BAHA TEVFİK (1881-1914)
Türk felsefeci. Maddeci düşüncenin ülkemizde tanınmasına, felsefe konularının, ahlak sorunlarının bilimsel bir anlayışla tartışılmasına öncülük etmiştir.
İzmir’de doğdu. Ailesi, yaşamı konusunda yeterli bilgi yoktur, ilköğrenimini İzmir’de, yükseköğrenimini İstanbul’da Mülkiye Mektebi’nde bitirdi. Yayıncılığa, yazarlığa başladı. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütübhanesi adıyla kurduğu yayınevinde kendi yazdığı, Fransızca’dan çevirdiği felsefe yapıtlarını yayımladı. Naci Fikret, Ahmed Nebil, Süleyman Memduh, Faik Şevket gibi arkadaşlarıyla birlikte sürdürdüğü çalışmalarında ve yayınlarında genellikle felsefe, ahlak, toplum sorunlarını işledi. Kısa aralıklarla Hâle, Tenkid, Zekâ, Felsefe gibi adlar altında ülkedeki ilk felsefe dergisini çıkardı. Bu dergide, kendi görüşlerini dile getiren yazıları yanında, Batı düşünürlerinden çevirdiği araştırma ve incelemelere de geniş yer verdi.
Baha Tevfik’in işlediği konular, çağına göre, ülkede pek bilinmeyen, ancak Batı’da geniş tartışmalara konu olup, hızla yayılan deney bilimlerine dayanan ve üretim-tüketim ilişkilerinden, maddeci felsefe akımlarından kaynaklanan sorunlardı. Ludwig Büchner’den çevirdiği Madde ve Kuvvet ile Ernst Haeckel’den çevirip Felsefe Mecmuası’n&a yayımladığı Kainatın Muammaları adlı yazıları, Türk aydınının o dönemde bilmediği, ilgi duymadığı konuları içeriyordu. Deney verilerine dayanmayıp, yalnız soyut kavramlardan kaynaklanan yorumlarla biçimlenen İslam düşüncesinin çağdaş uygarlıkla bağdaşmadığı görüşünü savunması, gerçek, aydınlatıcı gelişmelerin Batı’da bulunduğunu ileri sürmesi, o dönem aydınları arasında özellikle eskiyi tutanların sert eleştirilerine yol açtı.
Düşüncesinin iki kaynağı
Baha Tevfik’in düşüncelerinin, biri Batı felsefesinden, bilimsel araştırmalarından, öteki ülkenin toplum sorunlarından gelen iki kaynağı vardı. Batı uygarlığıyla ilgili olanı felsefe yapıtlarının çevirisine, ülkenin toplum sorunlarıyla bağlantılı olanı da gözlemlerine, deneylerine dayanıyordu.
Doğru düşünmenin, sorunlara sağlıklı bir tutumla yaklaşmanın yöntemi deney bilimlerinin verilerine, maddeden kaynaklanan bilgilere dayanmak, usun genel geçerlik taşıyan ilkelerine uymak, duygusal eğilimlerden uzak kalmaktır. Yalnızca soyut kavramlara dayalı bir bilginin gerçek evrenle, yaşanan olaylarla ilgisi yoktur. Bilginin tek kaynağı vardır, o da duyu verileriyle algılanan doğadır, maddedir. Duyu verilerinin, maddeden kaynaklanmayan izlenimlerin dışında kalan ne varsa aldatıcıdır, gerçekle ilgisi yoktur.
Ahlak
Ahlakın ereği kuram değil, eylemdir, yaşanan, duyularla bilinen olaylardır. Bundan dolayı iyiyi, kötüyü seçmek, değerlendirmek “etik”in değil, deney verilerine dayanan bilimin, tekniğin işidir. Toplum içinde yaşayan insana değişmez kurallar öğreten, uygulanması güç ilkeler gösteren yüce, tanrısal bir “etik” yoktur. Bunun gibi yaşanan gerçeklerin dışında kalan, yalnız kavramlara dayanan bir iyi ile kötü de söz konusu değildir. Ahlakla ilgili eylemlerimizin kökeni, gövdemizin doğal ortamda yaşadığı olaylardır. insanın somut varlığı dışında, bir ahlak kaynağı aramanın gereği yoktur; en soyut varlıkların kaynağı da doğadır. Bunların bize verilişi duyularladır.
Felsefenin konusu
Felsefenin konusu bilimle tekniğin çözemediği sorunlardır. Bilim ve teknik geliştikçe sorunların çözümü kolaylaşır, çözüme varan sorunun arkasından çözümü gereken yeni bir sorun ortaya çıkar. Konu böylece uzayıp gider. Bu nedenle, dünün felsefesi bugünün bilimidir, tekniğidir. Bugünün felsefesi de yarının bilimi, tekniği olacaktır. Felsefe, yalnız kavramlardan oluşan sorunlarla uğraşmaz; günümüzün felsefesi için böyle bir durum söz konusu değildir. Bu özelliğinden dolayı felsefe geleceğin bilimi diye anlaşılmalıdır. Bilimle tekniğin ulaşamadığı yere varsayımla, kuramla varılır. Ancak bunların da yaşanan gerçeklere, doğa varlıklarına, duyu verilerine dayanması gerekir. Bir toplumun ahlakı, bilimi, tekniği, düşünce yapısı felsefenin egemenliği altındadır.
Toplum, yapısı gereği, doğa verileriyle biçimlenen, kaynağını doğa varlıklarında bulan bir kuruluştur. Onun gelişmesi, bilimin, felsefenin, tekniğin ilerlemesine bağlıdır. Bu nedenle, toplum için geçmiş değil gelecek söz konusudur. Bir toplumun geri kalışı, geleceğe değil de geçmişe bağlanması yüzündendir. Nitekim Türk toplumunun çağımızın gerisinde kalması da bu yüzdendir. Geçmişin değerleri, geçmişe aşırı ölçüde bağlı kalanların ileri sürdükleri gibi, yüceltici, geliştirici, yaratıcı olsaydı bugünkü duruma düşülmezdi. Verimsiz, durağan bir geçmişe bağlanmakla geleceği kurtarma, yarma kalma olanağı yoktur.
Ulusçuluk çağımızın ülküsü olmaktan çıkmış, geriletici, yozlaştırıcı bir niteliğe bürünmüştür. Gerçek ulusçuluk, çağdaş olmak, çağın bilim verilerine, teknik buluşlarına dayanarak, onlardan yararlanarak ulusu kalkındırmak, verimli olmaktır.
Baha Tevfik, kendinden sonra gelenler arasında, yalnız felsefeyle değil öteki bilim, sanat, yazın alanlarıyla uğraşanları da etkilemiş, özellikle maddeci akımın çok geniş bir ortama yayılmasında gereken düşünce olanaklarını sağlamıştır. Ülkemizde felsefe konularına güncellik kazandıran, doğrudan doğruya kaynaklardan alıntılar yererek karşılaştırmalı örneklerle eleştiriyi başlatan, eleştirinin bilimsel bir nitelik taşıması gereğini ortaya atan odur. Türk toplumunda Batı’ya biçim olarak değil de, bilim verilerinin ışığında, araştırıcı bir anlayışla yönelmenin yararını ileri sürmüştür. Özellikle, Cumhuriyet Dönemi’nde başlayan Batılılaşma eyleminin, bilimsel yolunu gösteren, Batı uygarlığının bir biçim değil, bilim, teknik, sanat, felsefe gibi başarı ürünlerinden oluşan yaratıcı bir öz olduğunu yazılarında örnekler vererek savunmuştur. 1908 ile İ914 yılları arasında, çıkardığı dergilerde yayımladığı birçok çeviri, araştırma dışında, “Teceddüd-i İlmî ve Edebî” başlığı altında basılmış on bir yapıtı vardır.
• YAPITLAR: Yeni Ahlak, 1910; Madde ve Kuvvet (Ludwig Büchner, Stoff und Kraft’dan çeviri), 1913; Felsefe-i Ferd, 1914; Muhtasar Felsefe, 1914.
• KAYNAKLAR: Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, 1972; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 1979.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi