BAHAULLAH (1817-1892)
İranlı din kurucusu. Bahaîlik adlı mezhebin kurucusudur. İran’da şah-‘ ların baskısına karşı halkı ayaklandırmıştır.
Tahran’da doğdu, sürgünde bulunduğu Akkâ’da öldü. Asıl adı Mirza Hüseyin Ali’dir. Ataları, İran’da uzun süre yönetimi elinde tutan, Türk kökenli Kaçarlar boyundandır. Özel öğrenim görmüş, kendi kendini yetiştirmiştir. Bahaullah, önce Babilik’in kurucusu Ali Mehmed Bab’ın düşüncelerini benimsemiş, onun yolunda yürümüş, sonra bütün dinleri öğrenmeye koyulmuştur. Bu arada Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi tektanrıcı dinler dışında, eski Çin, Hint, İran çoktanrıcı dinlerini incelemiş, özellikle Zerdüşt, Brahman dinleri üzerinde uzun boylu araştırmalar yapmıştı. Bir süre Tahran’da kaldıktan sonra İran’ın önemli bilim kurumlarının bulunduğu illeri gezmiş, Şiraz’da kendi görüşlerini yaymaya başlamıştı (1848). Bu yıllarda, İran’da yönetimi elinde bulunduran, Nasireddin Şah’a karşı ayaklanan Babiler’in önderi Ali Mehmed Bab’ın görüşlerini savunmasından dolayı kovuşturmaya uğradı, Rus büyükelçisinin aracılığıyla kurtuldu. Bağdat’a sürüldü (1852). Ayaklanan Babiler, topluca İran’dan çıkıp Bağdat’a göçünce Bahaullah’ı kendilerine “şeyh” seçtiler. Durumdan kuşkulanan Osmanlı yönetimi Bahaullah’ı önce İstanbul’a, sonra Edirne’ye sürdü (1864). Edirne’de ilgiyle karşılanan, kısa süre içinde geniş bir alana yayılmaya başlayan düşüncelerinden dolayı, Bahaullah Akkâ’ya gönderilerek kaleye kapatıldı (1868).
Bahaullah, başlangıçta yalnız bir inanç adamı olarak kalmış, Babilik’in bütün görüşlerini benimsemişti. Ayaklanmalara katılması, Babilerin İran’dan Irak’a Suriye’ye kaçmaları ve kendisini “şeyh” seçmeleri görüşlerinde değişmeye yol açtı, Babilik’e yeni bir anlam vermeye yöneldi. Kalede kaldığı sürece çoktanrıcı ve tektanrıcı dinler arasında uzlaştırıcı, kaynaştırıcı bir odak aramaya başladı. Eski ve yeni dinler konusundaki geniş bilgisine dayanarak, bütün yeryüzü insanları için genel geçerlik taşıyacak bir din kurma amacını güttü. Çalışmalarını, bütün dinlerin özünü oluşturacak, çağın yaşama anlayışına, üretim-tüketim biçimine, toplum yapısına aykırı düşmeyecek yeni bir inanç kurumu oluşturma konusunda yoğunlaştırdı.
Dinin kaynağı
Ona göre dinin kaynağı yaşanan gerçekler, insanların yeryüzünde birbirleriyle olan karşılıklı ilişkileri ve yaşamın gerektirdiği davranışlardır. Gerek çoktanrıcı, gerekse tektanrıcı dinlerde, birbiriyle bağdaşan düşünceler vardır. Dinler, ortaya çıktıkları bölgenin özelliklerine göre biçimlendiğinden, ortak bir konuda birleşebilirler. Bu ortak konu da yaşanan bölgelerin yarattığı doğal gerekliliktir. Çağın aydını, düşünürü bütün dinleri inceleyerek, yeryüzünde yaşayan bütün insanları ortak bir inançta toplama olanağını aramalıdır. Bahaullah’ın, bir tarikat, bir din ya da bir mezhep kurucusu olarak bakış açısını biçimlendiren, görüşü budur.
Evrensel din
Bahaullah’a göre insan inanan bir varlıktır, inanmadan yaşayamaz. Din ise inanmanın yarattığı, biçimlendirdiği bir kurumdur. Bu nedenle yaşamla bağlantılı olmalı, insanların yaşayabilmeleri için gereken koşullara aykırı düşmemelidir. “Gerçek din, insan için, yaşamaktır. Uygarlık en arınmış tanrısal ışındır.” Bu ışın belli bir yörenin insanları için değil, bütün insanlık içindir. Peygamberlerin bildirdikleri dinleri, belli bir topluluğun tekelinde tutmak, öyle yorumlamak doğru değildir. Tanrı bütün evrenin, bütün insanlığın Tanrı’sı olduğuna göre, onunla ilgili bulunan dinin de böyle bir içerik taşıması gerekir. Yeryüzünde yaşama düzenini bozan, insanlar ve uluslar arasında anlaşmazlık yaratan, savaşa yol açan olayların dinlerden kaynaklandığı açıktır. Bu da dinlerin gerekeni yapmamasından, barışçı, insansever bir davranış içinde bulunmamasından dolayıdır.
Bahaullah’ın bir tarikattan çok, çağdaş bir toplum kurumu olarak geliştirmek istediği Bahaîlik’in bütün kuralları, uyulması gereken ilkeleri, yapıtlarında açıklanmıştır. Özellikle Kitabu-l ikan ile Işrakat adlı yapıtlarında yoğunlaşan düşünceleri barış, sevgi, özgürlük, kötülükten kaçınma, yardımlaşma gibi konulan içerir. Ona göre hangi toplumdan, hangi inançtan, hangi soydan olursa olsun, bütün insanların birbirlerine yardımcı olmaları, karşılık ve çıkar gözetmeyen bir yardımlaşma eylemi içinde bulunmaları gerekir, insanın kaçınması gereken en önemli eğilimlerden biri bencilliktir. Bencillik, insanlar arasında, kardeşlik ve barış duygularının yayılmasını önler. Kişi bencil olunca kendinden başkasını düşünemez. Bu durum, bütün insanlar arasında yaygınlaşırsa uygarlığın anlamı kalmaz, barış olanakları ortadan kalkar. Sevgi, kişinin yalnız kendini, yakınını, tanıdığını değil, bütün insanları kuşatan bir eğilimdir. Bu nedenle bireysel değil genel geçerlik taşıyıcı bir niteliği vardır. Uygarlığın görevlerinden biri de böyle bir sevgiyi insanlar arasında yaymaktır.
İnsan kendisine yapılmasını istemediği bir eylemi başkalarına da yapmamalıdır. Haksızlıkların kaynağı “bana yapma başkasına yap” biçiminde dile getirilen davranış türüdür. Kişi doğruluktan uzaklaşmış, haksızlıklara yönelmiş bir yönetime karşı ayaklanmalıdır, çevresindekileri uyararak, elbirliği ederek başkaldır-malıdır. Haksız davranan bir yönetim yıkılmalıdır. Bir toplum haksız yönetime karşı ayaklanmayı bilmiyorsa, yeterince uyanamamış, gelişememiş demektir.
Ahlakın temeli
Bahaullah’a göre ahlakın temelini sevgiye dayanan davranış biçimi oluşturur. Bütün insanların birbirlerini sevmeleri, birbirlerine karşı iyi, barışçıl, yardımsever davranmalarını sağlar. Bütün kötülüklerin kaynağı sevgi duygusundan yoksun olmadır. Kim olursa olsun hastaya yardım etmek, onun acısını dindirmek, onu sağlığa kavuşturmak bir insanlık görevidir. Başkalarına karşı kötü davranmak kötü bir eğitimin sonucudur. Kişi acı verici, üzüntüye, kaygıya götürücü bütün eylemlerden, davranışlardan uzak kalmalıdır. Yaşamın ereği mutluluk ve kıvançtır. Yaşamın tadını çıkaramayan bir kimsenin mutluluğu söz konusu değildir, insan alçakgönüllü olmalı, başkaları karşısında büyüklenmemeli, yaptıklarından, başarılarından dolayı övünmemelidir. insanlar için yaratılan nesnelerden kaçınarak “nefsi yoksun bırakmak” gereksizdir. Acı çekmek, sarsıcı kaygılara kapılmak ölümdür, ruhu derin bir kıvanç içinde bulundurmak sonsuz yaşamdır. Dil, güzel sözler söylemek, karşısındakine sevinç verici bir nitelikte konuşmak, insanları mutlu kılacak açıklamalarda bulunmak içindir; acılara, kaygılara salmak için değildir. Bu nedenle olgun kimse dilini kullanmasını, sözcüklerini seçerek, tartarak söylemesini bilendir. Davranışlarda olduğu gibi dilde de başlıca koşul saygı ve sevgidir. Kişinin hangi olgunluk aşamasında, hangi bilgi düzeyinde, hangi ahlak niteliğinde olduğunu ortaya koyan dildir. Sözle eylem arasında bağlantı bulunmalıdır. Eylem sözün gerçekleşmesidir. Eylemle söz arasında bağlantı yoksa, o kimsede, tutarsızlık, dengesizlik var demektir. Böyle bir kimseden soydaşlarına yarar gelmez.
Toplum düzeni ve bireysel davranış
Yönetimin amacı ulusu barış ve özgürlük içinde yaşatmaktır, böyle bir eğitim düzeni sağlamaktır. Bu nedenle halkın özgürlük sever bir davranış biçimini benimsemesi gerekir, bu da aydınların aydm yöneticilerin görevidir. Özgürlüğün olmadığı yerde halkın ayaklanması yalnız kaçınılmaz değil, aynı zamanda bir görevdir, insanlara işledikleri suçlarından dolayı acı çektirmek doğru değildir, barışçı bir yönetimde insan suç işlemez.
Yeryüzü bütün insanların birlik ve barış içinde yaşamaları gereken bir alan olduğundan ayrı ayrı yönetim birimlerine ayrılması, bölünmesi de gereksizdir. Gerekli olan bütün insanların “tek bir devlet” oluşturmalarıdır. Böyle bir devletin amacı insanlığı mutlu kılmak, bütün savaşları ortadan kaldırmak, barış içinde yaşamayı sağlamaktır.
Bahaullah’ın getirdiği toplum anlayışına göre “alışveriş bir tapınmadır”, bunun dışında başkalarını sömürerek çıkar sağlamak yasal değildir, herkes emeğinin karşılığını almalıdır. Çalışmadan yaşamak, yardım istemek (sadaka), sağlığı yerindeyken başkasına yük olmak, birinden karşılıksız bir nesne (hediye) almak yasaktır (haram). Din inançları dolayısıyla toplumdan el etek çekerek çalışmamak (çile), bunu bir din gereği saymak (ibadet) gereksizdir. Yeterince aydınlanmış, gönül bilgisi (irfan) edinmiş bir kimse bu gibi gereksiz davranışlara önem vermez.
Bahaullah’ın etkisi, ölümünden sonra, hızla yayılmış, yerine “Abdulbaha” adıyla geçen oğlu Abbas bu kurumu daha sağlam temellere oturtmuş, özellikle Amerika’da tutunmasını sağlamıştır. Bahaullah’ın görüşlerini gizlice yaymayı amaç edinen Abdulbaha, bu düşünceyle birçok derneğin kurulmasına önayak olmuş, birçok aydm kişinin bu tarikata girmesini kolaylaştırmıştır. Bahaullah’ın etkisinin yayılmasında önemli iki ilke daha vardır: Birincisi, uluslararası geçerlik taşıyan, genel bir dilin kullanılmasıdır. Bu dil, ulusal dillere yardımcı olabilir, ancak alanı daha geniştir. İkincisi ise uluslararası bir yargı kurulunun (adalet divanı) kurulmasıdır. Bireyler gibi ulusların da yapıp ettiklerinden dolayı, insanlığın bütünü adına, yargılanmalarıdır.
• YAPITLAR: Kitabu’l-Akdes, (ö.s.), 1902, (“Kutsal Kitap”); Kitabu’l-İkan, (ö.s.), 1903, (“Kesin Kitap”); Kelimat-ı Meknune, (ö.s.), 1904, (“Gizli Sözler”); Tarazat, (ö.s.), 1904, (“Süsler”); Işrakat, (ö.s.), 1905, (“Doğuşlar”); Tecelliyat, (ö.s.), (“Görünüşler”); Kelimat-i Firdevsiye, (ö.s.), 1906>(“Cennet Sözleri”).
• KAYNAKLAR: H.Dreyfus, Essa’ı sur le Behaisme, son Histoire, sa Poree Sociale, 1909; A.Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, 1969; E.B.Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, 1964; H.Z.Ülken, T.H.Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, 1922.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi