, amaç ve tamamlanmadır, bir nesne olarak yetkinliğe ulaşmaktır. Biçim kazanmak olabilirliğin gerçekleşmesidir. Ozdek ise potansi-yellik ilkesidir. Yalnız ilk, salt ya da biçim kazanmamış özdek tam anlamıyla potansiyelliktir. Bu ise gerçekte bulunmaz. Gerçekte bulunan her özdek parçası bir ölçüde biçim, yani aktüellik kazanmıştır. Eiu göreli potansiyel-aktüel dönüşümü içinde özdek giderek daha aktüel biçimler kazanır. Her özdek parçası zaman içinde bu gelişimde daha ileri ve yetkin bir aşamaya ulaşır. Salt biçim, özdeksiz biçim, bildiğimiz varlıklar evreninde ulaşılamayan, ancak her nesnenin amacı olan, bir aşamadır. Salt biçim yani salt aktüellik Tanrı’dır. Bu anlamda Tanrı, her nesnenin amacı, benzemek istediği sonuç, erektir. Potansiyelden aktüele geçiş nedensel bir işleyişle yönetilir.

Değişim

Değişim, biçimde meydana gelir ve özdek üzerinde gerçekleşir. Değişim, biçimi oluşturan kategoriler kapsamındaki renk, kılık, işlev gibi özelliklerden ki minin yitirilip kiminin kazanılmasıdır. Aristoteles, de ğişen nitelik ya da başka özellikler nesnenin özdeş-liğ.ini bozmadıklarında bunları “ilineksel” (symbe-belkos) olarak belirler. Değişen nitelikler nesnenin özcieşliğini bozuyor, yani onu başka bir nesneye döınüştürüyorlarsa, bu nitelikler nesne için “özsel” diı ler (essential). Bir insanın saçlarını yitirerek kelleşmesi ancak niteliksel bir değişimdir: yitirilen ve kapanılan ilinekseldir. Kel insan yine insandır. Öte yandan, insanın yaşamını yitirmesi “tözsel” bir değişim dir. Yitirilen bir özsel niteliktir, çünkü yaşamayan bir gövde artık insan değil cesettir. Özsel niteliklerin değişmesi tözü, yani tözün türünü, değiştirir. Böylece eski nesnenin özdeşliği bozulur, yeni nesnenin özdeşliği söz konusu olur. Bir nesneye özgü özsel niteliklerin toplamı, birarada, o nesnenin özünü oluşturur. Öz ile biçimi karıştırmamalıdır. Öz, biçimde bulunan, özelliklerin ancak seçme bir bölümüdür. Bir tikel nesneyi yalnızca özsel nitelikleriyle ayırt edemeyiz. Öz, bir nesnenin bağlı olduğu türün ortak nitelikleridir. Öz tümeldir. Öz bir türün biçimidir. Aristoteles, türleri Kategoriai’de,“ikincil tözler” olarak nitelemiştir. Yokolmak ancak bir türde yokolmaktır. Bir türde yokolmak başka bir türde varlık kazanmaktır.

Değişimi aktüelden potansiyele doğru yöneten nedenlerdir. Aristoteles’in kullandığı anlamda “neden”, bugün kullandığımız anlamdakinden farklı ve çok daha zengindir. Ona göre neden, bir oluşumun gerçekleşmesi için gerekli her koşulu kapsar. Bu anlamda dört tür neden ayrıştırmıştır. Bu dört neden birbirine almaşık olarak düşünülemez. Her oluşumda dördü birden etkindir.

a)    Özdeksel neden (bypokeimenon), herhangi bir nesnenin kendisinden yapıldığı özdektir. O, nesneye dönüşen özdektir. Örneğin, Hermes’in bir bronz yontusu yapıldığında bronz, yontunun özdeksel nedenidir.

b)    Etkileyici neden (arkhe tes genessos), devindiren, değişimi oluşturan etkinliktir. O, olayı ya da eylemi yaratan varlıktır. Ortaya çıkan sonuç, onun neden olduğudur. Sonuç onun aracılığıyla meydana gelir. Kullanılan örnekte etkileyici neden yontucudur.

c)    Biçimsel neden (to eidos), nesnenin tözü ve özüdür. Ortaya çıkan sonucun kavramı, soyut olarak tümelliğidir. Örnekte yontucunun zihnindeki yapı, tasarım, yontunun eideasıdır.

d)    Ereksel neden (to telos) oluşumun kendisine yöneldiği amaç, bitmiş, tamamlanmış sonuçtur. Yapılanın yapılış amacıdır. Yukarıki örneğe göre ereksel neden bitirilmiş yontu, aktüel olmuş nesnedir.

Çağdaş bilimsel neden kavramı yukarıdakilerden “etkileyici neden”e yakındır. Aristoteles, bu nedenlerin yalnızca insanca üretilen nesneler için değil cansız ve canlı doğa için de geçerli olduğunu söylüyor. Ancak, doğada tasarım ve ürün çakışırlar. Tasarım ürünündedir. Biçimle erek özdeştir.

Evren, sürekli biçim değiştiren, yeni biçim kazanan, böylece potansiyelden aktüele doğru ereksel olarak devinen özdekten oluşur. Özdeğin nedenlerle yönetilen bu durmak bilmeyen devinimi nasıl başlamıştır? Bu soruyla Aristoteles’in metafiziği bir tanrı-bilime dönüşür. Devinen özdeğin bu deviniminin bir başka devinen özdekçe başlatıldığı düşünülebilir. Böylece her devinen özdeğin, bu devinime, önceden devinen bir başka nesne tarafından itildiği ve bunun başlangıçsız olduğu da akla gelebilir. Başlangıcı olmayan, geçmişe doğru sonsuzluğa giden bir devinimler zinciri olanaksızdır. Böyle bir düşünce devinimi açıklayamaz. Öyle ise, devinimlerin ilkini başlatan bir ilk neden olmalıdır. Bu ilk nedenin kendi de deviniyor olsaydı, zorunlu olarak kendinden önce gelip onun devinimine neden olan bir başka ilke gerektirirdi. Bir başka deyişle o ilk neden olamazdı. Demek ki, devinimin ilk nedeni devinemez. Bu, kendi devinmeyen ilk neden Tanrı’dır. Bu uslamlama, Orta Çağ’da üzerinde çok durulan ve Aquino’lu Thomas’ça yeniden formüle edilen ünlü “kozmolojik” Tanrı kanıtının ilk biçimidir. Aristoteles’e göre Tanrı (Theos) ilk neden olmanın yanı sıra evrenin de son nedenidir. Sürekli oluşum içinde her şey değişerek daha çok biçim ve aktüellik kazanır. Her şey daha çok yetkinliğe doğru gelişir. Tanrı salt aktüellik, yani salt form ve tam yetkinliktir. Öyle ise, evrendeki bütün gelişim Tanrı’ya doğrudur, O’na yöneliktir. Her oluşumun en üst ereği Tanrı’dır. Tanrı her şeyin son amacıdır. Bundan ötürü hem ereksel nedendir hem de biçimsel nedendir. Doğada biçimsel ve etkileyici neden özdeş olduklarına göre, Tanrı aynı zamanda etkileyici nedendir. Tanrı “düşünce düşünen düşünce”dir. Düşünce insanın en üstün yeteneğidir, doğada yalnız ona özgüdür ve tanrısaldır.

“Telos”

Aristoteles’in Physika (Doğa) adlı yapıtında incelediği evren, kendi bütünlüğü içinde, kendi yasalarına bağlı bir düzendir. Bir kosmos tur. Bu alanı konu edinen bilimlerin başında fizik ve matematik gelir. Doğa biri gök, öteki yeryüzü olmak üzere iki büyük varlık alanına ayrılır. Güneş, ay ve yıldızların bulunduğu varlık alanı, gök, yetkin bir küre biçimindedir, ikinci varlık alanı gök denen bu yetkin kürenin odağında bulunan yeryüzüdür. Doğa (physeos) denen bu varlık alanında bulunan nesnelerin kimi devingen kimi durağandır. Durağan olan, kendi kendine devi-nemeyen varlık türü özdektir (hyle), devindirici güç ise “salt biçim”dir Aristoteles buna “ilk devindirici” der. Bu “ilk devindirici” varlık tanrısal nitelik taşıyan bir erktir, bütün varlık türlerinin son ereğidir (telos), kendinden başka hiçbir nesneye benzemez, yetkin varlıktır, salt edimdir, düşünme denen eylemdir. Varlık kategoria larının sayısınca devinme türü olmasına karşılık, en önemlileri dört tanedir.

1)    Tözle bağlantılı olan ve tözü (ousia) etkileyen devinme. Buriun en belirgin özelliği “oluş-yokoluş” eylemlerini gerçekleştirmesidir.

2)    Nitelikle ilgili bulunan ve onu etkileyen devinme. Bunun özelliği de “değişme”dir. Nesnelerde ortaya çıkan başkalıkların kaynağı, dönüşmelerin nedeni budur.

3)    Mekânla bağlaşımlı devinme. Bu da “yer değiştirme” biçiminde ortaya çıkar.

4)    Niceliğe dayanan devinme. “Azalma-çoğal-ma” gibi nicelik değişmelerini sağlayan başlıca etken bu tür devinmedir.

Devinme türleri içinde en yetkini “daire biçimli” olanıdır. Bu, en yetkin varlık katı olan, gökyüzünün, yıldızların bulunduğu varlık alanının devinimidir. Bu devinim yalındır, süreklidir, ikinci tür devinme “düz devinim”dir, bu da yukardan aşağı ve aşağıdan yukarı doğru olur. Birinci tür devinim gökyüzünü, ikinci tür devinim ise daha aşağı bir varlık katı olan yeryüzünü etkiler. Bütün devinim türlerinin nedeni, kendisi devinmeyen, ancak “ilk devindirici olan”dır. Evrenin çevresinden, evrenin odağına doğru, yukardan aşağı olan devinime “ağır”, aşağıdan yukarı, yeryüzünden gökyüzüne doğru olan devinime de “yeğnik” denir. Bütün soğuk nesneler yukardan aşağı, sıcak nesneler de aşağıdan yukarı doğru devindiğinden ağırlık soğukla, yeğniklik sıcakla bağlantılıdır.

Düzenli bir devinim içinde bulunan yıldızlar, us varlığı bakımından, en yetkin olanlardır, bunların devinmeleri “daire biçiminde”dir. Bu yıldızlar “uslu ruhlar”dır, tanrısal varlığa en yakın onlardır. Bütün yıldızlar, insanüstü uslarla donatılmış yüce varlıklardır. Bu nedenle, bu gök varlıkları, mutlu ve yetkin yaşamın en görkemli örneğidir.

Yeryüzü, nitelik bakımından, daha aşağı durumda olan varlıkların bulunduğu alandır. Bu varlıklar su, hava, ateş ve toprak olmak üzere dört türlüdür. Varlık türlerinin “en aşağı”biçimleri (eidos) olan bu öğelerin devinimleri de, varlık aşamalarıyla orantılı olarak “düz çizgi” biçimindedir. Bu devinme türü bir çevreden odağa, öteki odaktan çevreye olmak üzere ikiye ayrılır. Toprak ve suda çevreden odağa, ateş ile havada odaktan çevreye doğru devinme eğilimi vardır. Bu dört öğenin devinme türünü belirleyen neden, onların “doğal” yerleridir. Ortada toprak, onun çevresinde su, daha sonra hava, en sonra da ateş katı gelir. Bir öğenin “doğal yeri”nden uzaklaşması bir “çarpışma” ile gerçekleşeceğinden, ancak yakınında bulunan başka bir nesneden etkilenmesi söz konusu olabilir.Yeryüzündeki devinimlerin, yer değiştirmelerin “mekanik” etkenler dolayısıyla ortaya çıkan olaylardan, organik varlıklarda görülen kimyasal değişmelerden kaynaklandığı açıktır. Gökyüzünde bunun karşıtı bir durum vardır, orada sapmayan, yetkinliğini koruyan “matematik düzen” egemendir.

Mekân, nesnelerin devinmeleri sonucu, yer değiştirme alanı olduğundan, boş değildir. Mekânı, devinim dışında bir varlık olarak düşünme olanağı da yoktur, o devinimle bağlantılıdır, “kuşatanla kuşatılan arasında bir sınır” olduğundan, evrenin bütünü için de söz konusu değildir. Evren, bütün varlıkları içerdiğinden, mekân denecek bir yerde bulunma olanağı yoktur.

Zaman da başlıbaşına bir varlık değildir, ancak devinme ile vardır. Devinmenin ölçüsü olması nedeniyle sonsuzdur ve bir sonsuz sayı niteliğindedir. Zamanın bir sayı niteliği taşıması, sayının da ancak
“saymayı başaran” bir varlıkla bağlantılı bulunması yüzünden, ruhun varlığını gerektirir, ruhtan ayrı bir zaman düşünmek olanaksızdır.

İnsan, ruh ve gövde gibi iki ayrı öğeden kurulu bir varlıktır. Gövde özdektir, ruh ise onu biçimlendiren, ona “insan” niteliği kazandıran “formus”tur. Gövdenin biçimlendirici tözü (entelekheia) olan ruh, onun, ereği (telos) niteliğindedir. Gövdeye devinim yeteneği veren, onu belli bir ereğe doğru yönlendiren ruh özdek değildir, ancak özdek olan gövdenin bütününe egemendir. Ruhun etkisi dışında, gövdenin kendiliğinden bir eyleme geçmesi, bir iş başarması söz konusu değildir.

Ruh, özdek üzerindeki egemenliği nedeniyle, üç türlüdür. Bu türler, en aşağı olandan en üstün olana doğru üç varlık katı oluşturur. En altta bulunan “bitkisel kat”m özelliği “üreme” ve “özümseme”dir.

Bu katın üstünde, bir aşama daha üstün olan, “hayvan ruhu” bulunur. Hayvan ruhunda “duyum”, “istek” ve “kendi kendine devinme” yeteneği vardır. En üst katta, bu iki ruhtan üstün olan, “insan ruhu” yer alır. “İnsan ruhu”nun en belirgin özelliği “us”la donatılmış olmasıdır.

Us, insana özgü ‘ bir varlık olması nedeniyle, değişik başarı yetenekleri taşıyan bir “güç” niteliğindedir. Öteki ruhlar gibi o da “diri”dir, kendi varlık alanının gerektirdiği eylemlerle sınırlanmıştır. İlk iki katta bulunan ruhlar, bir us varlığı olan insan ruhunun yetkinleşmesinde, son biçimini almasında birer “gereç” niteliğindedir. Bu us nedeniyle, daha aşağı kattaki ruhta bulunan “istek”, insanda, tasarlamaya, istenç (kendi kendine devinme) ise bilgiye dönüşür. Us “etkin” ve “edilgin” olmak üzere iki durumdadır. Etkin durumda us, kendi kendini yönetir, çalışır, düşünme bakımından yaratıcı, yapıcı eyleme geçer. Edilgin durumda bulunan us ise gövdedeki duyularla sağlanan verileri düzenler, işler, onları belli bir biçime sokar. Bu veriler usun çalışmasını sağlayan gereçlerdir. Edilgin us verileni almakla, duyulardan geleni derleyip toparlamakla yükümlüdür. Etkin us yaratılmamıştır, yokolması da söz konusu değildir. Edilgin usun varlığı ise bağlı bulunduğu bireylerin oluş koşullarına dayanır, onlarla ortaya çıkar, onlarla yokolur. Bu durumda etkin us ölümsüz, edilgin us ölümlüdür. Aristoteles ruh ve us sorunlarını Peri Psykhe (“Ruh Üstüne”) adlı yazısında incelemiş, bu iki yetinin birbiriyle olan bağlantılarını, işlemlerini ayrıntılı örnekler vererek açıklamıştır.

Ahlak

Ahlak, Aristoteles felsefesinin ana sorunlarını < içeren konulardan biridir. Ethika Nikomakheia (Ni-komakhos Ahlakı) adlı yapıtın konusu olan ahlak sorunu, bütün eylemlerin, davranışların “iyi”ye yöneldiği görüşü üzerinde yoğunlaşır. Bu yapıt “her yaratı, her öğreti, her davranış ve çaba herhangi bir iyiye ulaşmaya çalışır” sözleriyle başlar. Us öğretisinin içerdiği alanda ele alman ahlak sorunu, insan için ereğin mutluluk (eudaimonia) olduğu savından yola çıkar. Dış olayların, eylemlerin etkisi söz konusu olsa bile, insan mutluluğu us ilkelerine, bilgi olanaklarına dayanan, insanın kendi özüyle bağlantılı olan yüce bir erektir (telos). Mutluluk usun bütün gücünü kullanarak “iyi”ye ulaşmasını gerektirir. Bu nedenle, insan kendi özüyle, kendi varlığını yönlendiren ruhla karşı karşıya gelerek, dış olayların etkisinden kurtulur, mutluluğu kendi içevreninde arar. Kişiyi mutlu kılacak olan, “iyi”ye ulaştıracak olan ancak erdemdir (arethe), erdem de bilgi (episteme) ile bağlantılıdır. Ahlakın özünü oluşturan erdem usun etkinliğiyle bağlantılı bulunduğundan tutum (ethos) ve düşünme (dianoia) gibi iki eylemi gerektirir. Bu iki eylem bir yandan usun başarılarını, bir yandan da ahlakın dayandığı düşünme ve tutumla bağlantılı iki erdem türünün ortaya çıkmasını sağlar. Erdem yalnız bilgi edinmekle, erek olan “iyi”nin ne olduğunu bilmekle kazanılmaz, kişinin istencini eğitmesi, olgunlaştırmaya çalışması, kendini eylemleriyle dengeli bir duruma getirmesi gerekir. Dengeli durum ise bütün aşırılıklardan kaçmak, çelişkili davranışlardan, karşıt düşüncelerden sakınmak, “orta yolu” bulmaktır. “Orta yol” kişi davranışlarının, eylemlerinin “iyiye” yönelmesiyle mutluluğa ulaşmayı sağlar. Mutlu olan kişi ölçülü, dengeli (sophrosyne) kimsedir. Erdemler arasında en yüce, en üstün olanlar doğrulukla dostluktur. Doğruluk (adalet) toplumun temelini oluşturur, dostluk ise iyi ve güzel olana, başkalarıyla uyum içinde bulunarak ve düşünce birliğine vararak, ulaşmayı sağlar.

Tutumla (ethos) ilgili erdemler ıraya (yaratılışa), istenç koşullarına dayalı davranışlarla bağlantılıdır. Buna karşılık, düşünme (dianoia) ile ilgili erdemler yalnız usla ilgilidir, bütün davranışlarda, insanlar arası ilişkilerde, karşılıklı bağlaşımlarda us ilkelerine göre eylemde bulunmayı gerektirir. Bu erdemlerin özünü, kuramsal usun “iyi” ve “güzel”e uygun davranması oluşturur.

Sanat

Aristoteles’in üzerinde önemle durduğu, felsefesinin özel bir bölümü durumuna getirdiği bir başka konu da “sanat”tır. Poetika adlı yazısında işlenen bu konunun özünü taklit (mimesis) oluşturur. Eyleme geçen, davranış alanında kendini gösteren usun başarılarından biri olan mimesis yoktan varetmeyi değil, ortada bulunan “iyi” ve “güzel” olana benzemeyi, taklidi gerektirir. Sanat kavramı altında toplanan başarı alanları şiir, epos, tragedya, komedya ile çalgı eşliğinde ortaya konan sese-söze dayalı ürünlerdir. Aristoteles, Poetika’da bu başarı ürünlerinden söz ederken: “… epos, tragedya, dithrambos şiiri, flüt ve gitara sanatlarının büyük bir bölümü mimesistir diyerek görüşünü dile getirmiştir. Taklit kişinin özüyle bağlantılı olan bir “içtepi” niteliğindedir, bütün insanlarda az çok vardır. Sanat ürünlerinin, özellikle şiirin, ortayakonmasında “taklit içtepisi” ile “hoşlanma” başlıca ilkelerdir. Bütün sanat türlerinde, kendi yapı özelliklerine göre mimesis’m gerçekleşmesi üç öğenin varlığını gerektirir. Bu üç öğeye de düzen (ritmos),söz (logos)ve uyum (harmonia) denir. Bu üç öğe ayrı ayrı olduğu gibi birlikte de kullanılabilir. Bu durum sanatürününün türüne, oluş biçimine bağlıdır.

Estetik, genellikle, “güzel”in bilgisi sayılır. Aristoteles bu konuda hocası Platon’un yaşlılık dönemlerinde ortaya koyduğu “güzel” görüşünden etkilenmiş, onu yeni bir yorumdan geçirerek sanat ürünlerinin özüyle, biçimiyle bağlantılı kılmıştır. “Güzel” sorununu, dolaylı olarak, Poetika’da ele almış, onda matematikle ilgili bir düzen, bir dengelilik aramıştır. “Güzel” bir kavramdır, onun tanımı, belirlenimi ancak matematiğe özgü bir orantıyla yapılabilir. Prote Philosophia’da “güzel” ile ilgili görüşlerini açıklarken,
“… iyi ve güzel ayrı nesnelerdir, iyi eylem içinde ortaya çıkar, güzel ise eylemde bulunmayan nesnelerde de görülür. Öyleyse matematik bilimlerinin güzel ve iyi konusunda bir sözü olamayacağını ileri sürenler yanılıyorlar. Matematik bilimlerinin güzel ve iyi konusunda söyleyecekleri vardır. Güzelliğin temel biçimleri (formus) düzen ve sınırlılıktır” demiştir. Bu açıklama, Aristoteles’in “güzel” kavramından matematiğe yaraşır bir tanım çıkardığını ortaya koymaktadır. Güzel konusunda ileri sürdüğü başka bir tanım da nesnenin büyüklüğü ve küçüklüğü ile ilgilidir. Ona göre çok büyük bir nesne yeterince kavranamayaca-ğmdan güzel olamaz, ufak bir nesne kendi bütünlüğü içinde kavranabileceğinden güzel olabilir. Bu düşünceye göre “güzellik” bir varlığın kavranmasıyla bağlantılıdır.

Toplum ve devlet

Toplum, bireylerden oluşur; insanın bir “toplumsal-siyasal yaratık” (zoon politikon) olmasından devlet kaynaklanır. İnsanın toplumsal-siyasal bir yaratık olması ahlak ilkelerine bağlanmasını gerektirir. Toplumun dışında, varlığını tek başına sürdürebilecek bir birey düşünme olanağı yoktur. Doğal olarak bir toplum içinde yaşama gereğinde kalan bireylerin oluşturdukları toplum birtakım gelişim aşamalarından geçerek son durumunu alır, en yetkin niteliğini kazanır. Toplumun belli yasalara göre düzenlenmesi, belli koşullarla yönetilmesi “devlet” denen daha üstün, karmaşık birimi oluşturur.

Devlet, belli kurumlardan oluşan, belli ereği ve görevleri bulunan büyük bir “bütün”dür. Bu bütünü oluşturan öğelerin en ufağı birey, bireyin içinde yer aldığı en küçük birim ise“aile”dir. Aile, ortaklaşa 4 yaşanan, insanın doğal varlığıyla bağlantılı bir birim- Sanat dir. Ailelerin birleşmelerinden daha büyük birimler, onların belli koşullar altında bütünleşmelerinden ise devlet doğmuştur. Bu bütünleşme, bireyin “devlet” ten önce geldiği anlamını içermez. Devlet, büyük bir birim olması nedeniyle, kendi bütünlüğünü ve birliğini koruyacak yasaları, kuralları ortaya koyma gereğindedir. Aristoteles, devletle ilgili görüşlerini, Politika adlı yapıtında sergilemiştir. O yapıtta açıkladığına göre “Devlet, yaşamın çıplak gereksinmelerinden doğar, mutlu bir yaşamı gerçekleştirmek için varlığını sürdürür. Bundan dolayı, toplumun ilk biçimlerinde olduğu gibi, devlet de doğal bir kurumdur. Devlet bütün bu ilkel toplulukların ereğidir”. Devletin ereği, kendi kendine yeter niteliğe ulaşmasıdır. Çünkü “kendi kendine yeter olmak her varlığın ereği ve o varlık için en iyi olan nesnedir”. Devlet, yapısı, niteliği, özelliği bakımından “doğanın bir yaratığı, insan ise doğası gereği bir toplum varlığı” olarak anlaşılmalıdır.

Adalet

Devletin varlığı, bütün yurttaşların uyma gereği bulundukları, kesin olan ve genel geçerlik taşıyan yasaların özüne bağlıdır. Bu nedenle yasaların doğru (adalete uygun) olmaları gerekir. Yasalar, kendi özellikleri gereği, dağıtıcı ve denkleştirici olmalıdır. Bu niteliği sağlayan da "adalet"tir. Denkleştirici nitelik taşıyan adalet ise suç ve ceza arasındaki oranı sağlar. Toplumu sarsan, ona yıkım getiren toplum düzeniyle bağdaşmayan bir eylem suçtur, suçu işleyen onun karşılığını (ceza) görmelidir. Böylece suçun doğurduğu yıkım ve sarsıntı ortadan kaldırılarak genel uyum sağlanmış olur. Yasaları uygulamada "adalet" kaçınılmaz bir ölçüdür, ancak adaletin dağıtıcı ve denkleştirici olması durumunda da "doğru ve iyi olan" orta yol seçilmelidir. Niteliği bakımından "adalet erdemdir". Bu nedenle en iyi ve en doğru olan "orta yolun bulunması, ölçünün elden bırakılmaması yalnız "adalet"in değil, erdemin de özünü oluşturur. Erdem usun ölçüsüz eğilimler ve tutkular üzerindeki kesin egemenliği olduğuna göre, ondan kaynaklanan "adalet" de bu niteliği taşıyacaktır. Yasaların özünü oluşturan adalet (erdem) usun ışığı altında uygulama alanına konabilir. Kimi doğal eğilimler, tutkular kişiyi suça, iyi olmayana sürükler, usun başlıca görevi bunlara engel olması, eylemi "iyi"ye yöneltmesidir.


Ceza bir kötü eylemin karşılığıdır, bu nedenle, kötülük işleyen kimseye kötülükle karşılık verilmelidir. Ancak bu yetki erdemden kaynaklanan yasalarla, yasaları uygulamakla görevli kimselerin elinde olmalıdır. Aristoteles, "ceza" verme konusunda, suçun bilerek ya da bilmeyerek işlenmesi sorununu göz önünde bulundurarak, yasaları ikiye ayırmıştır. Birincisi doğrudan doğruya usa dayanan ve us varlığı olan, usa uygun düşünen her bireyin anladığı yasa. İkincisi istence, özerk değerlendirmeye bağlı yasa. Bilerek adam öldürmek, hırsızlık etmek, soygun ve baskın düzenlemek gibi "ağır suç" niteliği taşıyan eylemlerin kötülüğünü bilmeyen bir kimseye, us varlığı denemez. Us, bu eylemlerin ne olduğunu bilmeyi gerektirir. Bu nedenle, bu gibi suçların işlenmesi durumunda, suçlunun yasaları bilmemesi suçu ortadan kaldırmaz. Bir özveriyi, bir törenin düzenlenmesini, bir adağın sunulmasını, birine bir yardımın yapılmasını gerektiren durumlarda bunlarla ilgili yasaların bilinmemesi, görevin sonradan yerine getirilmesine engel olmadığından, cezayı ortadan kaldırır. Bu durumda, yapılması yasalarca belirlenen işlem, belli bir "anlaşma"ya dayandığından sonraya bırakılır. Bu cezayı gerektiren "ağır suç" niteliğinde değildir.

Hukuk

Hukuk, kendi bütünlüğü içinde, belli sınırları olan bir kurallar topluluğudur. Onunla ilgili sorunların çözümünde yetkili olan ancak o alanın uzmanıdır, yargıçtır. Yasa "genel kural" olduğundan devletin bütünüyle bağlantılıdır. Oysa her olay tek ve bireysel bir nitelik taşır, ayrı bir özelliği vardır. Bu özelliği, bu bireysel niteliği anlamak, ona göre yargıda bulunmak, işin uzmanı olan, yargıcın yetkisine bırakılmalıdır. Yargıç olayla ilgili yargısını verirken yasanın dış görünüşüne, sözcüğüne değil de "adalet"e, özünde biçimlenen gerekime dayanmalıdır. Öte yandan, anlaşmazlığa düşülen bir kimseyle, yargıç önüne çıkıldığında, davacının davalıya bir "yurttaş" gözüyle bakması doğru değildir. Olayın bir de başka yanını düşünerek, o "yurttaş"a bir "insan" olduğunu anımsayarak bakmak gerekir. Özel çıkarı sarsıldığından dolayı, karşısındakini, ne olursa olsun cezalandırmak isteyen bir kimse, ona yalnız bir "yurttaş" diye bakıp kendisi gibi bir "insan" olduğunu düşünemiyorsa, erdem bakımından yetersiz, düşük bir kimsedir. Yalnız kendi çıkarlarını düşünerek başkalarını suçlamaya, cezalandırmaya çalışan, bir özveri gösterme gereği duymayanlar, yaratılıştan "kötü" olmasalar bile "insan" kavramının içerdiği olgunluk aşamasına ulaşamamış kimselerdir.

Aristoteles, kölelerin toplumda gerekli olduğunu, bir kölelik kurumunun bulunduğunu ileri sürmüştü. Daha sonra, bu görüşünü yumuşatarak, kölelerin de birer "insan" olduklarını, onlara karşı yasalar önünde "insanca" davranmanın gerektiğini ortaya atmıştı. Onun, sonradan ileri sürdüğü düşünceye göre: "Köle, yalnız köle değildir, o da bir insandır. İnsan olduğundan dolayı, onunla benim aramdaki ilişki yalnız hukukla bağlantılı değil, insanlıkla ilgilidir. Bu nedenle, hukukun bana verdiği üstünlüğü, ona karşı, bütün ayrıntılarıyla kullanmam doğru değildir."

Yönetim konusunda Platon'dan ayrılan Aristoteles, yeni bir görüş ortaya atmıştır. Ona göre zamanı aşan ve her çağa uygun gelecek, her toplumda uygulanabilecek bir yönetim biçimi bulma olanağı yoktur. Yönetim biçimi ve hukuk ulusların ve ülkelerin özelliklerine göre düzenlenmeli, uygulama alanına konmalıdır. Yaşanan olayların, tarihin gösterdiğine göre üç yönetim (devlet) biçimi vardır: Aristokrasi, Demokrasi, Monarşi. İçerik bakımından, bu yönetim biçimlerinin hiçbiri "iyi"yi yeterince gerçekleştirecek, "iyi"nin özüne uygun gelecek durumda değildir. Yönetimi elinde bulunduran ya da bulunduranların tutumlarına, anlayışlarına göre iyi de olabilirler kötü de. Aristokraside yönetim bir topluluğun elindedir, seçkinlerden oluşan bu topluluk yeterli, doğru yasalar çıkarır, erdeme uygun bir hukuk düzenlerse en iyi yönetim biçimi olabilir. Demokraside yönetim bütün yurttaşların elindedir, onların seçtiği kimselerce yürütülür. Bu yönetim biçimi de karışıklığı, dengesizliği, çıkarcılığı önleyemez, "adalet"i yeterince sağlayamaz. Monarşide ise yönetim en güçlü kimsenin elindedir, bu yönetimin en büyük sakıncası baskıya elverişli olmasıdır. Başta bulunan kimse, kendi düşünce yapısına göre, toplumu istediği yana çekebilir.

Aristoteles'in felsefesi, çağlar boyunca etkisini sürdürmüş, özellikle Doğu İslam ve Batı Hıristiyan Ortaçağı'na egemen olmuştur. Bu dönemin dinden kaynaklanan bütün düşünce dizgeleri, kimi yönetim biçimleri, devlet felsefeleri, Aristoteles'in görüşlerinden esinlenmiş, yeni yeni yorumlarla yeni akımların doğmasına olanak sağlamıştır. Aristoteles mantığı iki bin yıl boyunca, bütün öğretim kurumlarında, "temel kitap" olarak okutulmuştur. Onun yapıtlarını, sonraları, konularına göre düzenleyen öğrencisi Andronikos Phsyka'dan sonra sıraladığı bilimlere meta ta phsyka (fizikten sonra gelen) adını verdiğinden çağlar boyunca "doğa bilimleri" dışında kalan, felsefenin Tanrı ve ruh gibi konuları işleyen bölümüne "metafizik" adının verilmesi bir gelenek niteliği kazanmıştır.


Daha yeni Daha eski